Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 28 Ağustos 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Protokol başörtüsü



Pazar günü (26 Ağustos 2007) El Cezire Kanalında Hayat ve Şeriat programında ‘örf ile şeriat arasında kadın’ konulu sohbeti dinledim. Bahreynli Rukiyye Ülvani sunucu Osman Osman’ın konuğuydu. Ülvani Hanım kompleksin ötesinde dört dörtlük müteşerri bir çizgiyi temsil ediyordu. Tam da Ayşe Böhürler ile Nihal Bengisu Karaca gibilerinin karşı modelini temsil ediyor. Orada kadın konusunu çok güzel teşhis etti. Eskiden ‘Arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim’ diyorlardı. Ülvani de ‘Bana kavramlarını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim’ tarzında bir üslup geliştirdi. Buna göre, ‘kadına karşı ayrım,’ ‘erkek egemenliği,’ ‘erkek bakış açısı’ gibi kavramların da Batılı kavramların bir yansıması olduğunu ve orjinal değeri bulunmadığını, İslâmî feminizmin genel feminist akımların bir altkimliği olduğunu söyledi. Bu da, hadislerde haber verildiği gibi Batılıların (kertenkele deliğine girseler bile) körü körüne Müslümanlarca taklid edildiğinin ispatıdır.

Rukiyye Ülvani’nin ülkemizdeki benzerlerinden olan Nazife Şişman da ‘Küreselleşmenin Pençesi İslâm’ın Peçesi’ adlı kitabında da isabetle bu tezi seslendirmektedir. Bahreyn Üniversitesi hocalarından olan Ülvani Hanım da Muhammed Gazali’nin kitabının ‘Kızıl yürüyüş/ez zahfu’l ahmer’ başlığını hatırlatırcasına Ez Zahvu’l avleme/küreselleşme atağı ve yürüyüşü’den bahsetti.

Bu tesbitlerinde Şişman ile Rukiyye Ülvani ortak bir kanaati paylaşıyorlar. Modernizm döneminde İslâm içtimaiyatının Batı içtimaiyatının bir yansıması olduğunu söylüyor. Batı ile şark toplumları arasında kadın da dahil ilişkinin tek yanlı olduğunu ve mukarebe ve mukarene yolu ile Müslüman kadınların ve toplumların Batılı toplumları taklit ettiklerini söyledi. Karşılaştırma ve yakınlaştırma ile Müslüman toplumlar da küreselleşmenin pençesine takılmış oldular. Bu da değerlerimizin içini boşalttı. Ülvani Hanım İslâm dünyasındaki kadın probleminin ithal bir problem olduğunu ve Batı kavramlarının hayatımıza yansımasından ibaret kaldığını söylemiştir. Bunu Mısırlı filozof Tevfik Tavil şu sözlerle ifade etmişti. “Batılılar çekildi, ama yerlerine kavramlarını bıraktılar...” Buna mukabil telefonla Şam’dan katılan feminist İslâmcılardan Feryal Mehna da Ayşe Böhürler gibi konuştu ve kadınla ilgili İslâm fıkhiyatının ortaçağ ve karanlık devir veya kölelik devri mahsülü ve kalıntısı olduğunu ve bugünkü kimi dinî anlayışların da hâlâ bu dönemden beslendiklerini ve bu devrin etkisinde kaldıklarını savundu.

***

Bu bir medeniyet dönüşümüdür. Kadının rolünün konsolide edilmesi için erkeğin rolünün tahkim edilmesi gerektiğini savunuyor. Kadın yüzyılında kavramlar yer değiştirmiş, Allah’ın erkeğe bahşetmiş olduğu kavvamiyet görevi kadına intikal etmiştir. Kadın çağında kavvamiyet erkekten kadına geçmiştir. Bunun yeniden yerli yerine oturtulması lâzımdır ve bu da üretim ve tüketim modelleriyle yakından alâkalıdır. Üretim ve tüketim modelleri de yine küreselleşmeyle yakından irtibatlıdır. Bu bağlamda, Yeni Asya’dan Hasan Hüseyin Kemal’in sorularını cevaplandıran Nazife Şişman teşhis-i illetde bulunmuş ve savrulmamızı analiz etmiştir. Söyledikleri arasında kulakta kalanlardan birisi de şudur: ‘protokol başörtüsünün’ gerçek başörtüsüne bir faydası yoktur. Bu hususta aşağıdaki değerlendirmede bulunuyor: “Başörtüsü devletin tepesinde görünür hale geldiğinde ne yapabiliriz? Onu nasıl daha şık hale getirebiliriz?” sorularını sormaya başladılar. “Başörtüsünü ahireti hatırlatmayacak hale nasıl getirebiliriz? Başörtüsünü başörtüsü olmaktan nasıl çıkartırız, nasıl ucube bir hale getiririz?” gayretleri içerisindeler. Cumhurbaşkanı eşinin başörtüsünün “Bu ülke Müslüman bir ülke dedirtmeyecek” düzeyde bir aksesuara indirgeme çabası içerisindeler. Başörtüsünü sadece moda unsuru haline dönüştürme ve dinî kıyafet olmaktan çıkartma gayreti içerisindeler. “Bu da başını örtüyor, ama başka bir iddiası yok, örtüsü başka bir dünya görüşünün göstergesi değil. Daha dindar hayat talep etmiyor” demek istiyorlar. Özellikle AKP iktidarında bütün parti liderlerinin, belediye başkanları eşlerinin sürekli sosyal faaliyet içerisinde olmaları, sürekli bir kurdele kesiminde tesbih taneleri gibi yanyana olmaları, sürekli protokolde görünme durumlarının kamusal alanda başörtüsünün görünürlüğüne bir katkısı olduğunu düşünmüyorum. Hatta bazı kesimlere Ak Parti iktidarı eşlerinin görünür olmaları, Türkiye’de başörtü sorunu kalmamış gibi algılattığı söylenebilir...” Canan Barlas’ın Hayrunnisa Gül ile izlenimleri de tam bunu çağrıştırıyor.

***

Müslüman toplumu bekleyen tehlikeler konusunda da şunları arz ediyor: “Yılmaz Esmer’in araştırmasında toplumun “Mayo giymek günahtır” yargısı manşetlere taşındı. Günaha günah deme özgürlüğünün olmadığı, dinî öğretilerin açıklanmasının liberalliğe, özgürlüğe aykırı varsayıldığı ortamda kadınlar çocuklarını nasıl yetiştirecekler? “Başın üstündeki göz” başörtülü kadınları sürekli kendine göre tanımladığı ve onları cahil, gerici olarak tanıttığı için, bazı başörtülüler kendilerinin öyle olmadığını göstermek için anormal davranabiliyorlar. Bu da bazen giyimlerine yansıyor. Size bir anekdot anlatayım. İlahiyat Fakültesi mezuniyet gecesinde bir kız “Gitar da çalarım, İngilizce’yi de çok iyi bilirim” vurgusunu yapıyordu. Burada ondan beklenen gitar çalması değildir, çalarsa ilahiyatçılığına halel gelir anlamında söylemiyorum, ama bu dışarıdaki baskıyla alâkalı anormal bir davranış. Başörtülü, ama her şeyi yapabilen bir yaklaşım... “Örtünmek güzeldir” reklâm sloganının tepki çektiği bir ülkede yaşıyoruz. Bazılarının çok ciddî endişeleri var, ama ben bu endişeleri yersiz buluyorum. Türkiye’de kimsenin tesettürsüzlüğüyle ilgili ne kanunî bir yasak, ne toplumsal bir baskı var. Hem suçlu, hem güçlü olduklarını gösteriyor, sindirimsiz olduklarını gösteriyor. Bu paranoyak bir durum. Türkiye’de tam tersi bir durum var. Başörtüsünün resmen yasak olduğu, belli yerlere girme izni olmadığı halde, birilerinin “başörtüsüz olma özgürlüğümüz kısıtlanacak” diye yaygara koparması şımarıklıktan öte bir durum... ..” Onlarınkisi tam paranoyakça bir yaklaşım. Kimi Yahudilere atfedilen durum gibi. Bir Yahudi hem sopa, atıyor hem de mahalleliye imdat çığlıkları göndererek, bir taraftan da “Yetişin adam dövüyorlar” diye avaz avaz bağırıyor. Aynı hesap. Peki Şişman veya Ülviye gibi hanımların yerine neden Ayşe Böhürler gibilerini daha fazla sahnede görünüyor. Fazladan ne kerametleri var ?

Tahlilin içinde onlar da var. Laikler başörtüsünün kendilerine benzeyenini yani aksesuarını seviyor da ondan...

28.08.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (27.08.2007) - Negatif baskı

  (26.08.2007) - Peki, ne yapmalı?

  (25.08.2007) - Dereceden derekeye

  (24.08.2007) - Dereceden derekeye

  (23.08.2007) - Püf noktası

  (22.08.2007) - Hem özde, hem de sözde

  (21.08.2007) - Sophia Loren tarzı

  (20.08.2007) - Hollywood tarzı hicap

  (19.08.2007) - Rusbaşı ve Kelly tarzı

  (17.08.2007) - ‘Yolcu sarhoş, hancı sarhoş’

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri