23 Ağustos 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

S. Bahattin YAŞAR

Serin ve selâmetli sıcaklar


A+ | A-

İbadetlerin kişi üzerindeki etkisi, kişiden kişiye değişiyor. Kimine zor gelen, kimine kolaylaşıyor. Kimini yakan, kimini serinletiyor. Bu, ibadetlerin değişkenliğinden ziyade, ibadetlerin muhataplarındaki değişkenliğin bir sonucudur. Yani her kulun şartları farklı farklı olduğu için, Allah’ın her kuluna özel bir ilgisi var. Tabir yerindeyse, dağına göre, kar.

Oruç, gerçekte nefse zor gelen bir ibadettir. Yani nefsin dilinden anladığı tek ibadettir diyebiliriz. Hani o kadar cezalar veriliyor nefse, ama sadece, aç kalmak onun haddini bildiriyor. Oruç, nefsin, ‘Sen, benim, merhametli Rabbimsin; ben de Senin aciz kulunum’ dediği ibadettir.

Yaz Ramazanları daha bir özeldir. On altı saat, sahursuz yirmi saatleri bulan aç kalmak, tam bir ibadet halidir. Tam bir nefis terbiyesi halidir. Azgınlaşmış bir nefse ancak böyle haddi bildirilir. Dün, sahura kalkmadan oruç tutan bir gençle konuştuk. Bilgisayar mühendisi. Ama çok da dinamik çalışıyor. ‘Nasıl gidiyor Ramazan?’ dediğimde, ‘Bana oruç tutmak çok kolay gelir.’ diyor. ‘Bunu neye bağlıyorsun?’ dedim. ‘Oruç ibadetinin her anında Allah’ı düşünüyorsun. Her şey sana O’nu hatırlatıyor. Yemeyenleri, içmeyenleri, imkânı olmayanları, alamayanları daha bir derinden anlıyorsun. Nimetlerin lezzeti oruçla daha bir hissediliyor. Bir damla su ne kadar çok kendini hissettiriyor. Onun için oruç çok özel bir ibadet. Yani namazda zihin başka şeylere geçebiliyor. Ama oruçta bu kapı yok gibi. Sanki oruç, ana vanayı kontrol ediyor. Çoğu şeyler de ona bağlı olarak çalışıyor. Yemeyince, sistem ona göre işlemeye başlıyor” diyor.

Düşünceler tam bir hikmet okuması.

Mekânların maneviyat atmosferi de farklı farklı.

Maneviyat değeri yüksek olan şehirlerde, her şey size bir ulvîlik çağrıştırıyor. Balıklı Göl, sizi peygamberler tarihine götürüyor. Buralarda gezerken zihin stüdyonuzda, Hazret-i İbrahim’in Nemrut’la olan muhaveresini izliyorsunuz. “İşte şurada, Hazret-i İbrahim ateşe atıldı, Hazret-i İbrahim’in yanında yer alan Nemrut’un kızı Ayn Zeliha’nın, babası tarafından ateşe atıldığında düştüğü yer işte burası. Şurası da, ateşin Hazret-i İbrahim’i yakmadığı yer. Ateşin serin ve selâmetli olduğu, gülistana dönüştüğü yer. İşte şu mağarada Hazret-i İbrahim doğmuş. Az ileride Hazret-i Eyüp var. Yıllarca hastalık çektiği ve ama bir an bile şikâyetçi olmayıp, ‘Allah’tan gelene sabredilir, şükredilir’, hayat tarzının öğretildiği mağara var. Said Nursî Hazretlerinin ilk defin yeri olan cami avlusu ve yıkılan mezarın yeri, tarihe şahitlik eder gibi dipdiri duruyor. Buraları izlerken, insanın zihnine zalimlerin çirkin yüzleri de geliyor. Nemrutların her versiyonunu her asırda bulmak ve görmek mümkün. İman ve küfür mücadelesi her dönemde var. İmtihan dünyası işte.

Urfa, böyle bir tarih filmi arenası.

Allah bir ibadet verirken, onu taşıyacak kullarının şartlarını ve durumunu bilerek veriyor. Herkese taşıyabileceği yükü yüklüyor. Farklı şehirlerden görüştüğümüz insanlar, Urfa orucunun nasıllığını soruyorlar. ‘Ben, kişinin tuttuğu orucun kolay ve zor olması, kişinin iman durumuyla alâkalıdır. Kolaylaştıran veya zorlaştıran iman derecesidir’ diyorum.

Aşırı Urfa sıcaklarında oruç, daha bir anlamlı geliyor. Her şeyden önce kim/hangi şartlarda oruç tutuyorsa, sevap katsayısı ona göre kaydediliyor. Şartların farklı oluşunda bir adaletsizlik yok. Hatta şartlar ağırlaştıkça nefis daha bir ciddî terbiye oluyor. İbadet, nefsi yakıyor. Buralar ateşin imanı yakmadığı, ateşin serinleştiği, selâmetlileştiği mekânlar. Yani Allah’ın kendi kanunlarını özel iman durumları için değiştirdiği topraklar.

Oruç, nefsin yaralarını yakıyor, yok ediyor. Onun için, Ramazanlarda ciddî bir temizlik gerçekleşiyor. İnsan, melekleşiyor.

İman, ateşe galebe çalar. Ateş, imanı yakmaz. Çünkü iman nurdur. Nâr, nurdan geridir.

Bundandır ki, imanın artması, ateşe serinlik kazandırır. Güçlü iman karşısında ateş, söz dinler bir kul hükmüne geçiyor.

İnsan böyle mekânlarda anlıyor ki, güneş de, ateş de birer emirber nefer. ‘Yak’ denir yakar, ‘yakma! Serin ve selâmetli ol’ denir yakmaz ve serin ve selâmetli olur. O zaman yakan veya yakmayan ateş değil; ‘Yak!’ veya ‘Yakma!’ emri oluyor.

Evet, uyanık ruhlar için Urfa’da hayat, bir bütün halinde ibadetleşiyor.

23.08.2010

E-Posta: [email protected]



Süleyman KÖSMENE

Bir Ramazan sünneti: Teravih namazı (2)


A+ | A-

Necati Bey: “Teravih namazı hakkında bilgi verir misiniz? Oruç tutamayanlar teravih namazı kılmalılar mı? Teravih namazı sünnette kaç rekâttır? Yirmi rekâttan daha az da kılınır deniyor; bu doğru mudur?”

Dünden devam:

Teravih namazı iki rekâtta bir selâm verilince akşam namazının sünneti gibi kılınır. Dört rekâtta bir selâm verilerek kılınırsa yatsı namazının ilk sünneti gibi kılınır. Yani ilk oturuşta “et-Tahıyyâtü” ile birlikte “Salâvâtlar” da okunur. Üçüncü rekâta kalkıldığında ise “Sübhâneke” okunur ve “Eûzü Besmele” çekilir.

Teravih namazının bir kısmı kılındıktan sonra câmiye gelen bir kimse önce kendisi yatsı namazını kılar; sonra imama, bulunduğu rekâtta uyar. İmamdan sonra teravih namazının kalan rekâtlarını kendisi tamamlar.

Teravih namazını çok yavaş kıldırarak cemaati yormak ve sıkmak uygun olmadığı gibi, tadil-i erkâna riâyet etmeyecek derecede çok acele de kıldırmamalıdır.

Teravih namazının kaç rekât olduğu meselesine gelince… Namazın rekât sayısı üzerinde değil, keyfiyeti üzerinde yoğunlaşmamızın ve onu gücümüzün yettiği kadar sırf Allah rızası için kılmamızın önemini gözden uzak tutmamalıyız. Mühim olan Allah’ın huzûrunda Allah’ın rızâsı için kıyâma durmaktır. Ramazan gecelerinde sırf Allah rızâsı için ve sevabını Allah’tan umarak namaz kılanların mağfiret olunacağının da müjdelenmiş olması1, bu gecelerde kılınan terâvih namazlarının hayatımızın mânevî akışında ne büyük bir mihenk teşkil ettiğini açıkça ortaya koyar. Nitekim Peygamber Efendimiz’in (asm) Ramazan gecelerinde üçü vitr namazı olmak üzere toplam on bir rekât namaz kıldığını haber veren Hazret-i Âişe vâlidemiz’in (ra) şu bilgi notu önemlidir: “Öyle bir dört rekât kılardı ki, o rekâtlar güzel mi güzel, uzun mu uzun! Sonra dört rekât daha kılardı. O öyle bir dört rekât idi ki, yine eşsiz güzel ve uzun olurdu.” 2

Peygamber Efendimiz (asm) Ramazan gecelerinde nâfile namaz kılmaya teşvik buyurmuş, kendisi de bazen halkın içine çıkarak bu namazda bizzat öncülük ve imamlık etmiştir. Kendisinin cemaatle beraber sekiz rekât kıldığı, sonra da ashabı evlerde nafile namaz kılmaya yönlendirdiği rivayetleri kuvvetlidir. Öyle ki Ashab-ı Kiram daha sonra evlerine çekiliyorlar ve namaz kılmaya devam ediyorlardı. Evlerinden sokaklara arı vızıltısı gibi sesler taşıyordu. Allah Resûlü (asm) bu namazın tamamını-–şimdi bizim kıldığımız gibi düzenli olarak—her gece cemaatle kıldırmamasını ise, “Üzerinize farz olur da, güç gelir diye korkarım” 3 sözleriyle açıklamıştır. (Bir Peygamber’in (asm) ümmeti üzerindeki şefkatini bundan daha güzel ne gösterebilir?)

Hazret-i Ömer (ra) döneminde teravih namazları yirmi rekât olarak camilerde düzenli bir şekilde kılınmaya başlanmış ve bu konuda icma meydana gelmiştir. İmam-ı Azam (ra) der ki: “Teravih namazı sünnet-i müekkededir. Hazret-i Ömer (ra) onu kendi kafasından yirmi rekâta çıkarmış değildir. Bu yolda bir bid’ât de ortaya koymuş değildir. Verdiği hüküm, kendi düşüncesinin bir ürünü de değildir. Hazret-i Ömer’in (ra) bu hükmü, Hazret-i Peygamber’in (asm) kendisine verdiklerine ve Asr-ı Saadet’teki uygulamalara dayanmaktadır.” 4

Netice itibariyle, teravih namazını, tadil-i erkânı bozacak ölçüde hızlı kıldırmak câiz değildir. Fakat yavaş kıldırarak halka zorluk göstermek de uygun değildir. İkisinin ortası bir yol izlenerek; tadil-i erkâna riâyet etmek şartıyla, diğer namazlara nisbeten hızlıca kıldırılması, İslâm’ın re’fetine ve şefkatine daha uygundur.

Dipnotlar:

1- Müslim, Salât, 173.

2- Buhârî, Teheccüd, 592.

3- Müslim, Salât, 178;Buhârî, Salât, 411.

4- Cezîrî, İ. Fıkhı, 1/462.

23.08.2010

E-Posta: [email protected]



Yeni Asyadan Size

Yeni Asya ve referandum


A+ | A-

Meclisten geçip Çankaya onayını takiben Resmî Gazete’de yayınlanan ve Yüksek Seçim Kurulunun belirlediği takvim çerçevesinde 12 Eylül’de, Ramazan Bayramından hemen sonraki gün halkoyuna götürülecek olan anayasa paketinin, iptali talebiyle götürüldüğü Anayasa Mahkemesinden “rötuşlu vize” almasının ardından, partiler referandumda kullanılmasını istedikleri oyun rengine göre “evet,” “hayır” veya “boykot” kampanyalarını sürdürüyorlar.

Siyasî nitelikteki bir oylamanın birinci derecede muhatapları olarak partilerin tavır ve duruşlarını belirlemeleri, işin tabiatının bir gereği.

Ama sandığa gidip oy kullanacak veya paketin “evet” veya “hayır” diye tavır almaya değecek bir içeriğe sahip olmadığı kanaatiyle çekimser kalma tercihini yapacak olanlar, bizleriz.

Bu çerçevede, Yeni Asya olarak duruşumuzun nasıl olması gerektiği bahsine gelirsek:

Önce, şimdiye kadar yapılan referandumlardaki tercihlerimizi hatırlayalım:

* 12 Eylül Anayasasının oylandığı 7 Kasım 1982 referandumunda “ihtilâle de, anayasasına da hayır” dedik. (Ama o günün şartlarında maalesef yüzde 92 “evet” oyu kullandı.)

* 6 Eylül 1987’de, 12 Eylül’ün eski siyasetçilere getirdiği siyaset yasağının kalkıp kalkmamasının oylandığı referandumda yasakların kalkması yönünde tavır koyduk. (Ve “evet”lerin kılpayı önde çıkmasıyla yasaklar kalktı.)

* 25 Eylül 1988’de, bir sonraki yıl Mart ayında yapılacak olan yerel seçimlerin öne çekilmesi için dönemin hükümetince gerçekleştirilen referandumda tercihimiz “hayır” oldu. (Sandıkta da yüzde 65 “hayır,” yüzde 35 “evet” dedi.)

* 25 Ekim 2007’de cumhurbaşkanını halkın seçmesine ilişkin anayasa değişikliği için yapılan referandumda ise “evet”ten yana tavır aldık. (Sandıktan “evet”ler yüzde 69.1, “hayır”lar yüzde 30.8 çıktı.)

Bu örnekler, halkoylamalarındaki tavrımızı belirlemedeki ölçümüzün “demokrasi” olduğunu gayet açık bir şekilde ortaya koyuyor.

İhtilâl anayasasına karşı çıkmamız, siyasî yasakların kalkmasından yana olmamız ve cumhurbaşkanını halkın seçmesine destek vermemiz bunu gösteriyor.

1988’de devrin iktidarının yerel seçimleri öne çekme manevrasında ise, gündeme getirilen referandumda demokrasi açısından bir kazanımın söz konusu olmadığı, buna karşılık 12 Eylül’ün sivil devamı niteliğindeki söz konusu hükümet için bir güven oylamasına dönüştüğü mülâhazasıyla “hayır” diyerek, yine demokrasi eksenli temel yaklaşımımızla tutarlı bir tavır sergiledik.

Cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngören değişiklikte de, bunun demokrasi açısından bir kazanım olacağı mülâhazasıyla tavrımızı belirledik ve “evet” dedik.

Önümüzdeki 12 Eylül referandumunda ortaya koyacağımız yaklaşımın da, bu çizgiyle tutarlı bir çerçeveye oturtulması gerekiyor.

Ancak burada durum bir hayli karışık.

Bir defa, oylanacak paketin, getireceği demokratik kazanımlar açısından yetersizliği üzerinde yaygın bir görüş birliği var.

Paketin özü, demokrasi üzerindeki vesayeti kaldıracak yeterlilikten yoksun. Sadece AKP oylarıyla çıkması da bir handikap. Ve göründüğü kadarıyla, giderek arkasındaki halk desteğini kaybetmekte olan AKP, paketi, bu süreci tersine çevirmek için kullanmaya çalışacak.

Ortaya çıkan tabloda, pakete “hayır” demeyi, mevcut düzenin aynen sürmesine onay vermek şeklinde değerlendirenler olabilir.

Aynı yorumu tersten yapıp, “evet” tercihinin, AYM’nin rötuşlu onay kararı gibi, mevcut statükonun makyajlanmış şekilde devamına yarayacağını söyleyenler de olabilir.

Ve bu ikilem dahi, paket açısından başlı başına bir problem.

Son günlerdeki havanın verdiği izlenim ise, iktidar partisinin, paketi, sonraki süreçte gündeme getirmeyi hazırladığı—Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı gibi—bazı projeler için kullanma niyetinde olduğunu düşündürüyor.

Bütün bunları bir arada düşününce, karar vermenin iyice zorlaştığı aşikâr.

Bu durumun, referandumda “evet mi, hayır mı?” sualinin cevabını merkezî bir kararla belirlemeyi de zorlaştırdığı bir vâkıa.

Bu sebeple, geçtiğimiz Cumartesi günü, Yönetim Kurulu üyeleri ile bölge sekreterlerinin katılımıyla gerçekleşen istişarî kurulda referandum paketi masaya yatırıldı. Gün boyu süren toplantı sonunda yukarıdaki değerlendirmeler ışığında herkesin tercihinde serbest bırakılması kararı alındı.

Yeni Asya’nın, okurlarına, referandumdaki oy tercihleri için bir telkini olmayacağını duyuruyor; sandıktan çıkacak sonucun, her halükârda, demokrasimizin önünü açmasını diliyoruz.

