Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 27 Haziran 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Topdawn ve tedricîlik



İslâm’da tedricîlik esastır. Ondan dolayı Kur’ân-ı Kerim müneccemen (peyder pey) nüzûl etmiştir. Dünyanın yaratılışı tedricî, yani aşamalı olmuştur. Sünnetullah aşamacılığa dayanır. Peygamber Efendimiz dahi Mekke’de 13 yıllık bir dâvet aşamasından sonra olayların sürüklemesiyle birlikte Medine’ye hicret etmiş ve burada sevk-i kader ve olayların akışıyla yeni bir safha, yapı ve yapılanma gerçekleşmiştir. Burada, altyapıdan sonra üst yapı tesis edilmiştir. Yatay gelişmeden sonra, dikey gelişme de sürecini ikmal etmiştir. Hizb’ut Tahrir içtimaiyattan siyasete geçişi (dâvetten devlete) Mekke devresi ile sınırlandırır. Bundan dolayı 9 veya 13 yıl içinde başarılı olamadığı için, İhvan’ı eleştirmiştir. Başarısızlığına hükmetmiştir. Ama bu suçlama bumerang gibi dönüp, dolaşıp kendisini bulmuş ve vurmuştur. Zira İhvan için geçerli vakit sınırlaması kendisi için de geçerlidir. Halbuki Hindistanlı allâme Vahidüddin Han’ın da temas ve ifade ettiği gibi, ahirzamandaki tecdit veya yenilenme devresi iki asrı kapsar. Kabaca iki asırdır. 1826’dan hesapladığımızda, bu yaklaşık 2026 yılını gösterir. Komünizmin havlu atmasından sonra 1991 ile birlikte belki de fecr-i sadık dönemine girmiş bulunuyoruz. Yaşadıklarımız da bunun irhasatı. Tam tamamlanması ve bedir haline gelmesi, belki 2026'yı bulur veya yakın tarihlerdir. Vahidüddin Han, ahirzamandaki bu iki asırlık yenilenme devresini hadis-i şeriflere dayandırır. Dolayısıyla 13 yıllık mukayese fasid bir kıyaslamadır. 13 yıl bir mutlak modelden ziyade, örneklemedir. 10 yıllık Hudeybiye Anlaşmasına benzer. Kimileri buna kıyasla sulh dönemlerini 10 yılla sınırlasa dahi, bu çok yerinde bir mukayese değildir. Barış süresi yayılmaya ve esnemeye açıktır. Esasen harp ve sulhde kalıcı statü, harp değil, barıştır. Cilbab da kriter olmaktan ziyade bir örneklemedir. Hizb’ut Tahrir gibi anlayışlar hatalıdır, zira Vahidüddin Han’ın temas ettiği ihbar-ı gaybî ve Ortaçağ’daki tarihî simetrik yenilenme (Haçlı ve Moğol istilâsı devresi ve yenilenme) bizzat iki yüz yıl sürmüştür ve bu kıyaslamaları reddeder mahiyettedir. Dolayısıyla bu tarih okumaları basitçe ve çocukçadır. Hizb’ut Tahrir, maalesef tedricîlik meselesini tam olarak kavrayamamıştır. Kendisini İngilizlerin ‘topdawn’ dedikleri, yukarıdan inmeci bir anlayışa kaptırmış ve öncelikler sıralamasını ve merdivenini ıskalamıştır. Bu da tıkanmasını beraberinde getirmiştir.

