Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 14 Şubat 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ali FERŞADOĞLU

Sevgili var, sevgiliden içeru!



Öğütçü, vaiz ve şeyhler, “Allahtan başka sevgiyi kalbinize koymayın!” diye öğüt verir. Oysa, en ulvî, en hayatî ve en kaynaştırıcı duygumuz sevgidir. Sevgililer gününde, gerçek sevgiyi, sevginin veriliş sebebini ve şu soruları kendimize sormalıyız: Sevgi olmasaydı, hâlimiz ne olurdu? Öyle ise, bu muhteşem duygu niçin verilmiştir? Kalbimize konan hadsiz sevgi potansiyeli, solan, biten, tükenen maddeye mi; yoksa ebedî bir güzelliğe sahip bir zata yönelmek için mi verilmiştir?

Kalbin, imandan sonra ürettiği en kaliteli ürün hiç şüphesiz sevgidir. Kâinatın yaratılmasının sebebi olan sevgi, aynı zamanda onun tüm unsurları arasındaki bağı, ışığı, hayatıdır. Atomlardan galaksilere kadar her şey sevgiyle ayakta durur. Sevgi, yaratılış ve varoluş gayemizi anlamakta hayatî, ebedî ve bediî (estetik) fonksiyonlar taşır.

Sevgi aynı zamanda psiko-sosyal bir güç kaynağı, bir kaynaştırıcıdır:

Allah’a iman edenler, Allah’a olan sevgileri cihetiyle daha kuvvetlidir.1

İslâm literatüründe hakiki ve mecazi olmak üzere iki kısma ayrılır.

Hakiki sevgi: Soyut olarak sevgiyi, sevgi mahalli kalpleri, sevenleri, sevgi sebeplerini Habib-i Mutlak olan yüce Allah yaratmıştır. Habib ismini zerrelerden kâinat simasına kadar her şeye yansıtmıştır.2

İşte hakikî sevgi, sevgi sebeplerini aşarak her şeyi O’nun adına sevmek, O’nu hatırlamaktır. Anne-babamızı, çoluk çocuğumuzu, eşimizi, dostumuzu; peygamberler ile sahabelerini, evliyâları, ilim ehlini ve meşrû olan her şeyi doyasıya severiz.

Gerçek sevgideki iksir ve güç, yabancılığı kaldırıp, en vahşî varlık ve unsurları bile bize kardeş, dost yapar. Her şeyi, yüce Rabbimizin Habîb/Rahîm/Vedûd gibi sonsuz isim ve sıfatları hesabına seversek; sevgimizin gücü de sonsuzlaşır. O takdirde, Allah’ı tanımaktan gelen sevgi, en büyük maya ve iksir olur.3

Mecazî sevgi: Bizzat nefis ve madde hesabına, onların fani, solan, yok olan yönlerine olan sevgidir.4 Meselâ, bir elmayı, O’nu anmadan, O’nun Habib isminin yansımalarını düşünmeden şuursuzca yemek...

Mecnun’un ilk zamanlar “Leylâ”yı, Leylâ’nın Mecnun’u sevmesi, mecazî sevgiydi. Sevgi ve sevgililerin yaratıcısı yüce Allah, Leylâ’yı da yaratmış. Dolayısıyla hakiki sevgiye, yani, Mevlâ’ya ulaşmak için Leyla’yı terk etmek gerekmez. Zira Leylâ’yı da Mevlâ vermiş; içine kalbi, kalbinin içine de sevgiyi O koymuş. Mevlâ yerini Leylâ sevgisi almamalı, perde ve gölge olmamalı. Yalnızca, Mevlâ, kalbe karşılık en nazik ve nazenin bir kalp, ahsen-i takvîm (mükemmel, güzel, kıvamı) olarak yarattığı için sevmeli.

Hakiki sevgi ile mecazi sevgi arasındaki inceliği fark etmez, dengeyi sağlayamazsak, kalp sevgi çeşitleri adedince parçalanır; ruhumuzun dengesi bozulur.

Aslında kalbin yaratılmasının sebebi, sevgi ve sevgilileri yaratan gerçek Sevgililer Sevgilisi’ni sevmektir. İnsanın en kıymetli hissi olan sevgi, eğer tevhid sırrı yardım etse (yani sonsuz Sevgi Sahibi’nden güç alırsa), bu küçücük insanı, kâinat kadar büyütür ve genişlik verir ve yaratılmışların nazenin bir sultanı yapar.

Herşeyi (sevgili dahil), sevgiyi verene ve sevgilileri Yaratan hesabına seversek, bu sevgi sonsuzlaşır. Nefse, maddeye, dünyaya yönelik sevgi kalp kırıklıklarına, kalpte fay hatlarının oluşmasına yol açarak rûhî depremlere yal açar. Çünkü sevdiğimiz şey, ya bizi tanımaz, Allahaısmarladık deyip gider (gençliğin ve malın gibi); ya sevgimiz için bizi tahkir eder, aşağılar. Mecâzî aşklarda sevgililerin aşklarından şikâyet etmelerinin sebebi budur. Sevdiğimiz şeyler ya bizi tanımıyor, ya bizi tahkir ediyor, ya bize refakat etmiyor, bize rağmen ayrılıyor.

Gayr-i meşrû sevgi, tabiî olmadığından, sonucu, merhametsizce azap çekmek değil mi? Yerinde, ölçüsünde sarf edilmediğinden incitir, yaralar, soldurur ve acı verir. Karşılıksız kalacağından istenmeyen taşkınlıklara sebep olacağı açıktır.

Dipnotlar:

1-Kur’ân, Bakara, 165.; 2-Sözler, s. 321-322.; 3-Mektûbât, s. 434.; 4-Mektûbât, s. 107.

14.02.2008

E-Posta: [email protected] [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (13.02.2008) - Demokrasi, İslâmiyetle bağdaşır mı?

  (12.02.2008) - Hak ve hürriyetlerin kaynağı

  (11.02.2008) - Ortak paydamız: Demokrasi, hak ve hürriyetler

  (09.02.2008) - Siyaset sonuç alma sanatıdır

  (07.02.2008) - Sadakat, sebat ve metanet

  (04.02.2008) - İttifakı ve ittihadı yakan enaniyeti yok etmek!

  (02.02.2008) - Bazı temel ölçüler

  (31.01.2008) - Farklılıklara tahammül ve dayanışma

  (30.01.2008) - Şimdi dayanışma ve tesanüd zamanı…

  (28.01.2008) - Cemaat içindeki tesanüdün kazandırdıkları

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri