Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 01 Ekim 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Nimetullah AKAY

Sevdiklerimizden ayrılacağız



Bu dünyada ne kadar çok sevdiğimiz şeyler vardır, değil mi? Öncelikle kendimizi sevmekteyiz. Çok güzel yaratıldığımızı, bir çok insandan daha fazla güzel bir insan olduğumuzu düşünürüz. Çoğu zaman aynanın karşısından ayrılmak istemeyiz. Gözlerimize, kaşlarımıza, simamıza bakmaya doyamıyoruz.

Bazen de öyle bir gaflet karanlığı içine dalarız ki, güzelliklerimize sahip çıkar, bütün güzelliklerin sahibi biz olduğunu düşünürüz. Bu şekilde düşünme bizleri şımartır, nefsimizin gururlanmasına da sebep olur. En tehlikelisi de insanın içinde gizli bir şirkin doğmasına sebep olur.

İnsanlar içine çıktığımız zaman da herkesin bizi güzel görmesini, güzelliklerimizi takdir etmesini isteriz. Bu sebeple de dışarılara çıkmadan önce üstümüzü, başımızı özene bezene düzeltir, hatta bazen de fıtrî olan yapımızı güzellik adına değiştirmeye bile çalışırız. Bu şekilde, kendi güzelliğini insanlara gösterme duygusu, zaman içinde bizleri “güzellik budalası” dedikleri cinsten bir insan haline getirir.

Çevremizdekiler “Sen ne kadar da güzelsin” deseler sevinir ve gururumuz kabarır, “Sen ne kadar da çirkinsin” deseler de müthiş kırılır, adeta yerin dibine gireriz. Oysa güzel olsak da, çirkin olsak da, yaratan biz değiliz. Kendimizi olduğumuz şekilden başka bir şekilde yaratma imkânımız da bulunmamaktadır.

Her türlü görüntünün yaratıcısının Allah olduğunu düşünmeyen cahil insanlar insanların bazılarına “güzelsin” veya “çirkinsin” diyerek sanki onları şereflendirmekte veya onlara hakaretler etmektedirler. Cahil insanlar çoğu zaman böyle malı gerçek sahibine değil de parmağını bile kendi gücüyle kıpırdatma imkânına sahip olmayan aciz insanlara verir.

Güzellikleri sadece görüntüde ve geçici şekillerde arayan insanlar, dünyada yaratılan hiçbir güzelliğin kalıcı olamayacağını aklına getirmiyor. Hayatımız boyunca gördüğümüz insanlardan kaç kişinin gençliğinin ilâ nihaye devam ettiğini görebildik ki? Diğer insanlara değil de kendimize bakalım. Hani nerede o gençliğimiz? Eğer bizler şimdilik genç isek, o halde hani nerede babamızın, annemizin gençlik halleri?

Hem sahip olmadığımız, hem de bu dünya hayatında sürekli bizde kalamayacak güzelliklerle kendimizi avutuyoruz. Sadece kendi bedenimizin değil, elimizdeki dünyevî imkânların da zebunu olmaktayız. İçinde pırıl pırıl eşyalarla, mobilyalarla birlikte bulunduğumuz evimizden bir gün ebediyen ayrılacağımızı aklımıza bile getirmiyoruz.

Bir gün gelecek, en çok sevdiğimiz gençliğimiz ihtiyarlığa dönüşecek. Bir gün gelecek çok güvendiğimiz vücudumuzun gittikçe takatten düştüğünü göreceğiz. Bir gün gelecek etrafımızda şimdilik şen şakrak koşuşan yavrularımız bizlerden ayrılıp uzaklara gidecek. Bir gün gelecek yalnızlığın acısı içinde dünyanın hiçbir imkânı bizlere zevk vermeyecektir.

Elbette dünyada sahip olduğumuz güzelliklerin ebedî bir hayatta bizlerle birlikte devam etmesinin çarelerini araştırmak gerekir. Öncelikle hiç güzellik ve güç kaybetmeyen bir gençliğe sahip olmanın yollarını aramamız gerekir. Şimdiye kadar yeryüzünde yaşayanların böyle bir imkânı elde edememiş olması, bizlere bu imkânın bu dünyada değil de, ancak başka ebedî bir ülkede elde edilebileceğini hatırlatmıyor mu?

Dünyanın bütün geçicilikleri, yüzümüzü ebedî ahiret ülkesine çeviriyor, bizlere, “Orası için çalışın” deniliyor, bizlere, bu dünyadaki hiçbir güzellik ve imkânın ebedî olmadığını anlatıyor. Bütün mesele, nefsimizin hevâ ve heveslerine aldırmadan gerçeklere yönelebilmemizdir şüphesiz.

“Bütün gelecekler yakındır” hadis-i şerifi gereğince, dünyadaki bütün güzelliklerimizi yok edecek ölüm çok yakınımızdadır. Bunu hiçbirimiz inkâr edemiyoruz. O halde nefis ve şeytanların peşine düşmek akıllıca bir davranış tarzı olamaz.

Allah’ın rızası dairesinde bir hayat varken, Hz. Muhammed (asm) gibi bir rehber bize gönderilmişken, elbette dünyanın geçici hevesleriyle günlerimizi geçirme ahmaklığında bulunmaya bizlerin hakkı bulunmamalıdır.

01.10.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (25.09.2007) - Kalbimiz kimleri sevmeli?

  (24.09.2007) - İnsanlığımız boğulmadan

  (18.09.2007) - “Acil Servis”in dindiremediği sancılar

  (17.09.2007) - Öyle bir yaşayalım ki...

  (11.09.2007) - Ey nefs-i pürheves!

  (10.09.2007) - Gafletli hâletlerimizin sonucu

  (04.09.2007) - Fikirlerimiz ve zikirlerimiz

  (03.09.2007) - Susuzluk ile imtihanımız

  (28.08.2007) - İyilik zannıyla kötülük etmek

  (27.08.2007) - Doğru okumayı bilmek

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri