Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 16 Eylül 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Zamanın, Ramazan farkı



Tik... Tak..

Tik...Tak...

Zamanın akışını hatırlatır bu sesler.

Tıkır tıkır işleyerek zamanın geçişini seslendiren saatin, muntazam bir şekilde işleyen çarklarından çıkan bu muttarit tik-takların her biri, bir başka ânın ifadesidir.

An da, kendince başlangıcı ve bitişi olan bir zaman dilimidir. Tik veya tak deyince hem başlar, hem biter. Anlar birbiri ardınca biteviye geçer ve zaman akar gider.

Aslında o anları tek sesle de ifade etmek mümkündür. Ama her an kendi içinde bir bütünlük arz ettiği ve diğerlerinden farklı olduğu için ikinci ses bu farkı ihsas eder.

Her zaman dilimi gibi anın da bir süresi vardır. An, geçmişle gelecek arasında varlığı idrak edilen en kısa zaman dilimidir. Anın önü nisyan, sonu ise meçhuldür.

“Bir sese benziyor,

Arkanız hep zifir.

Bir sese benziyor,

Önünüz tüm kabir.”

Şairin, zamanı anlatırken bu mısralarla da ifade ettiği gibi herhangi bir anın varlığı, iki uzun karanlık arasında bir anda yanıp sönen küçük bir yıldız pırıltısını andırır.

Yanması ile sönmesi birdir.

Ama o kısa anın içinde koca bir ömür gizlidir.

Dışarıdan bakıldığı veya yaşanıp geçildiği takdirde, yıldızlar gibi küçük görünür anlar da. Mahiyetleri bilinip içlerine girildiği ve değerlendirilmek istendiği zaman ise yıldızlar kadar büyük ve geniş oldukları görülür.

Her an; apayrı bir âlem, bambaşka bir dünyadır.

Anların diğer varlıklar gibi kendilerine has kimlikleri, kişilikleri, sesleri, şekilleri, biçimleri, renkleri, âhenkleri, özellikleri, güzellikleri ve benzer hususiyetleri vardır.

Anlar da kullanılışlarına göre değerli değersiz, faydalı zararlı, iyi kötü, doğru yanlış, güzel çirkin, büyük küçük, uzun kısa gibi sıfatlar taşırlar ve onlara göre de farklı hâller alırlar.

Ama anlara bu farklı sıfatları veren yegâne varlık insandır.

***

Aslında bir bakıma insan da bir andır.

Hatta, ömrü ezelle ebed arasında geçen zamanla mukayese edilir, cismi mükevvenâtla birlikte değerlendirilirse ömrünün bir an, cisminin bir habbe kadar bile olmadığı anlaşılır.

Onun için insan ömrünü en iyi anlatan zaman ifadesi andır.

İnsanın maddî varlığını nazara veren kelime de habbe.

Aynen anlar gibi insanlar da yaşadıkları şartlara, taşıdıkları hâllere göre değerlendirilirler. İnsanlar, anlardan müteşekkil zaman dilimlerinde iyi şeyler yaşar, güzel hâller taşırlarsa iyi ve güzel addedilirler.

Ömrünün mühim bir kısmını teşkil eden gençlik yıllarında nefsine, hissine, hevesine kapılıp kötülüklerle, çirkinliklerle meşgul olan insanlar, yaşadıkları anları da ruhları gibi kirletirlerse kötü, çirkin sıfatlarla anılırlar.

Yalnız kendileri o sıfatlarla anılmakla kalmazlar, geldiğinde tertemiz olan anları da lekeler, kirletir, haleldâr ederler ve benzerlerinden farklı addedilmelerine sebep olurlar.

Anlar gibi, anların birbirini takip etmesinden meydana gelen saliselerin, saniyelerin, dakikaların, saatlerin, vakitlerin, günlerin, haftaların, ayların, mevsimlerin, yılların ve asırların da işleyişleri aynıdır.

Fakat taşıdıkları sıfatlar farklıdır.

O zamanları yaşayan insanların hayat hâllerine ve vuku bulan hadiselerin zihinlerde bıraktığı tesirlere göre farklı sıfatlarla anılırlar, onlarla hatırlanırlar, tarihe de o sıfatlarla geçerler.

Bazen olur, bir anda öyle bir hadise vuku bulur ve fertler, cemiyetler, milletler öyle hâllerle hâllenirler ki; anlar, çağlar kadar uzun hissedilir. Bazen de yaşayan insanlar veya meydana gelen hadiseler itibariyle çağlar zamanın akışı içinde bir an kadar yer almaz.

Anların da, anlardan müteşekkil zamanların da farkı, yaşanışındadır.

Bu nazarla bakıldığında, her anı yıllara bedel farklı zamanlar da vardır.

Tıpkı Ramazanlar gibi.

***

Ramazan bir zaman birimidir.

Yılın on iki ayından herhangi biri.

İnanmayanların nazarında Ramazanlar da diğer vakitler gibi sıradan bir zamandır. Anların muttarit ‘tik, tak’lar hâlinde devam eden sesleri ile gelirler, yaşanırlar ve geçerler.

İnananların nezdinde ise hiçbir zamana değişilmez.

Haddizatında fiilî işleyiş itibariyle inananlar açısından da pek bir farkı yoktur. Belki insan bünyesinin Ramazan şartlarına intibak etme safhasında saniyeler, dakikalar olmasa bile saatlerin geçişinin hissedilmesi, vakitlerin takip edilmesi, günlerin sayılması zahirî bir fark olarak değerlendirilebilir.

Ramazan ayının en bariz farkı, sonunun bayram olmasıdır.

Lâkin bütün bunlar, ona izafe edilen kudsî mânâlar bilindiği, şartlarına uyulduğu, icapları yerine getirildiği ve âdâbına, erkânına riayet edildiği takdirde tecellî eder.

Zira, Ramazanın da farkı yaşanmasındadır.

“Karagöz seyri değil, gözyaşı dökme ayı,

‘Bilinmez’i bilirler, bilseler ağlamayı...”

Ramazanı ‘Bu Ay’da böyle tarif eder Necip Fazıl.

Gerçekten de her insan farklı bir nazarla bakar Ramazana. Beklentileri, telâkkileri ona göre şekillenir; hâlleri, hareketleri, tavırları, davranışları o farkı izhar eder.

Çocuksu tecessüsler taşıyan bazı insanlar, Ramazanın zahirî taraflarına dikkat ederler ve geçici heveslerinin tesiriyle basit eğlencelerle vakit geçirerek hislerinin tatmini nisbetinde mutlu olurlar.

Kimi maddî eksikliklerini giderme, zarûrî ihtiyaçlarını temin etme, her zaman yiyip içemediği gıdalardan nasiplenme ve bulabildiği kadarıyla bir şeyler biriktirme gayesi güder.

Hepsi genellikle Ramazandan beklediğini bulur.

Bazıları, bu ayı imkânlarını muhtaç olanlarla paylaşma, sofralarını dostlarının yanı sıra tanımadığı insanlara da açma, fakir fukaranın ihtiyacını görme, öksüzleri, yetimleri sevindirme mevsimi olarak telâkki ederler.

Bunları yapmaktaki samimiyetleri, insanlardan ziyade Allah’ın sevgisini kazanma maksadı taşımaları, yardımları karşılığında kimseden minnet, saygı, sevgi beklememeleri, onları da muratlarına erdirir.

Hem Allah’tan, hem de Allah adına kulundan isteme ve verme mevsimidir Ramazan. Bu zamanda kimi ister, kimi verir. İsteyen de, veren de kazanır. Ama asıl, ihtiyacı olduğu hâlde istememek ve muhtaç olanı bulup istetmeden vermek makbuldür.

En kazançlı olanlarsa, ‘Sağ elinin verdiğini sol eli görmeyenlerdir.’

Lâkin, ‘Ağlamasını bilenlerin’ maksatları hepsinden farklıdır.

Onlar, bilinenlerin ötelerine nazar ederler. Gördüklerinden geçerler, bildiklerini aşarlar, masivâ semalarını terk ederler ve mâverâ âlemlerine açılmanın yollarını ararlar.

Ağlayarak durularlar göz bebeklerini. Bu uğurda akıttıkları her gözyaşı damlasının ahiret âlemlerinde rahmet deryası olarak karşılarına çıkacağını bildiklerinden ağlarlar.

Ama bunu bilerek, severek, isteyerek ve neticesini bekleyerek yaparlar.

Onlar, Rahmet ayı olan Ramazanı vesile kılarak yalvarıp yakardıkça, melekler Allah’ın Rahmet hazinelerinin kapılarını açarlar ve mağfiret hırkasını giymeye mazhar olanları içeri alırlar.

