Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 19 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Mezhepçilik, anti mezhepçilik



İngilizler nereye gittilerse etnik kavgaları beraberlerinde götürdüler. Sovyetler nereye uzandılarsa ideolojik kavgayı oraya taşıdılar. Amerikalılar da nereye gidiyorlarsa mezhebî kavga da beraberlerinde yürüyor. Irak bunun somut meyvelerinden birisidir. ABD’nin emperyal vizyonu bunu gerektiriyor. Ama bu tek başına uygulanacak bir politika değil. Bir tango için bir çifte ve partnere ihtiyaç vardır. Bu bağlamda, emperyal vizyonun amacına ulaşmak için kullanacağı âlet ve yakıtları olmalıdır. Dolayısıyla sırf emperyal vizyonu görüp de onun yakıtını görmemek bir şey ifade etmeyeceği gibi bize de muafiyet kazandırmaz. Bu itibarla, bazıları hakikatı değil, görmek istediklerini görüyorlar. Emperyal vizyonun âlet ve malzeme kısmını ya görmüyorlar veya görmek istemiyorlar. Veya inanmak istedikleri için inanıyorlar. Dolayısıyla bile bile kendilerini kandırıyorlar. Bu da nefse tapınmanın basamaklarından birisi olsa gerek.

Bazıları kompleksle yağmurdan kaçarken doluya tutuluyor. Dengeyi sağlayamıyor. Sözgelimi, kompleksle birlikte mezhepçilikten kaçarken antimezhepçiliğin dalgasına ve girdabına yakalanıyor. Bu da kompleksle karışık bir şekilde anti mezhepçilik veya ötekinin mezhepçiliğine muzaharettir. Bu, özür dilemeci nesillerin veya kendini bilmezlerin maalesef son hastalığıdır. Sözgelimi, bazıları Kaya Ramada’da yapılan toplantıyı Talibancı veya mezhepçi toplantı diye yaftaladı. Bunu yazanlar acaba kendilerine bir kez dahi olsa sorma gereği hissettiler mi: Şiiler neden Londra’da toplanıyorlar da (2003 savaş öncesi ve 2006 Temmuz ayı olacak) Sünniler İstanbul’da toplanıyor? Veya soruyu daha da genişletebiliriz: Şiiler Londra’da toplanırken bir şey olmuyor da neden Sünniler İstanbul’da toplandıklarında gürültü kopuyor ve suçlamaya muhatap oluyorlar. Bu kesimler ya bunu idrak etmekten acizler ya da bu soruyla yüzleşmekten çekiniyorlar. Bunlar da tatlı su veya popülizm aydınları. Veya rüzgâr gülleri.

***

İstanbul toplantısına katılan Semiü’l hak ve Fazlurrahman’ın bu katılımını ‘Taliban İstanbul’da’ diye yansıttılar. Toplantıda başörtüsü mecburiyetini şikâyet edenler ile anti mezhepçiler olayı karalamakta aynı zemini paylaştılar. Halbuki, Aslı Aydıntaşbaş Abdülaziz Hekim’le görüşmek için Irak’a gittiğinde çarşaf içinde kendisini terletmişlerdi. Orası Irak, burası Türkiye diyenlere söylenebilecek bir sözümüz yok.

Burada sapla saman birbirine karıştırılıyor. Fazlurrahman gibiler dâvet edildikleri yere gidiyor ve katılıyorlar. Yıllar önce Kaddafi tarafından da dâvet edilmişler ve toplantıda Erbakan ile Fazlurrahman yan yana düşmüştü. Galiba Ramazan Öztürk olmalı; karenin haberini yazdıktan sonra fotoğraf altına da şöyle bir ibare eklemişti: “Erbakan’ın yanında oturan sakallı kim?” Bu sakallı şimdiki anlayışa göre Taliban’ın adamı veya babası. Ve onun katıldığı toplantılar Taliban toplantısı olduğuna göre Kaddafi de Kuzey Afrika bölgesinin Taliban lideri olmalıdır. Taliban 1996’ta çıktı, ama zannederim, yanılmıyorsam eski Pakistan müftüsünün oğlu olan Fazlurrahman ise bildim bileli ortalarda. Taliban’dan önceki ismi neydi acaba? Taliban bir türevdir ve aslı türevle tanıtmak doğru değildir. Sözgelimi, İsmail Ağa Nakşibendi bir gruptur, ama Nakşibendilik İsmail Ağa ekolü değildir. Bu bağlamda, yüzlerce çeşit Nakşibendilik ekolü demesek bile ocağı vardır. Bu ocaklar da hepsi birbirinden farklı. İndirgemeci yaklaşımlar tehlikeyi veya kutuplaşmayı daha da büyütüyorlar. Kaynağı dalı ile değil dalı kaynağı ile anmak gerekir. Biz de ise habbe kubbe, kubbe de habbe yapılıyor. Fazlurrahman Diyobendilik ekolündendir. Emanullah Han döneminde Diyobendilik Afganistan’da bir süreliğine yasaklanmıştı. Bir kez de Amerikan döneminde böyle oldu, ama bugün Afganistan’da Taliban iktidarda olmasa bile oradaki ilmiye sınıfı yine Diyobendiliğe bağlıdır. Pakistan’da, Bangladeş’te ve merkez üssü olarak Hindistan’da da böyledir. Dolayısıyla Taliban bu ekole mensup olsa da bu ekol Taliban’a mensup değildir. Aynı gelenek içinde yer alsalar bile Semiul Hak ile Fazlurrahman grubu da birbirinden farklı ve bağımsızdır. Burada piramit tersine çevriliyor.