23.08.2010

E-Posta: [email protected]



Recep TAŞCI

Madalyonun öteki yüzü


A+ | A-

Geçen hafta, Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Nisan, Mayıs, Haziran aylarını kapsayan Mayıs dönemi işsizlik rakamlarını açıkladı.

2009 yılının aynı dönemi ile karşılaştırıldığında yüzleri güldürdü.

Beklenenden iyi çıktı.

Hükümet referandum öncesi lehine kullanabileceği bir propaganda malzemesine sahip oldu.

Çünkü işsizlik iktidarın yumuşak karnıydı.

Başbakan da bu sebeple yüzde 10 hedefini koydu.

Umarız tutar.

Kusura bakmazsanız ve sıkılmazsanız biraz rakamlardan bahsedelim.

2009 Mayısında 21 milyon 455 bin olan toplam istihdam, 2010’da 23 milyon 55 bine yükselmiş.

Yani 1 milyon 600 bin kişi iş bulmuş.

Bir yıl içinde.

Gayet iyi.

İş bulanların sektörler itibariyle dağılımı şöyle:

Sanayi……….535 bin

Tarım………..423 bin

Hizmetler……474 bin

İnşaat………...167 bin

Bu tabloya paralel olarak Mayıs 2009’da işsiz sayısı 3 milyon 382 bin iken Mayıs 2010’da 2 milyon 846 bine gerilemiş.

İşsiz sayısı 536 bin azalmış.

Oran olarak da yüzde 13,6’dan yüzde 11’e inmiş.

Bütün bu rakamlar olumlu.

Herkes mutlu olmalı.

İşsizliğin azalması ekonominin de canlandığını da gösterir.

Ayrıca sosyal barışa da katkıda bulunur.

Ancak sevinirken rakamları iki taraflı okumalı.

Rehavete kapılınmamalı.

Bu bağlamda şu sevimsiz gerçekleri de bilelim.

Yüzde 11 hâlâ yüksektir.

Övünürken ölçüyü kaçırmayalım.

Tamam, buralara yüzde 16,1’lerden gelinmiştir, bir iyileşme söz konusudur, ama krizle boğuşan nice ülkelerde işsizlik oranı daha düşüktür.

Yine 2007 ve 2008’de işsizlik oranlarının yüzde 9,2’lerde olduğunu da unutmayalım.

Bir diğer olumsuzluk da 15-24 yaş grubunda işsizlik oranının yüzde 19,8 olmasıdır.

Şehirlerde bu oran yüzde 23’ü geçmektedir.

Ki bunlar hayra alâmet değildir.

Tarım dışı işsizlik oranı yüzde 13,8’dir

Ayrıca mevsimsel etkilerden arındırılmış işsizlik oranı Nisan ayına göre yerinde saymıştır.

Gizli işsizler 1 milyon 836 bindir.

Bunlar da hesaba katıldığında oran yüzde 16,9 düzeyine yükselmektedir.

Önemli bir nokta da yaz mevsiminin bitimiyle birlikte işsizlik oranının tekrardan tırmanışa geçeceğine dair beklentidir.

Açıklanan bu hususlar da madalyonun öteki yüzüdür.

Son olarak şunu ifade edelim.

Rakamlar kesin değildir.

İşsiz sayıları kapılar çalınarak tek tek tesbit edilmiyor.

Anket yoluyla hesaplanıyor.

Yanılma payı her zaman mümkündür.

Gerçek durumu tam olarak aksettirmeyebilir.

O sebeple…

İş aramaktan yılmış, umutsuzluğa kapılmış kişiler çizilen pembe tablolara sinirlenip, öfkelenmesinler.

TÜİK de nihayetinde bir devlet kurumu.

Her kurum gibi onun da hataları olacaktır.

Yeter ki siyasî iktidarların etkisinde kalmasın.

23.08.2010

E-Posta: [email protected]



H.İbrahim CAN

Medvedev Gümrü Üssünü kime karşı kullanacak?


A+ | A-

Rusya cumhurbaşkanı Medvedev geçen Cuma Ermenistan’ı ziyaret etti. Olağan gibi görünen bu ziyaret, aslında Rusya’nın eski Sovyet cumhuriyetlerine yönelik olarak Gürcistan savaşından bu yana izlediği aktif politikanın bir başka adımıydı.

