İlk babamız Adem Aleyhisselâm’ın ilk oğullarından Kabil’in, Habil’i haksız yere öldürmesi, ilk kara leke, ilk kanlı satır olmuş. Kabil’i takip edenler, o kara lekeleri arttırmayı ve o kanlı satırları yazmayı bu günlere kadar sürdürmüşler ve sürdürüyorlar.
O kadar ki; değil bazı yerleşim yerlerini, bu gidişle topyekûn bir dünyayı yaşanmaz hale getirecekler, kıyametin kopmasına sebep olacaklar, maazallah!
Dünyanın bir çok yerinde, bilhassa Ortadoğu’da ve Asya’da olanlara bakınız. Ve sıcağı sıcağına Afganistan’a ve bu ülkenin başşehri Kabil’e bakarsanız, Kabil’in başına Kabillerin nasıl üşüştüğünü ibret ve esefle görürsünüz. Bu şehre Kabil isminin verilme sebebini bilemem, ama bu şehirde ve ülkesinde hâkim ve iş başında olan gücün Habillerin değil, Kabillerin güdümünde iş gördüklerini görürsünüz..
Ne acıdır ki, hâlâ ve bilhassa İslâm ülkelerinde iş başında olan hâkim güçlerin, Kabillerin güdümünde olduğunu ifade etmekten dilimizi men edemiyoruz..
Hem de ismiyle müsemma olmadıktan sonra, isim ha Kabil olmuş ha Habil, fark etmez. Bugün doğru İslâm’ın dünya kamuoyunda güneş gibi parlamasına perde olanlar; İslâm âlemindeki Kabil ruhlu ve suratlılardan başka Habil görünümlü Kabillerdir ki, İslâm İslâm diye diye, İslâm’la hiç bağdaşmayan haksızlıklar, yolsuzluklar ve zulümler yaparlar. İslâm ülkelerinin hemen hemen tamamında ve şu an dünya kamuoyuna yansıyan şekliyle Afganistan’da..
KIYAMET KOPMADAN ÖNCE
Acaba bu insanlar, bu milletler ve bu devletler; insana yakışanı, millet olma şuurunu ve devlet olma ağırlığını ne vakit ortaya koyacaklar? Yani kıyamet kopmadan önce bu gerçekleşecek mi? Doğrusu insan merak ediyor.
Menfur menfaatler uğruna, siyasî çıkarlar hesabına ve dünyayı fesada vermek adına öyle şeyler tekrarlanıyor, öyle sözler geveleniyor ki, insan olanlar insanlığından utanıyor.
İnsanlar dünya sahnesinde göründüğünden bu yana, öyle dehşetli hadiseleri tarihe mal etmişler ki, tarih sayfaları kara lekelerle, kanlı satırlarla kabarmış.
Peygamberler de böyle bir dünyaya, böyle insanları hak yola sevk etmek için gönderildiler. Dâvete icabet edenler, tebliğe kulak verip itaat edenler kurtuldular. Uymayanlar mahvoldular. Hatta bazı Peygamberlerin hanımları ve evlâtları da, imtihanı kaybedip mahvolanlara yoldaş oldular.
“Bazı peygamberler gelmişler ki, mahdud birkaç kişiden başka ittiba edenler olmadığı halde, yine o peygamberlik vazife-i kudsiyesinin hadsiz ücretini almışlar.” (bkz. Lem’alar /Yirminci Lem’a)
Habil’i takip edenler de; Peygamberlerin (aleyhimüsselâm) rehberliğinde hak, hukuk ve adaleti gözeterek, zulümden uzak durarak, Allah’a (cc) kulluğun ve imanın gereklerine harfi harfine uyarak, güzel ahlâkı yaşayıp göstererek, asıl hayatın ahiret hayatı olduğuna tam kanaat getirip, ebedî saadetlerini muhafaza uğruna gerektiğinde gözlerini kırpmadan dünyalarından vazgeçmeyi bile göze alarak, fani dünyaları uğruna ahiretlerini feda etmeyerek yaşayagelmişlerdir. Bugün de Risale-i Nur rehberliğinde aynı yolu takip etme azmindedirler.
Sözün özü: Biz nasıl ki; kendi mefaatlerine dünyadaki dengeleri altüst etmek emelinde olan Batı kaynaklı cereyanların sadece adını koymakla... Meselâ “Neoconlar”, “Neoliberaller” veya başka isimlerde onları nazara vermekle, onların tahribatından azade kalamayacağımızı öğreniyorsak...
Batı da; IŞİD diyerek, EL KAİDE diyerek, TALİBAN vesaire diyerek, yine Batı’dan beslenen “İslâmî” (!) versiyonlarıyla İslâm güneşini perdeleyemeyeceklerini artık öğreneceklerdir. Çünkü Bediüzzaman var, çünkü Risale-i Nur var.