Hazineden veya hazinedeki değerli mücevherlerden ziyade Hazinedara müştak ve müheyya olanlar, mânevî hazinelere gark oldukları anda onlardan geçerler ve o hazinelerin sahibi ile müşerref olma heyecanına kapılırlar.

Bilinmezin bilindiği, vuslata erildiği an, işte o ândır.

O âna ancak, zamanı kazananlar erişebilir.

***

Ömür muayyendir.

İnsanlar, kendilerine tayin edilen zamanı bir an bile uzatmaya veya kısaltmaya muktedir değillerdir. Bu itibarla zamanı kazanmak, ancak ömür dakikalarını iyi değerlendirmekle mümkündür.

Anları fark etmekten geçer zamanı kazanmanın yolu.

Zahiren bir nefes alıp vermeye bile yetmeyecek kadar kısa olan anların, hakikatte bazı canlılar için bir ömür olduğunu bilenler, anları fark ediyorlar demektir.

Bu idrak seviyesine ulaşan insanlar yaşadıkları her ânı güzel hâllerle, tatlı sözlerle, faydalı işlerle geçirerek onları kazanıp ebedîleştirmenin çarelerini ararlar.

Bunun için Ramazan eşsiz bir fırsattır.

“Şu mübârek şehr-i Ramazan, Leyle-i Kadr’i ihata ettiği için kendisi de ömür içinde bir Leyle-i Kadir’dir ki, muvaffak olanın ömrüne bin ömür katar. Dakikası bir gün, saati iki ay, günü birkaç sene hükmünde bir ömr-ü bâkîdir”

Bediüzzaman Said Nursî’nin bu sözlerle de ifade ettiği gibi Ramazanda kadri, kıymeti bilinerek yaşanan her an bir öncekinden kuvvet alır, bir sonrakine zemin hazırlar, dayanak olur ve kuvvet verir.

Böyle anlar birleşince ömre ömür katar.

Zamanın Ramazan farkı işte bu hakikattir.

Bu nüansı fark eden mü’minler, anlara yılları sığdırarak ‘bâkî bir ömür’ kazanmak için yaşadıkları zamanın her ânını farklı bir nimet telâkki ederler ve o anları farklı hâle getirmek için herbirinde değişik bir şey söylemeye, farklı bir şey yapmaya gayret ederler.

Meselâ, oruçlu geçen bir günün içinde Besmelenin, Kelime-i Tevhidin, Kelime-i Şahadetin sığdırıldığı anlar veya benzer zikirlerle, hamdlerle, şükürlerle geçen zamanlar, telâffuz edilen harflerin binler katı kadar uzun olacağından herbiri bir ömür sayılabilir.

Bu zikirlerin de birer telâffuz ömrünün olduğu, ancak söylendiği zaman o ömrün bahşedildiği, söylenmeyince başlamadan bittiği nazara alınacak olursa zamanın Ramazan farkı daha iyi anlaşılır.

Geçen her ânın geriye gelmesi mümkün değildir. O anda yapılabilecek hayırlar da başka hiçbir şekilde telâfi edilemeyecektir. Zira ömür muayyen, zaman mahduttur.

Buna mukabil, Ramazanda değerlendirilen her an, yaşanan hayatın en hoş, güzel, bereketli, verimli ve tatlı zamanı olacağı için insan hayatında ebedî hazlar husûle getirecektir.

Tabiî, Arif Nihat’ın da dediği gibi ilerde Ramazansız yılların yaşanacağı bilindiği ve gelen Ramazanın tadı çıkarıldığı takdirde:

“Gelen Ramazanın tadını çıkarınız.

İlerde Ramazansız yıllar yaşayacaksınız.”

16.09.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (09.09.2007) - Said Nursî ve Isparta

  (02.09.2007) - Said Nursî’nin vatan-ı aslîsinde

  (26.08.2007) - ‘Risâle-i Nur bu vatana hakimdir’ (2)

  (19.08.2007) - ‘Risâle-i Nur bu vatana hakimdir’ (1)

  (12.08.2007) - Her sonun bir de sonrası vardır

  (05.08.2007) - Çam Dağına çıkarken

  (29.07.2007) - Saraya değişilmeyen çardak

  (22.07.2007) - İki âlimin portresi

  (15.07.2007) - Asırları saran eserler

  (08.07.2007) - İlk Medrese-i Nuriye’de

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri