Aslında senin nefsinin o kadar çok ders almaya ihtiyacı var ki, senin Rabbin (cc) hiç ummadığın insanı sana muallim yapıyor. Çünkü senin nefsinin çok muallimlere de ihtiyacı var.
Bırak oyunu ey âşık, divâne ol,
Sokul kalbine ateşin, pervane ol..
Kendini kimsesiz, haneni temelsiz koy,
Var o vakit âşıklarla hemhane ol..
Hz. Mevlânâ
Üç kelebek ateşin etrafında dönüyor. Birincisi, ateşe biraz yaklaşıyor, kanatları aydınlanıyor, “ateş ışıtıcı bir şey” diyor. İkincisi biraz daha yaklaşıyor, kanatları ısınıyor, “ateş ısıtıcı bir şey” diyor, üçüncü kelebek ise ateşin yanına varıyor, ne olduğunu tam olarak öğrenmek için kendini ateşin içine bırakıyor, ne olduğunu belki de sadece o öğreniyor, ama kimseye anlatamıyor.
Bizler o üçüncü kelebek gibi değil miyiz? İnsan hayata gözlerini açmasıyla zaman hızlı bir şekilde ilerlerken sorguladıkları, öğrendikleri, kırgınlıkları, tecrübeleri, imtihanlarını ile kendini hayatın içinde buluyor. Anlıyor neler hissettiklerini, yaşadıklarını, ama sadece Rabbine anlatabiliyor. Anlattıkça Rabbine, derdi dermanı oluyor. Dâvâsı uğruna ateşin içerisine bırakıyor kendini de sadece Rabbine dayanıyor. Pervane misal ateşin etrafında dönüyor, Mevlânâ gibi. Döndükçe Rabbi’ne olan hayranlığı artarken, kalbi de adını yazıyor sevdasının ilmek ilmek. Yazılırken adı kalbine, en çetin imtihanlardan geçiyor. ‘’Sen’siz beni neyleyim. Sen’siz ben bir hiçim’’ diyen kalbi, sevdası uğruna vazgeçmeye hazırlanıyor kim bilir kimden? Dâvâsı uğruna yanan Zübeyir Ağabey gibi ‘yanmazsan yakamazsın’ nidaları yükseliyor kalbinden. Oysa ki yanmak nedir bilmezken, kelebek misâli pervanesin, nurlara meftunsun. Seni kendi içine çekiyor ateş “Çoktan sevdalanmışsın ey yürek! Vazgeçmek yok, vazgeçilmezler için” dercesine. Vazgeçilmezler için ölmek, nefsine gem vurmak. “Ben de varım” bu dâvâda diyorsan çoktan vazgeçmelisin, fâni sevgilerden.
Aşk-ı beka isteyen insan, kendiyle hasbihale başlarken nefsine kulak veriyor, nefis var olmak istiyor, varım diyor, varlığının devamını istiyor. Kendini geliştirmek ve bu yolda yürümek istiyor. Oysaki varlığımız ve hiçliğimiz pamuk ipliği üzerinde yürümek kadar hassas. Her an ince eleklerden eleniyoruz. Hizmetin içerisinde merdivenleri çıktığını düşünmen, bu imtihanı ortadan kaldırmıyor, belki mesuliyetini arttırıyor. İlerledikçe ve mertebeleri atlayınca, ya da vazifen gereği halkın nazarının senin üzerinde olması, senin daha çok eleklerden eleneceğini gösteriyor.
Aslında senin nefsinin o kadar çok ders almaya ihtiyacı var ki, senin Rabbin (cc) hiç ummadığın insanı sana muallim yapıyor. Çünkü senin nefsinin çok muallimlere de ihtiyacı var. İlim meclislerinde ders dinlerken kâinatta en çok benim ihtiyacım var diyerek kendini racul-ü facir (günahkâr adam) bilmelisin ey nefsim! Sen bütün nasihatlara muhtaçsın nefsim! Kendini büyük gösterme küçülüyorsun. Her konuda ben biliyorum bunları sakın demeye cesaret etme nefsim! Kâinattaki bütün bilgileri bilmeye gücün yetmez, hem hakkın da yok nefsim! Hak olan Rabbin Allah seni en mükemmel şekilde geliştiriyor. “Elhamdülillah haza min fadli rabbi” demelisin nefsim!
Zübeyir Gündüzalp Ağabeyimizi dinleyelim: “Anadan, yardan, serden ayrılacaksın. Candan gönül Kur’ân’a sarılacaksın. Damla iken deniz, nefes iken tayfun olacaksın. Derdini yazmak için derini kâğıt, kanını mürekkep edeceksin. Kimse ile görüştürmezlerse mecnun olup çöllere düşeceksin. Leyla arar gibi nur arıyanları bulacaksın. Bulamazsan üzülmeyeceksin.”
Hediye ARIBENİZ / [email protected]