Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 21 Ekim 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Karahisar’ın nurânî yüzü



Afyon, Emirdağ, Eskişehir...

Anadolu bozkırının ortasında, aynı hat üzerinde uzanan birbirine yakın yerleşim birimleri bunlar. Mekânların arasındaki mesafe yakın olsa da ahâlinin fıtratı birbirinden uzak.

Afyon ve Eskişehir il, Emirdağ’sa ikisinin arasında bir ilçe. Emirdağ mülkî idare cihetiyle Afyon’a, ticarî ve içtimâî yönden da Eskişehir’e bağlı. Ama orada meskûn insanlar diğer yerlerin sakinlerinden oldukça farklı.

Afyon ve Eskişehir ne kadar kadimse, Emirdağ o kadar yeni. İllerde meskûn ahâlinin nesiller boyu oralarda yaşayıp kaynaşmalarına nisbet ilçe halkı, çeşitli bölgelerden tehcire tabi tutulan kabilelerden ve sürgün edilen insanlardan müteşekkil.

Bediüzzaman Said Nursî de orada ikamete mecbur edilen insanlardan biri. Lâkin onun hayatı medar-ı bahs olduğunda Emirdağ’ı, Afyon’dan ve Eskişehir’den ayrı düşünmek pek mümkün değil.

Zîra Said Nursî, Emirdağ’da kaldığı yıllarda sık sık o illere gidip gelmişti. Ne var ki Eskişehir’e hep kendi isteği ile seyahat ederken, Afyon’a umumiyetle jandarma ve polis nezaretinde götürülüp getirilmişti.

Onun için Said Nursî, hayatının en uzun, zor ve meşakkatli mahkûmiyetini, en denî muamelelerini, en şenî işkencelerini, en ağır tecrit şartlarını Afyonkarahisar’da yaşamıştı.

Biz de ondan altmış yıl sonra Emirdağlarını aşıp Afyon’a doğru giderken yol boyu hep bu hadiseler üzerinde düşündük, ona ve talebelerine reva görülen kötü muamelelerden söz ettik.

Bilhassa vatanın bütünlüğünden, dinin ihyasından ve milletin iman selâmetinden başka bir şey düşünmeyen; bu uğurda her cefaya katlanarak koca bir külliyât yazan yetmiş beş yaşını geçmiş bir din âlimine câni muamelesi yaparak bileklerine demir kelepçeler vurulduğunu duymak duygularımızı dağlamaya yetti.

Konuştukça ruhumuzu karartan bu hadiselere bir de sık sık tekrarladığımız Afyon ve Karahisar kelimelerinin tedâi ettirdiği karamsar mânâlar eklenince sinirlerimiz iyice gerildi.

Gayri ihtiyarî böyle bir ruh hâli içine girdiğimizden olsa gerek, Afyonkarahisar, Bediüzzaman ve Nur talebeleri kelimelerini birlikte telâffuz edilmeyecek kadar birbirinden uzak görmeye başladık.

Lâkin, Üstadın götürüldüğü yolları takip ederek şehre girip işlek kavşakların ortalarına konan ve geniş caddelerin kenarlarına sıralanan bilbortlarda Said Nursî’nin büyük boy posterlerini görünce şaşırdık.

Ancak o zaman idrak edebildik, Afyon Hapishanesi’nde Said Nursî’ye ve Nur talebelerine yapılan eziyetlerin, zulümlerin, işkencelerin; Ankara’dan gelen emirleri bahane eden bazı işgüzar memurların işi olduğunu.

Gerçekten de şehrin resmî yüzünün sebep olduğu bu hadiselerde, Karahisar’ın çehresi yüzü sayılan halkın hiçbir dahli olmamıştı. Said Nursî, gittiği her yerde olduğu gibi o zaman Afyon’da da halk tarafından büyük bir sevgiyle karşılanmıştı.

Nitekim o da, ‘Isparta’da Nur medresesinin açılacağını ve kendisinin orada ders vereceğini zannederek toplanan halkın coşkusunu’ anlatırken; “Afyon’da mahkemeye gittiğimiz vakitki gibi pek çok lüzumsuz içtimâlar olma ihtimali bulunduğundan o hatıra terk edildi” diyerek Afyon halkının alâkasını örnek göstermişti.

Üstelik Afyon ahâlisinin onu uzaktan da olsa görme iştiyakı sadece mahkemeye getirilme hadisesinde vuku bulmamış; askerlerin dipçik, polislerin cop darbelerine rağmen her mahkeme safahatında tekrarlanmıştı.

Karahisar’ın nurânî yüzünde tecellî eden bu fıtrî ve samimî alâka resmî makamları o kadar korkutmuştu ki, hapishaneden çıkacak mahkûmların saat on civarında bırakılması âdet olduğu hâlde Said Nursî, halkın karşılamasına fırsat vermemek için fecir vakti ile sabah namazı arasında tahliye edilmişti.

Bunları düşünürken, bilbordların yanı sıra bazı dükkânların vitrin camlarının da Bediüzzaman Haftası vesilesiyle tertiplenen toplantının afişleri ile süslendiğini görünce heyecanlandık.

Nur menzillerini gezmeye başlamadan önce, gayretleri ile şehirdeki içtimâî hayata nurânî bir güzellik katıp hareketlilik kazandıran Nur talebelerini tebrik etmek için gazetenin bürosuna gittik.

Orada herkesin, kendisine tekabül eden vazifeleri en güzel şekilde yapmaya çalıştığını görünce kimseyi meşgul etmek istemedik ve adresi alıp hizmet binasına geçtik.

Şehir merkezinin en mutena muhitinde bulunan bu beş katlı hizmet binasında da herkes hareket hâlindeydi. Biz dışarıdan gelen misafirlerle meşgul olmakla vazifeli gençlerin itinalı hizmetleri sayesinde iyice dinlenip ağırlandıktan sonra Nur menzillerini gezmeye başladık.

Her Nur Talebesi gibi bizim de Afyon denince aklımıza ilk olarak, Romalılardan kalma büyük bir su sarnıcının üstü kapatılıp içi bölünerek yapılan hapishanenin dehşetli zindanları geldiğinden, önce oraya gitmek istedik.

Hapishanenin bulunduğu yere vardığımız zaman, zalimlerin, zulüm mekânları olan zindanlarla birlikte kahrolup gittiğini görünce ‘Küfür devam eder, zulüm devam etmez’ hükmünün orada da tecellî ettiğini anladık.

Bu netice karşısında ne sevinç duyabildik, ne de üzüntü hissettik. Sadece hapishanenin yerine yapılan büyük binanın önünde durduk ve Said Nursî’nin, Zübeyir Gündüzalp’in, diğer Nur talebelerinin ve bazı mahkûmların eserlere geçen maceralarını yâdettik.

Şayet o hapishane binası orada duruyor olsaydı ve biz zemherî soğuğunda, camları buz tutmuş kırk kişilik koğuşta tek başımıza birkaç saat durabilseydik, Üstadın çektiği eziyeti bilmekle kalmaz, bir nebze yaşayarak hisseder ve onu daha iyi anlardık.

Öyle bir şansımızın olmadığını bildiğimiz için orada daha fazla durmadık. Hemen yanındaki adliye binasına geçtik ve Said Nursî’nin yargılandığı söylenen mahkeme salonlarının boş sıralarını, soğuk kürsülerini şöyle bir görüp geçtik.

Oralarda irtikap edilen mezalim, havayı da bozmuş olmalı ki, mekâna hakim olan kasvetten ruhumuz daralmaya başlayınca daha fazla duramadık ve oradan ayrıldık.

Üstadın hapishaneden çıktıktan sonra bir süre kaldığı eve doğru giderken girdiğiniz dar sokak büyük bir meydana açılınca, ferahlama ümidiyle derin birkaç nefes aldık. Fakat ruhumuzu saran kasvetin daha da ağırlaşması üzerine meydanın macerasını sorduk.

“Eskiden şurada büyük bir cami varmış” diyerek söze başladı orta yaşı biraz geçkin mihmandarımız. Ardından, Cumhuriyetin ilk yıllarında o muazzam caminin yıktırıldığını, enkazından elde edilen para ile de yerine heykel dikildiğini anlattı.

O zaman, tağutların tahribatından yalnız Said Nursî’nin ve Nur talebelerinin değil, Karahisar’ın da nasibini aldığını anladık. Memleketin pek çok yerinde bunun başka örneklerine defalarca şahit olduğumuz için fazla şaşırmadık ve hızlı adımlarla oradan uzaklaştık.

Uzunçarşı’ya girdiğimiz zaman bir anda, Afyon’un, Karahisar-ı Garbî adıyla anıldığı yıllarda yaşıyormuş gibi hissettik kendimizi. İçinde bulunduğumuz mekanın şartları da pek değişmemişti, aralarına karıştığımız insanların hâlleri, tavırları da.

Demircisinden, bakırcısına kalaycısına; eğercisinden, semercisinden, hasırcısına, sepetçisine, dokumacısına, simitçisine, zerzevatcısına kadar günlük hayatta lâzım olacak her şeyi bu çarşıda bulmak mümkündü.

Demirci, bakırcı dükkânları kömür; kalaycılar nişadır kokuyordu. Eğercilerde ağaç, semercilerde hasır; örmecilerde iplik, dokumacılarda kilim, ayakkabıcılarda kösele kokusu hissettik.

Balyoz, çekiç sesleri; atların nal, arabaların tekerlek tıkırtılarına karışıyor, çeşmelerden su şırıltısı, ocaklardan körük hışırtısı geliyordu. Hepsi birbirinden farklı olan bu sesler hayatın fıtrî işleyişine ayrı bir âhenk katıyordu.

Hiç biri ile tanışmadığımız hâlde, hepsi ile selâmlaşarak geçtik dükkânların önünden. Kimi çay ısmarlamak istedi, kimi şerbet ikram etmeye çalıştı. Bizden selâmlarına mukabil selâm alıp tavırlarına cevabî tavır görünce memnuniyetle gülümsediler.

