Bilindiği gibi Körfez harbi sırasında ABD’nin Irak’ta piar yaptığı Scud/Patroit füze pazarında, ABD yanlısı politikalar izleyen Türkiye’de Saddam’ın füze atma ihtimaliyle evlerde karartma uygulanmıştı.
Muhtemel kimyasal saldırılara karşı pencereler bantlanmış, ampüller ışığı geçirmesin diye folyolarla karartılmıştı.
Şimdi ufukta bir savaş tehlikesi yok, ama siyasî bir savaşın tam ortasındayız ki, (gecelerimiz) hürriyetimiz karartıldı.
Önce Twitter, Instagram, Facebook vs. sosyal medyaya yasak getirilmek istendi, (kısmen de uygulandı) sonra internet yasası getirildi. Onlar da kesmeyince en sonunda “dezenformasyon” yasası adı altında, yüzlerce yandaş medyaya karşı muhalif üç beş kanalın ve sosyal medyanın eli ayağı kesilmek istendi.
Tabiî havuz medyası ve hükûmet canibi istediğini yapmakta ve her türlü manipülasyona açık dezenformasyon pompalamakta. Böyle olunca soru sormayı bilen, aydın ve demokrat insanlar önüne dayatılan bilgilere şüpheyle yaklaşıp sebep/sonuç ilişkilerinde başka pencereler açmakta.
Bunun en son örneği; geçen hafta İstiklal Caddesi’nde 6 vatandaşımızın vefatı, 81 kişinin yaralanmasını netice veren terör olayı oldu.
Hükûmet güya tedbir için saatlerce internete erişimi engelledi. Yani haber alma hakkını kararttı. Vatandaş da karnesi kötü olan hükûmetin çelişkili enformasyonlarına kanmayıp sorular muvacehesinde doğruları arıyor.
SORULAR, SORULAR…
Deniliyor ki; “Soylu; ‘200 kadar terörist kaldı, onların da ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz’ demişti, peki o zaman bu güvenlik zafiyeti neden?”
Teröristin Türkiye’ye girişi ile İstanbul’a gelişi ve eylemi gerçekleştirmesiyle ilgili de pek çok soru kafaları karıştırıyor. İstihbarat zafiyetine işaret ediliyor, böylesine bir istihbarat zafiyeti de sorgulanıyor. Teröristin tespiti konusunda da farklı bilgiler veriliyor, açıklamalar yapılıyor. Teröristin 40 dakika bir bankta oturduğu açıklanırken, İstiklal Caddesi gibi polis tarafından iyi korunan bir caddede bunun nasıl fark edilmediği de merak konusu. Saldırıyı üstlenen örgüt konusunda da belirsizlik var. Türk yetkililer “PKK/PYD yaptı” derken, o örgütler iddiayı red ediyor. İşin içinde DEAŞ veya Kuzey Suriye’deki diğer gruplar da işaret ediliyor.
Biz, kriminal olan bu hadiseyi daha da kriminalize edecek durum ve yetkisinde değiliz. Gayemiz karatmanın getirdiği neticeleri nazara vermek. Geçen asırdan, zaten kriminal ve faili meçhul cinayetlerle karnesi kırık bir ülkeyiz. Fakat teknolojinin ve sosyal medyanın son sürat gittiği bu dönemde gerçeklerin kararması demek dedikoduları da beraberinde getiriyor; “milletin ağzı torba değil ki büzesin” retoriğine kapı açıyor. Zira deştikçe yeni iddialar ortaya çıkıyor. Zaten AKPMHP’ye sarsılan güvenin daha da derinleşmesi demektir ki, arefesinde olduğumuz şu günlerde seçim güvenliğinin de tehlikeye gireceği endişesi var. Terör saldırısının Afrin’le ilişkilendirmesi, seçime yakın muhtemel bir operasyon sinyalini de akıllara getirmiyor değil. Zira bu iktidarın, bekasını garantiye almak için her yola baş vuracağı inancı kuvvetle mevcut.
Bilindiği gibi, 7 Haziran 2015’te iktidarı kaybeden AKP, Suruç, Ceylanpınar, Ankara garı patlamaları gölgesinde istikşafî görüşme(me)lerle hükûmetin kurulamaması, dolayısıyla 1 Kasım seçimlerine giden demokrasi mi, güvenlik mi tercihine bırakılan Türkiye “güvenlik!” diyerek yüzde 49.50’yle AKP’yi tekrar iktidar yapmıştı.
Yine bir seçim dönemi ve yine Mersin saldırısıyla başlayıp Taksim’le devam eden kaos, “tarihi tekerrür mü ettiriyor?” mülahazalarına sebep oldu.
Yakın zamanda devreye giren dezenformasyon yasası eşliğinde “güvenlik gerekçesi” bahane edilerek haber alma hakları karartılarak seçime gidilebilir iddiaları da bunun yanısıra geldi.
Evet, haber hakkı gibi gecelerimizi de kararttılar, fakat “kararan gecelerin sabahı pek yakın olur” der, Bediüzzaman..
Ümitvarız…