Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Ekim 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Bir Ramazan hatırası



Yıllarca, yıllarca önceydi.

O günlerde de tıpkı bu günlerin şartlarını andıran hâller yaşanıyordu.

Biz henüz sabi denecek yaşta olduğumuz için onların bazılarını ilk defa idrak ediyorduk. Daha önce yaşadığımız hadiselere ise alışıp âşinâ olmaya çalışıyorduk.

Ramazan ayının gelmesi ve okulların açılması onlardan bazılarıydı.

O yıl, Ramazanın hazzını ilk defa hissediyorduk. İlkokul sıralarını geride bırakıp ortaokula başladığımızdan o heyecana pek yabancı değildik ama yeni eğitim yılına ve ortaokul şartlarına intibak etmekte zorluk çekiyorduk.

Ramazan okulların açıldığı günlere rastgeldiği için ilk orucumuzu tutmanın heyecanı ile yeni okulun şartlarına uyum sağlama telâşını birlikte yaşadığımızdan karşılaştığımız her hâl ve hadiseye dikkatle bakıyorduk.

Daha önce aile büyüklerimizin, bizi oruç tutmaya alıştırmak için icat ettikleri ve ‘paşa orucu’ dedikleri yarım günlük oruçları hesaba katmazsak, hayatımızın ilk orucunu tutarken en zorlandığımız hâl, susuzluktu.

Okula intibak etmeye çalışırken anlamakta zorluk çektiğimiz şeyse, ilk defa karşılaştığımız öğretmenlerin kendilerini tanıtırken kullandıkları ifadeler ve takındıkları tavırlardı.

Sınıflarımız haddinden fazla kalabalıktı, biz de oldukça konuşkan ve hareketliydik. Öğretmenlerse ilk günlerden sınıfa hükmetmek istemelerinden olsa gerek bir hayli ciddiydiler.

Onlar sınıfa gelip gittikçe biz anlattıklarından ziyade hallerine, hareketlerine, yüz ifadelerine dikkat ediyor ve o hâllerden hareket ederek öğretmenler hakkında kendimizce hükümler veriyorduk.

Öğretmenlerin en çok dikkatimizi çeken tarafları, talebelerin ekseriyetinin o yaşta oruç tutmalarına rağmen onların oruç tutmamaları, bazılarının da bunun öğretmenliğin gereği olduğunu ima etmeleriydi.

Onlar hakkındaki kanaatlerimizi kendimize saklamak yerine arkadaşlarımızla paylaşmak istediğimiz için çocuksu bir refleksle öğretmenlerin başka taraflara dönmesini fırsat bilerek hemen fısıldaşmaya başlıyorduk.

Hâl ve hareketlerini sarhoşa benzettiğimiz, sözlerinde de oruç tutmamızı hafife alarak inanç hislerimizi rencide eden imalar sezdiğimiz bir öğretmenin dersinde yanımdaki arkadaşlarla yaptığımız fısıldaşma faslı konuşma hududuna yaklaşmış olmalı ki öğretmenin dersi bırakıp bize doğru geldiğini görünce susmuştuk.

Yaptığımız hareketin yanlış olduğunun farkındaydık fakat konuştuğumuz meselenin onun üzerinde bıraktığı tesiri bilmediğimizden sözlü bir ikazla muhatap olacağımızı zannediyorduk.

Fakat öyle olmamıştı. Sıraların arasından yalpalayarak ilerleyen öğretmen bizim sıranın yanına gelince durmuş, iki taraftaki arkadaşları ayırarak beni aralarından çıkarmış ve tekme, tokat darbeleriyle dışarı atmıştı.

Yediğim dayaktan ziyade arkadaşlar karşısında küçük düşmenin hıncıyla idare binasına gidip okulu birbirine katacak yaygaralar koparmaya hazırlanırken beni odasına götüren ve babacan tavırlarla gönlümü alan idareci sayesinde biraz sakinleşmiştim.

Teneffüsten sonra sınıfa gidip arkadaşlarla hadiseyi konuşmaya başlayınca hislerim tekrar depreşmiş ve okul hakkında atıp tutmaya, öğretmenlere verip veriştirmeye başlamıştım.

Arkadaşların çoğu, biraz da tahrikkâr ifadelerle haklı olduğumu söyleyince tenkidin ölçüsünü kaçırmış, o öğretmenin hareketini bütün öğretmenlere teşmil ederek meseleyi yeniden alevlendirmiştim.

Artık bütün derslerde fısıldaştığımız yegâne konu öğretmenlerin sevgisizliği, bilgisizliği, acımasızlığı, gaddarlığıydı. Ben ders boyunca onların bu kanaatleri teyid eden hareketlerini dikkatle takip ediyordum.

Ders bitip zil çalınca, öğretmen çıktıktan hemen sonra da kara tahtanın önüne çıkarak heyecanlı nutuklar çekiyor, öğretmenlerin hâl ve hareketlerinden örnekler veriyordum.

Konuştukça mübalâğalı methiyeler alıyor, hattâ bazılarınca alkışlanıyordum.

***

O gün bu hava içinde girmiştik öğle tatiline.

Arkadaşların çoğu oruçlu olduğundan, olmayanlar da kendilerini hadiselerin heyecanına kaptırdıkları için öğle arasında da okulun arka bahçesinde bu meseleyi konuşmuş, kendimizce öğretmenlere itiraz etme plânları yapmıştık.

Hal böyle olunca öğleden sonraki ilk derse de ciddî, asabî hatta öfkeli, kızgın, soğuk, asık suratlı, eli sopalı bir öğretmenle karşılaşma hâlet-i ruhiyesi içinde girmiştik.

Öğretmen zili çalınca arkadaşlar merakla kapıya bakmaya başlamışlardı. Bense, beklediğimiz tipte bir öğretmenin geleceğinden emin olmanın rahatlığıyla gerektiğinde itiraz etmeye ve arkadaşlardan haklılığımı teyit eden fısıltılar duymaya hazırlanıyordum.

O sırada çantamda bir şey arama işine biraz fazlaca dalmış olmalıyım ki, hareketlenen arkadaşların hayret nidaları arasında başımı kaldırdığımda mütebessim bir yüzle karşılaşınca şaşırmıştım.

Ayın on dördü gibi parlayan orta yaşlarda güleç bir yüzdü karşımdaki.

Arkadaşlar çoktan ‘sağol’u çekip oturmuşlardı. Ama ben beklediğimin ve telkin ettiğimin tam zıddı bir tavırla karşılaşmanın şaşkınlığıyla öğretmenin yüzüne bakakalmıştım.

“Neden şaşırdın evlâdım?” demişti.

Sesi de yüzü gibi yumuşak, sakin ve güven vericiydi. Konuştukça hareketlenen tebessüm çizgileri azalacağı yerde artarak mehtabî bir parlaklığa bürünmüştü.

Öğretmen gülümsüyordu...

Onun bu tavrı ve hareketi benim gün boyu savunduğum iddiaları çürütmekle kalmadığı, öğretmenler hakkında söylediğim sözlerden dolayı beni müfteri durumuna da düşürdüğü için kızgındım.

“Neden gülüyorsunuz ki?” demiştim sorusuna soruyla mukabele ederek.

Sesim de, sorum da ukalacaydı. Lâkin o öğleden önce yaşadığımız hadiseyi duymuş veya hâlimden anlamış olmalı ki, bütün öğretmenlerin taşıdıkları hâlde çeşitli sebeplerle gösteremedikleri şefkati onlar adına da göstermek istercesine yanıma gelerek başımı okşamıştı.

“Ramazan gülümsetir” demişti ardından da.

Yalnız yüzüme veya gözlerime değil, göz bebeklerimin taa içine bakıyordu bunları söylerken. Nazarının nuranî ışıltılarıyla, simasının tebessümünü ve gönlünün güzelliklerini ruhuma nakşediyor gibiydi.

Mütereddit bir mahcubiyet içinde olduğumdan başımı önüme eğmek istiyordum ama bakışlarımı o gözlerden ayırmam mümkün değildi. Biraz daha dikkatli baksam, gönlündeki gül bahçelerini görebileceğimden emindim.

Bu güler yüz ve müşfik nazarlar, o anda susuzluktan kavrulan ruhuma öylesine serin bir su şuhluğu serpmişti ki, öğretmenlere duyduğum bütün kızgınlığı almış, kırgınlık hislerini yıkayıp temizlemişti.

Âdetâ Ramazanın tecessüm etmiş şekliydi o tebessüm.

Ben Ramazanı ilk defa o yüzde tanımıştım.

Ve o yüz sayesinde sevmiştim.

***

Aradan yıllar geçti.

Bu zaman içinde imtihanlar kazandım, okullar bitirdim, öğretmen oldum. Çeyrek asırdan fazla öğretmenlik yaparak yüzlerce öğretmen, binlerce talebe, bir o kadar da veli tanıdım.

Bu arada onlarca Ramazan yaşadım.

Lâkin ne ben, şimdi adını bile hatırlayamadığım o öğretmen gibi olabildim, ne de onun kadar Ramazanın gülümsettiği ve güldükçe güzelleştirdiği bir başka yüz görebildim.

Sırıtan çok, gülümseyen var ama tebessüm eden yoktu.

Hele, tebessümünün esrarını imanından alan hiç yok gibiydi.

Her Ramazan geldiğinde yaptığım gibi bu Ramazanda da bazen iftardan önce, bazen teravihten sonra, arada sırada da sahuru ve sabah namazını müteakip saatlerce sokaklarda, caddelerde, meydanlarda dolaşarak, otobüslerde, tramvaylarda, vapurlarda yolculuk yaparak gülümseyen yüzler aradım.

Hususan Ramazanın gülümsettiği yüzler.

Fakat nedense bir türlü bulamadım.

Bulamayınca, bari ben olayım dedim.

Heyhât, olamadım...

O zaman cemiyeti saran bu tebessüm mahrumiyetinin kabahatini münhasıran kendime yüklemek kastıyla her Ramazan günü hayatımın seyrini bir bir gözden geçiriyorum.

Bu maksatla tanıdık tanımadık, yakın uzak, büyük küçük, genç ihtiyar, kadın erkek demeden irtibat kurduğum bütün insanlarla olan münasebetlerimi yokluyorum.

Hepsinin kendine göre bir hayat tarzının, dünya görüşünün olduğunu ve onun icaplarını yerine getirerek hayatına mânâ kazandırıp kendini tatmin ettiğini anlıyor ve hiçbirini suçlayamıyorum.

Onun için, cemiyet beni bu şekilde davranmaya itiyor diyemiyorum.

Bu zamana kadar okuduğum, bildiğim, duyduğum veya uydurduğum bütün Ramazan manilerini, Peygamber kıssalarını, evliya menkıbelerini örnek alarak nefsimi hesaba çekiyorum.

Onu da suçlayacak makul bir sebep bulamıyorum.

Çaresiz kalıp bîtarafane bir nazarla etrafımda olup bitenlere bakıyorum.

Her an her yerde iyi kötü binlerce hadise yaşanıyor. Cep telefonu, telefon, radyo, televizyon, gazete, dergi ve fısıltı iletişimi ile herkes bunlardan hemen haberdar oluyor.

Olması gerekenin aksine, bu haberlerde genellikle çirkinlikler, kötülükler nazara verildiğinden her insanın her an moralini bozup sinirlerini gererek asabileştirecek bir yığın sebep zuhur ediyor.

Bunlardan olsa gerek; çehreler kaygılı, simalar solgun, suratlar asık, yüz hatları gergin, bakışlar öfkeli, haller endişeli, hareketler asabî, duruşlar katı, tavırlar soğuk.

Hülâsa, insanı bedbin edecek her türlü sebep var.

Hal böyle olunca çevrede de bir müsebbip göremiyorum.

Bu yüzden orta yerde müteşekkî, mütereddit, mütehayyir kalıyorum.

Zaman mı değişti, asır mı başkalaştı, yoksa insanlar mı şaştı meçhul. Cemiyetin o iman selâmeti ile sükûnet bulup gönül sıcaklığıyla ılıklaşan mânevî iklimi kaybetmesinin, fertlerin de insanî hasletlerini yitirmelerinin sebebi muammâ.

Peki neden?

Bu sorunun cevabını bilmiyorum.

Olanlara da bir mânâ veremiyorum.

Ama o mütebessim simayı hâlâ özlüyorum.

İnşallah, bir gün mutlaka bu hasret bitecek.

Buna bütün kalbimle inanıyorum.

01.10.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (24.09.2006) - Ramazanla yenilenmek

  (17.09.2006) - Zahmette, rahmet tecellîleri

  (10.09.2006) - Kastamonu tarafları

  (03.09.2006) - İstanbul’u mesken tutmak

  (27.08.2006) - Yarım asırlık hasret

  (20.08.2006) - ‘Yaşasın İslâmiyet...’

  (13.08.2006) - Savaşlar ve çocuklar

  (06.08.2006) - Cihangir’de gurûb vakti

  (30.07.2006) - Vatan ona mezar oldu

  (23.07.2006) - Said Nursî ve Hasna Şener

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habip FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004