Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Sami CEBECİ

Kalp ve sevgi hissi



İnsanın mâhiyetinde biri maddî, diğeri mânevî olmak üzere iki tane kalp vardır.

Maddî kalp bir et parçasıdır. Vücudun her tarafına kan pompalar. Durduğu zaman o insan da ölüme mâruz kalır.

Mânevî kalp bir lâtife, bir duygudur. Hislerin aynası olan vicdan ile fikirlerin aynası olan dimağdan meydana gelir. İnkârcılık sebebiyle manevî kalp sekteye uğrar. O insan da yaşayan bir ölüden farksız hale gelir.

Beynin sağ yarım küresi his ve duyguların, sol yarım küresi de fikirlerin merkezidir. Mânevî kalp, santral gibi bütün lâtifelerin odak noktasıdır.

Muhabbet denilen sevgi hissinin kaynağı kalptir. Allah, o kalbe sonsuz bir sevme kabiliyeti koymuştur. Bu sınırsız kabiliyetin veriliş gayesi de, nihayetsiz bir muhabbetle Allah’ı sevmek içindir. Çünkü, Bediüzzaman’ın tespitiyle “Bâtın-ı kalp, âyine-i Sameddir.” Allah’tan başka olan ve Allah için olmayan sevmekler, sevgi hissinin yoldan çıkmış hâlidir. Böyle bir kalp, sahibini derin elemler içinde bırakır. Dünya o insana zindan olur. Çünkü, “Yerinde sarf olunmayan bir muhabbetin cezası, merhametsiz azap çekmektir.”

İnsan, yaratılıştan hadsiz bir muhabbetle Allah’ı sevmeye kabiliyetli bir tarzda yaratılmıştır. Çünkü, insanın fıtratında cemâl, kemâl ve ihsana karşı sevmek vardır. Elinde olmadan ve herhangi bir sebep olmaksızın güzel ve mükemmel şeyleri sever. Cemâl, kemâl ve ihsanın dereceleri arttıkça, o sevgi hissi de artar ve aşkın en son noktalarına kadar gider.

Bediüzzaman’ın tespitiyle “Bu küçük insanın, küçücük kalbinde kâinat kadar bir aşk yerleşir. Evet, kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan kuvve-i hâfıza, bir kütüphane hükmünde binler kitap kadar yazı, içinde yazılması gösteriyor ki, kalb-i insan, kâinatı içine alabilir ve o kadar muhabbet taşıyabilir.”

Madem insan fıtratında cemâl, kemâl ve ihsana karşı hadsiz bir sevme kabiliyeti vardır. Baştan aşağıya kadar bütün kâinatı güzelleştirmesiyle sonsuz güzel olduğunu ve nakışlı sanat eseriyle kusursuz bir mükemmelliğe sahip bulunduğunu gösteren Allah, elbette sonsuz bir muhabbetle sevilmeye lâyık ve müstehaktır.

Herkesin bildiği bir gerçektir ki, insan kendi mutluluğundan lezzet aldığı gibi, alâkadar olduğu zatların mutluluğundan da lezzet alır. Kendini belâ ve musibetlerden kurtaranı sevdiği gibi, sevdiği zatları kurtaranı da öyle sever. İşte, bu hâlet-i ruhiyeye binaen, insan, Allah’ın nihayetsiz ihsanlarından yalnız bunu düşünse ki; beni yaratan Allah, beni ebedî karanlıklar âlemi olan yokluktan çıkardığı gibi, ölümden sonra tekrar yok olmaktan kurtarıp ebedî bir Cennette ebedî ihsan ve nimetlere mazhar edecek. Bütün sevdiğim insanları dahi aynı nimetlere nâil kılacak. Elbette, böyle ebedî ihsanlara karşı, kâinat kadar bir kalbim olsa muhabbetle doldurmak isterim, diyecek. Ve o niyetle Allah’ı sevecektir.

Bahsi geçen sonsuz nimetlerin vesilesi olan Hazret-i Muhammed’i (asm) de, Allah hesabına nihayetsiz bir muhabbetle sevmek icap eder. Çünkü, hadis-i kudsiye göre, şayet o yaratılmayacak olsaydı, dünya ve âhiret bütün âlemler dahi yokluk âleminde kalacak, biz ve mazhar olduğumuz bütün nimetler dahi vücuda gelmeyecekti. Peygamberi sevmek ise, ona benzemekle ve sünnetine ittibâ etmekle olur. Allah’ın muhabbet ve rızasının kazanılması da en kolay ve kısa bir tarzda ona tâbi olmakla mümkündür.

İnsan kalbi, elinde olmadan güzel olan her şeyi sever. Allah namına olmayan bütün sevmekler, bir hançer gibi her an kalbi yaralar. Mecâzi olan bu muhabbetleri, irâdeyle hakîki sevgiye dönüştürmek mümkündür. Meselâ, dünyanın fâni olan üçüncü yüzündeki fenâ ve zeval damgası görülse, İlâhî isimlere aynalık ve âhirete tarlalık yapan ilk iki yüze muhabbet hissi döndürülse, aşk-ı mecâzi, hakîki aşka inkilâp eder. Leylâ’sı için çöllere düşen Mecnun’un, sevdiğini bulduğu zaman “Neyleyeyim Leylâ’yı, ararken Leylâ’yı, buldum Mevlâ’yı” demesi örneği, bu hakikate güzel bir misaldir.

Böylece, Allah hesabına dünya ve içindeki varlıklara yönelen sevgi duygusu, istikâmetini bulur ve sahibini rahatlatarak mânevî bir Cennetin lezzetini tattırır. Yunus Emre’nin ifâde ettiği gibi “Yaratılanı hoş gördük, Yaratandan ötürü”anlayışı ile her şeye olumlu bir bakışla yaklaşır ve hayatın saâdetini elde eder.

08.03.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (28.02.2007) - İrâde ve ibadet ilişkisi

  (21.02.2007) - İrâde sıfatı

  (14.02.2007) - Enfüsî tefekkür ve akıl nimeti

  (07.02.2007) - Musibetlerdeki mesaj

  (24.01.2007) - Ödemiş ve Tire ziyaretleri

  (03.01.2007) - Dünyaya ve âhirete çağıranlar

  (27.12.2006) - Dünyevîleşme hastalığı

  (20.12.2006) - Harika tasarım: Pankreas ve safra kesesi

  (13.12.2006) - Balıkesir yollarında...

  (07.12.2006) - İzmir'de iki gün

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004