***

Uzakdoğu’nun Ezher’i kabul edilen Diyobend Medresesinin Hindistan’daki merkezî siyasetle ilgilerini reddediyor. Dolayısıyla Taliban’la organik olmak bir tarafa fikri bağlarını bile kabul etmiyorlar. Tebliğ Cemaatı da yine bir Diyobendi ekolüne bağlıdır. Taliban’ın bir kısmı elbette ki Semiul Hak ve Fazlurrahman’ın medreselerinde yetişmiştir. Hikmetyar veya Rabbani’nin de Cemaat-ı İslâmî ile bağlantılı olması gibi. Ama farkları karıştırırsak Semiul Hak ve Fazlurrahman’ı Taliban yaptığımız gibi geçenlerde Edward Said için ülkemize gelen Diyobend çıkışlı Mustafa A’zamiyi de Diyobendilikten öte Taliban yapmamız gerekecek. Birilerine göre fark etmeyecektir de. Antimezhep dürbünüyle bakanlar Taliban’a Amerikancı diye karşı çıkıyorlardı. Halbuki, ABD de onlara ‘aşırı dinci’ diye karşı çıktı. Elbette Abdülhak ve Karzai gibi aralarına sızmış Amarikancı Talibanlar da vardı. Ama görüldü ki gece gündüz anti Taliban propagandası yapan ve onları ‘Amerikancılar’ olarak yaftalayanlar Irak ve Afganistan işgallerinde işgalciler safında yer aldılar. Ziya Paşa’nın dediği gibi burada akvale değil ef’ale bakmak gerekir. Antimezhepçilik bu mânâda bir mezhepçiliktir. Ve bilerek veya bilmeyerek ulu orta Taliban suçlaması yapanlar Müşerref ve ABD’nin safına düşüyorlar. Ve bu boyalı basın veya kimi siyasetçilerin geleneğidir. Bu bağlamda Recep Tayyip Erdoğan’ın 20 yıl önce Hikmetyar ile çekilmiş fotoğrafını ortaya çıkaranlar onu da neredeyse Talibancı ilân etmişlerdi. Aynı zaviyeden bakınca Erbakan, Fazlurrahman’ın yanına oturduğu ve Kaddafi de ağırladığı için her ikisi de Talibancı olmuştur. Bu sakat yorumların nedeni kompleks ürünü olarak antimezhepçilik veya meşrepçiliktir. Mezhepçilik bir taassup mesleği ise, antimezhepçilik de bir kompleks mesleğidir. Artistik yönleri iltizam ve bağlılık yönünü aşanların sonunda gelip dayanacakları nokta burasıdır. Ama maalesef, bizim basın-yayın organlarımız da yazarlardan bile artist üretiyor. Karagümrük yanıyor böyle bir sürecin ürünüdür. Bizim de Ajdarlarımız oldu.

19.12.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (18.12.2006) - Ulusal Uzlaşma Konferansı

  (17.12.2006) - Türkiye’nin zamanı geldi - 2

  (16.12.2006) - Türkiye'nin zamanı geldi-1

  (15.12.2006) - Said Şaban’dan Fethi Yeken’e

  (14.12.2006) - Bize böyle Yahudi gerek

  (13.12.2006) - Duisburg’a vuran Sultanahmet gölgesi

  (12.12.2006) - Minare ile çankulesi (1)

  (11.12.2006) - Duâ mı, meditasyon mu?

  (10.12.2006) - Abdullah'ın hürriyeti

  (08.12.2006) - Papa ve özgürlük

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004