Gümrü’de bulunan Rus askerî üssünün kullanımı 2044 yılına kadar uzatıldı. İmzalanan protokole göre bu üs Rusya’nın çıkarlarının korunmasının yanı sıra, Ermenistan’ın güvenliğinin korunmasını amaçlıyor. Ayrıca Rusya Ermenistan’ın askerî ekipmanının güncellenmesi için yardım edecek, kalabalık birliklerle eğitim verecek. Bu arada 1988 depreminde arızalanan Metsamor nükleer santrali Ruslar tarafından yeniden inşa edilecek.

Peki Gümrü nerede?

Arpaçay’ın hemen karşısında. Yani Türkiye sınırında.

Bu durumda Ruslar Ermenileri kime karşı koruyacak 2044 yılına kadar?

Abhazya ve Güney Osetya’ya Rusların kurduğu modern hava savunma sistemleriyle birlikte düşünüldüğünde, Rusya’nın eski sınırları içinde özellikle de Kafkaslarda etkinliğini arttırmayı, askerî gücünü bu bölgede yoğunlaştırarak özellikle Türkiye’nin Kafkasya’da güçlendirmeye çalıştığı rolünü sınırlamayı hedefliyor. Yani Rusların asıl derdi, Obama’nın yumuşak veya en azından Rusya’ya ait olduğunu kabul ettiği nüfuz bölgelerindeki hareketlerine karşı sessiz kalma politikasından yararlanarak, bu bölgeyi tamamen kontrolüne almak. Ukrayna’daki Sivastopol’da Karadeniz Filosunu konuşlandırma süresini 50 yıl daha uzatması da bu politikanın bir parçası. Bu arada Hazar Denizindeki filosunu da yeniliyor.

Ziyaretin gündemine—hiç alâkasız gibi görünmesine rağmen—Türkiye sık sık geldi. Osmanlı-Rus Savaşında ölen Rus askerleri anısında—bunca yıl sonra—yapılan anıtı açtı Medvedev. Sarkisyan her fırsatta protokolleri uygulamama konusunda Türkiye’yi suçladı.

Bu ziyaretten çıkarılması gereken stratejik derslerden birisi de; Rusya’nın Ermenistan-Azerbaycan sorununun çözülmesini asla istemediğidir. Azerilerle sorunlarını çözmüş, Türkiye ile arasındaki sınırı açmış bir Ermenistan, Rusya’nın istediği gibi kontrol edemeyeceği bir ülkeye dönüşecektir. İlk başta Ermenileri Yukarı Karabağ’ı işgale teşvik edenin de Rusya olduğu unutulmamalıdır. Rusya kendi nüfuz alanıyla yetinmeyip, BM Güvenlik Konseyi’nin yaptırım kararı aldığı İran’ın nükleer enerji santraline yakıt vererek, bu ülke nezdinde de etkisini güçlendirmeye çalışmaktadır.

Rusya’nın bu ziyaret vesilesiyle attığı adımlar ve benzerlerinin stratejik önemini üç noktada toplayarak yazımızı bitirelim:

1- Rusya—Amerika’nın pasif politikasından da yararlanarak—Güney Kafkaslar’da yoğun bir siyasal ve jeopolitik nüfuz arttırma harekâtı başlatmıştır.

2- Şimdi bu harekâtın hedefinde olan ve bundan etkilenen ülkeler kendi orta ve uzun vadeli çıkarlarını belirlemek ve ona göre harekete geçmek zorundadır.

3- Rusya’nın bu bölgedeki aktif politikalarının bir amacı da Türkiye’nin tarihsel ve etnik bağlara sahip olduğu Kafkasya’ya nüfuz etmesini önlemektir.

Bu şartlar altında Türkiye’nin gerek Kafkaslarda gerekse Türkî cumhuriyetlerdeki durumunu, Rusya’nın bu yeni politikasına göre belirlemesi ve buna karşı politikaları bir an önce uygulamaya koyması gerekmektedir.

23.08.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri




Son Dakika Haberleri

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet BATTAL

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Hakan YILMAZ

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehmet YAŞAR

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.