Çoktandır görmeye hasret kaldığımız o samimî tebessümler, böyle bir yerde alabileceğimiz en güzel ikramdı. O nurânî yüzlerde teşekkül eden tebessüm hattını takip ederek çarşının diğer ucuna geldik.

Bazı arkadaşlar, çarşıyı çevreleyen cumbalı ahşap konaklara bakarak Üstadın kaldığı evi tahmin etmeye çalışırken mihmandarımız, önünde durduğu küçük dükkânın ahşap kapısını ardına kadar açtı ve bizi içeri dâvet etti. Bastıkça gıcırdayan ahşap merdivenden yukarı doğru çıktı.

“Üstad Hazretlerinin, hapishaneden tahliye edildikten sonra iki ay kadar kaldığı ev işte burası” dedi hepimizin gelmesini bekledikten sonra.

Şaşırmamak elde değildi. Afyon’da Said Nursî’nin evi olarak iştihar eden mesken, Uzunçarşı’nın nihayetindeki caminin duvarının dibine yapılan küçük bir dükkânın üzerindeki tek odadan ibaretti.

Şekil ve hacim itibariyle küçük bir ardiyeyi andıran bu basık odanın; Bediüzzaman Said Nursî gibi bir büyük zâtı birkaç ay sinesinde barındırmış olması, gelen insanların, oraya saray nazarıyla bakmasına yetiyordu.

Bidayette orayı yaptıran da öyle telâkki etmiş olmalı ki, merdiven korkulukları, pencere pervazları, dolap kapakları ve sair ahşap aksamı, çok ince olmasa da san’at değeri taşıyabilecek işlemelerle tezyin edilmeye çalışılmıştı.

Lâkin, yüz yıl öncesinin suit dairesi sayılan o küçük odayı bu kadar muteber hâle getiren hususiyeti, ne bulunduğu mevkii, ne de ahşap işlemeleri idi. Sadece ve sadece, Said Nursî’nin orada bir süre kalmış olması idi.

Ona mesken olarak hayat bulan o küçük eve baktıkça taşıdığımız mensubiyetin değerini bir kat daha anlayarak ayrıldık Afyonkarahisar’ın bu yegâne Nur menzilinden.

Uzunçarşı’da hâlâ tarihin nabzının attığını müşahede edince o hazzı biraz daha yaşamak istedik ve Gedik Ahmed Paşa Külliyesi ile Ulucami arasında kalan bütün camileri, mescidleri, çeşmeleri, hanları, hamamları ve konakları gezdik.

Oraya kadar gelip de Karahisar Kalesi’ne çıkmamak olmazdı elbette. Biz de müstesna bir Selçuklu eseri olan Ulucami’de kıldığımız tahiyyat-ı mescid namazını müteakip uzun sedir ağaçlarının yontulmasıyla yapılan yekpare direklere dayanıp minberin ve tavanın ahşap işlemelerini seyrederek bir süre dinlendik.

Ortasivri adı verilen 226 metre yüksekliğindeki sarp bir kayanın üzerine Hititler tarafından yapılıp Romalılar zamanında tamir edilen ama Selçuklular ve Osmanlılar sayesinde ayakta kalan kaleye çıkmamız pek kolay olmadı.

Aşağıdan oldukça heybetli görünen kalenin içindeki ambarları, depoları, cephanelikleri, sarnıçları gezip burçlara çıkarak şehri, ovayı ve dağları seyretmeye başlayınca çektiğimiz zahmete değdiğini anladık.

Orada öylesine hava ferah, âfâk berrak, muhayyile geniş, manzara güzeldi ki, hayalen de olsa tarihin derinliklerine dalıp gitmekten kendimizi alamadık ve günün kalan kısmını Selçuklu sultanı Alaaddin Keykubad’ın hazine sandığı olarak kullandığı hisarda geçirdik.

Hülâsa hisar, çıkılması elzem addedilecek kadar müstesna bir yerdi. Lâkin ruhlarda husûle getirdiği ihtizazı kaybetmemek için ya hiç inmemek gerekirdi, ya da inince hemen o muhiti terk etmek.

Birinci ihtimal imkânımız olmadığından biz de çaresiz ikincisini yaptık.

21.10.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (14.10.2007) - Sürgün yerinde sıla sıcaklığı

  (07.10.2007) - Şairlerin nazarında Süleymaniye

  (30.09.2007) - Ramazanda türbe ziyaretleri

  (23.09.2007) - Eski Ramazan hazları

  (16.09.2007) - Zamanın, Ramazan farkı

  (09.09.2007) - Said Nursî ve Isparta

  (02.09.2007) - Said Nursî’nin vatan-ı aslîsinde

  (26.08.2007) - ‘Risâle-i Nur bu vatana hakimdir’ (2)

  (19.08.2007) - ‘Risâle-i Nur bu vatana hakimdir’ (1)

  (12.08.2007) - Her sonun bir de sonrası vardır

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri