Gençliğin büyük bir savrulmanın içinde bulunduğunu, beklenmedik bir ahlâkî erozyona maruz kaldığını fark etmiş olmalı ki, Başbakan geç de olsa “dindar bir gençlik” yetiştireceklerini dile getirdi.
Uygulanması bir tarafa, böyle bir düşüncenin gündeme getirilmesi dahi deyim yerindeyse fırtınaların koparılmasına sebebiyet verdi. Hemen her kesimden fikirler, yorumlar yapılmaya başlandı. Ehl-i dinin çoğu, özellikle iktidara yakın çevreler ve bilhassa o paraleldeki medya, Başbakanın bu söylediklerini memnuniyetle karşılayıp tam destek verirken; başta manevî değerlere mesafeli olan Kemalistler ve diğer laikçi kesim; devletin dindar insan yetiştirmek gibi bir yükümlülüğünün bulunmadığını; böyle bir yaklaşımın anayasaya ve kanun hükümlerine aykırı olduğunu, bu gidişle Başbakan’ın ülkeyi karanlık mecralara sürükleyeceğini dile getirerek, ortalığı velveleye vermeye çabaladılar.
Oldu olası manevî değerlere mesafeli durmayı meslek haline getiren o malûm çevrelere bir diyeceğimiz olamaz. Çünkü onlar öteden beri mesleklerinin icaplarını icra ediyorlar. Bu yönü ile onlardan müsbet manada yapıcı bir yaklaşım beklemiyoruz.
Sitemlerimiz ve beklentilerimiz dindar kimlikli iktidara... Toplumumuzun korkunç bir savrulmanın içinde bulunduğunu, bilhassa geleceğimizin teminatı olan genç nesillerin tarifi mümkün olmayan bir ahlâkî erozyona düçar olduğunu, bu meyanda bu iktidar döneminde içki satışlarının rekor seviyelere çıktığını, şans oyunları adı altında her türlü kumarın meşrû görüldüğünü, toplumun temel yapısını oluşturan ailede kavgaların ve boşanma dâvâlarının her gün artarak devam ettiğini, hapishanelerdeki doluluk oranlarının tavan yaptığını biz değil; istatistikler söylüyor.
Bu korkutucu gidişat, bu içler acısı manzara hayra alâmet bir durum değil elbet. Bu durumun dindar kimlikli bir hükûmet zamanında devam ediyor olması da, izahı mümkün olmayan bir durum.
Ülkemizin geleceği düşünülerek, öteden beri çeşitli vesilelerle bu gazetenin sayfalarında, bu hoş olmayan tehlikeli gidişata temas edildi, yazılar yazıldı, dikkatler çekildi. Ama maalesef bugüne kadar bizim bu samimane ve dostane ikazlarımız dikkate alınmadı.
Görüldüğü gibi Başbakanın “Dindar nesil yetiştireceğiz” beyanını her kesim kendi penceresinden yorumluyor, istismar ediyor. Bu ifade tarzı, biraz da gerek söyleyen, gerekse muhataplar açısından istismara müsait bir durum arz ettiği için, herkes aklına geleni veya hayaline geleni söyleyip duruyor.
Bolca istismara malzeme barındıran Başbakanın bu çıkışı, bana merhum Erbakan’ın bir zamanlar Taksim’e bir cami inşaasını, “İstanbul’u yeniden fethedeceğiz” veya “Bizim iktidarımızda rektörler, başörtülü bacılarımızın önünde saygı duruşuna geçecek” ifadelerini hatırlattı.
Siyaset aynı zamanda bir sonuç alma sanatıdır. Sonuç almak da tecrübe ister, kabiliyet ister, maharet ister, samimiyet ister... Fitneyi uyandırmadan, fırsatçılara, ifsat komitelerine malzeme vermeden hedefe varmak da ayrı bir ustalık, farklı bir taktik gerektirir.
Bu meyanda “Dindar bir nesil yetiştirmek istiyoruz” beyanına gerek var mıydı? Böyle bir çıkışın getireceği tepkiler hesap edilseydi daha doğru, daha isabetli olmaz mıydı? Gaye sonuç almak ise, maksat hedefe ulaşmak ise bu çeşit beyanların ne gibi getirisi, ne gibi götürüsü olabilir? Çıkış ve beyanlardan ziyade uygulama ve icraatlar daha inandırıcı, daha etkili olmaz mı? İş ve icraatları yaparken de pusudaki derin güçleri tahrik etmeden; fitnelere, şüphe ve tereddütlere kapıları aralamadan yapmak daha selâmetli, daha isabetli olmaz mı?
Diğer taraftan nesilleri dindarlaştırmak noktasında siyasîlerin öyle doğrudan bir vazifeleri ve yetkileri de hemen hemen yok gibi. Bediüzzaman’ın tesbitiyle “bir elinde siyaset topuzu, diğer elinde Nurları tutarak” insanları ikna ederek dindarlaştırmaya çalışmanın beyhude bir çaba olduğunu, dolayısıyla siyaset yolu ile insanlara dini telkin etmenin mümkün olmadığını öğreniyoruz. O halde devlete, bilhassa iktidarlara düşen her inançtan vatandaşların dinlerini yaşamaları için gerekli ortamı hazırlamak olmalıdır. Kanunlar çerçevesinde her türlü engeli tasfiye etmektir.