***

Tedricîlik esasına göre, öncelikli olarak hizmet dairesi iman hizmetinden başlar, amel-ahlâk dairesinden geçer ve siyasete gelir. Siyaset ve hukuk son dairedir. Bu sıralamayı bir başka şekilde daha yapabiliriz: Ferd, toplum ve devlet (ulu’l emr veya yöneticiler) ve hukuk. Halbuki Cemaleddin Efganî bu sıralamayı tersinden yapmıştır. Doğrudan siyaset ve doğrudan eylem yöntemini benimsemiştir. Bunun sonucunda bir takım siyasî kalkışmalara yeltenmiş ve Nasirüddin Şah veya hidivlerden bazılarını devirmek için harekete geçmiş ve suikast teşebbüsünde bulunmuştur. Bu ise, kısa vadede tıkanmayı beraberinde getirmiştir. Bunun sonucunda Muhammed Abduh ile üstadı Cemaleddin Efganî’nin yolları ayrılmıştır. Muhammed Abduh yatay ıslâh hareketi olmadan, dikey ıslahatın pek bir netice vermeyeceğini görmüştür. Ama Mevdudî’nin gerekçesi de şudur: “Biz bir kişiyi ıslâh etmeye çalışırken, siyaset dairesi yüzleri ve binleri ifsat ediyor.” Halbuki hadiseler ispat etmiştir ki, bu yol çıkmaz bir yoldur. Bu yolun tıkalı olduğunu görenler zamanla evrilmişlerdir, bu da başka zarar kapılarını açmıştır. Bu çıkmazı gördükten sonra Muhammed Abduh üst yapı ve siyaset yerine eğitime ağırlık vermiş ve uzun soluklu bir hatt-ı hareketi veya yöntemi benimsemiştir. Müslüman Kardeşler ise, takdim ve tehire başvurmadan, yani tedricîliği öteleyerek bu ikisini birlikte götürmek istemişlerdir. Dolayısıyla dinî ve içtimaî hizmetle birlikte siyaseti aynı anda kotarmaya çalışmışlardır. Bu ise, önce bir heyecan dalgası meydana getirdiyse de sürçme ve kırılmalardan kendisini koruyamamıştır. Muhammed Abduh, Cemaleddin Efganî’den ayrıldıktan sonra ‘eüzü billâhi mineşşaytani ves’s siyase’ demiştir. Hazreti Ali’nin dünyayı üç talakla boşaması gibi, siyaseti üç talakla boşamıştır. Bu boşama aslında geniş dairede siyasete veya maslahat-ı ammeyi önceleyen siyasete engel değildir. Dolaylı siyaset en sağlam siyasettir. Muhammed Abduh’tan sonra menfaat üzerine deveran eden siyasetin canavarlık olduğunu gören ve siyasetin ahlâktan koptuğunu fark eden Bediüzzaman da siyaseti boşamıştır. Bu, elbette ki doğrudan siyasettir. Mayıs 2007’de de Suudi Arabistan’ın en tanınmış âlimlerinden ve dâvetçilerinden olan Aiz el Karni de Muhammed Abduh’u taklid ederek ‘siyasetten Allah’a sığınırım’ şeklinde bir yazı kaleme almıştır. Ve bunların tetimmesi kabilinden Muhammed Selim Avva gibiler de İhvan’ı aynı noktaya dâvet ediyorlar. Siyaset noktasında İslâm dünyasının gözleri AKP tecrübesine bakıyor. Bu son tecrübedir. Bu da başarısız olursa, doğrudan siyaset ve evrime uğramış siyasî anlayış da miadını dolduracak ve tamamen devreden çıkacaktır. Bununla birlikte, son seçim taahhütlerinde başörtüsünü de gündemden düşürerek aslında AKP bu faslı kapatmış oldu. En azından kendisine bel bağlayanlar açısından. Devrim yoluyla (Kemalist yol) evrim yolu (siyasal İslâm) veya Kemalizmle liberalizm önünde sonunda sonuçları itibarıyla aynı noktaya varacaktır. Kadro kavgasından dolayı sadece Kemalistler aceleci davranıyorlar.

***

Yukarıdan inmeci siyaset, yani iman erkânını, içtimaî hizmetleri tamamlamamış ve ahlâkî olgunluğa erişmemiş bir çizgi başarısız olursa, kırılmalara sahne olur. Şiddet yoluyla başarılı olursa da, totaliter ve otoriter bir kimlik ve hüviyet kazanır. Harici mantığın başkalarına hakkı hayat tanıması ihtimali yoktur. Ve tedricîliği esas almayan hareketlerin eninde sonunda ulaşacakları anlayış Arapların ‘şumuliye’ dediği totaliter anlayış kalıplarıdır. Merkeziyetçiliktir. İttihatçılık anlamında Osmanlı’yı yıkan da bu olmuştur. İndirgemeci ve yukarıdan inmeci anlayışların varıp dayanacağı nokta kurgu ve mühendislik, yani totaliter anlayıştır. Bundan dolayı kimileri Seyyit Kutup’taki devlet tasavvurunu şumuli, yani totaliter olarak nitelemiştir. Evet, tepeden inmeci yaklaşım İslâm’ın vazettiği tedricîliğe terstir ve bu da Sünnetullaha aykırıdır. Bu anlayış, Fransız devriminin İslâma bulaşmış tortuları veya bakiyyesi arasında sayılmalıdır.

27.06.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (02.07.2007) - İndirgemecilik ve parçalı anlayış

  (01.07.2007) - Mekanik tasavvurlar

  (29.06.2007) - Zafere kayıtlı misyon

  (28.06.2007) - Hukukta tedricîlik

  (27.06.2007) - Topdawn ve tedricîlik

  (26.06.2007) - Siyaset ve şiddette yöntem

  (25.06.2007) - Yöntem meselesi

  (24.06.2007) - Bir hüzün yolcusu

  (23.06.2007) - Yalan rüzgârı

  (22.06.2007) - Meydan savaşından siyaset savaşına

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004