"Gerçekten" haber verir 12 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

İslam YAŞAR

PAŞA, GOLF VE İHTİLÂL



Ogünlerde memleketin en mühim meselesi anarşi ve terörün durdurulamamış olmasıydı.

Durdurmak bir yana, en ufak bir azalma bile göstermiyor, aksine bir yerlerden cüret alıyormuş gibi her gün biraz daha hızlanarak devam ediyordu.

Gerçi hükümet bu meselede de yapılması gereken her şeyi yapmıştı. Demirel hükûmeti kurulduktan hemen sonra Sıkıyönetim Koordinasyon Kurulunu toplamış ve anarşinin bir an önce durdurulması için nelere ihtiyaç olduğunu sormuştu komutanlara.

Evren yetki kanunu, araç gereç temini, mühimmat ikmali, malzeme stoku gibi genel istekler dile getirmiş; Demirel de yetki kanununun ilk fırsatta meclise sevk edileceğini, ihtiyaçların da derhal giderileceğini söylemişti.

Hükümet, askerin taleplerini devletin bütün önceliklerinin önüne alarak temin ettiği, demokrasinin kuralları içinde yetkilerinin arttırıldığı, kanun tasarısını meclise sevk ettiği ve aradan makul bir süre de geçtiği halde anarşide bir azalma olmamıştı.

Bunun üzerine Demirel, Sıkıyönetim Koordinasyon Kurulu toplantısında her komutandan bölgesinin asayiş durumu hakkında bilgi istedi. Komutanlar bazı illerde durumun kontrol altında olduğunu, bazılarında ise gerginliğin devam ettiğini söylediler. Bu cevaplar Başbakanı biraz kızdırdı.

“Bunca tedbire rağmen terör devam ediyorsa, asker üzerine düşeni tam olarak yapmıyor demektir.”

“Bu kanaate nasıl vardınız?”

“Bir yerde hadise oluyor, birkaç yüz metre ilerdeki askerî birlik oraya herkes dağıldıktan sonra geliyor. Hadiseyi çıkaran eşkıyalar kaçtığı için de masum halka baskı yaparak ahalinin güvenini sarsıyor.”

Başbakanın sözünü ettiği hadiselerin muhatapları da orada olduğu halde, onların yerine Evren’in cevap vermesi, memlekette yaşanan bütün hadiselerin Genelkurmay tarafından bilindiği, dikkatle takip edildiği, gerektiğinde taktikler verildiği ve her şeyin olması istenen şekle getirildiği anlaşılıyor, bu hal de Demirel’i tedirgin ediyordu.

“Benim size, ‘Sıkıyönetim ilân edileli yirmi ay oldu. Terör neden durmuyor, yangın neden söndürülmüyor?’ diye sormak görevim.”

“Bütün gücümüzle memleketin yangın yeri haline gelmemesi için çalışıyoruz.”

“Her hadise neticesi ile ölçülür. Neticede yangın henüz sönmemiştir.”

“Buna örnek verebilir misiniz?”

“Meselâ Fatsa hadiseleri.”

“Orada gerekli tedbirleri aldık.”

“Neden müdahale etmediniz?”

“Şimdi mevsim yaz. Fındık dalları yeşil. Eşkıyalar kolayca gizleniyorlar. Hele bir güz gelsin, fındık yaprakları dökülsün, o zaman müdahale eder işlerini bitiririz.”

“Asker işgal edilmiş toprağı kurtarmak için fındık yapraklarının dökülmesini bekleyecek öyle mi?”

“Evet.”

“Hayret!..”

Bu sert ifadeler sessizliği de birlikte getirdi. İki taraf da birbirini bir süre de olsa oyalama ihtiyacı hissettiğinden, hitapların sertleşmesini ve havanın gerginleşmesini istemiyorlardı. Onun için Demirel’in mânâsı halinde gizli olan bir gülüşle ‘fındık yapraklarının sararıp dökülmesi’ ifadesini tekrarlaması, Evren’in de aynı ses tonu ile ‘evet’ derken gayri ihtiyari gülmesine sebep olmuştu.

Komutanların da bu havaya ayak uydurarak gülüşmeleri toplantının seyrini değiştirdi. Ondan sonra başlayan ikram faslı boyunca bu yumuşak hava hem hallere, hem yüz ifadelerine hakim oldu. Anarşiden bahis açmamaya dikkat ederek san'attan, spordan, çevre konularından, sinemalardan, tiyatrolardan söz ettiler.

“İstanbul’da havalar nasıl?” dedi Demirel ilgi beklercesine yanına yaklaşan Üruğ’a.

“Mevsim normallerinde seyrediyor Beyefendi” dedi o da.

“Günleriniz nasıl geçiyor. İşlerinizin yorgunluğunu neler yaparak atıyorsunuz?”

“Akademi sahasında golf topunun peşinde koşarak.”

“Golf alanınız 9’luk mu, 18’lik mi?”

“İkisi de var. Acemiler 9’lukta, ustalar 18’likte oynuyorlar.”

“Tabi siz usta alan oyuncususunuz.”

“Elbette.”

“Önce topa vuruyor, sonra da uzun uzun peşinden koşuyorsunuz demek.”

“Ne yaparsınız, oyunun kuralı bu.”

“Zannedersem tahta başlı sopa ile ancak bir sefer vurabiliyorsunuz.”

“Öyle ama, ilk vuruşu iyi yapamayıp kuma saplanmak veya suya düşme riski de var işin içinde.”

“Riski azaltmak için çelik başlı sopalarla yapacağınız her vuruşu yavaş, hesaplı, plânlı ve ölçülü yapmanız gerekiyor.”

“Siz de bu oyuna pek yabancı değilsiniz anlaşılan.”

“Sopayı ve topu bulsak, vurmasını biliriz elbet.”

“Üçte üç, veya beşte beş yaptınız mı hiç?”

“Hayır, ama beşte altı yaptım.”

“Golf oyununda öyle bir sayı eşleşmesi de mi var?”

“Siyaset golfunda var.”

“Nasıl yaptınız bu sayıyı?”

“Bu makamdan beş sefer gittim, altıncı sefer tekrar geldim.”

“Ben siyaset golfundan pek anlamam.”

“Ben de bu oyunda ustayım işte.”

Onlar ikili, diğerleri ise üçlü-dörtlü gruplar halinde konuşuyorlardı. Kurulda Başbakanın dışında İçişleri, Adalet, Millî Savunma bakanı gibi birkaç sivil kişi daha varsa da, ekseriyeti askerler teşkil ettiğinden, ayak üstü sohbetlerin konusu da tabiî olarak onların ilgi alanlarına giren türlerden seçiliyordu.

Golf de bunlardan biriydi. Zaten siviller arasında pek bilinen bir oyun da değildi. Bilseler bile oynayacak saha bulamazlardı. Askerler bu sahada da imtiyaz sahibi olduklarından, oynamak kadar golf muhabbeti de onların hemen üşüştükleri konulardandı. Onun için konuşulan konunun golf olduğunu anlayan Şahinkaya ve Ulusu da gruplarından ayrılıp Demirel’in yanına geldiler.

“Golf oyununa meraklı olduğunuzu bilmiyorduk sayın Başbakanım” dedi biri.

“Unutmayın, sayın Demirel de Amerika görmüş bir insandır. Bir kişi Amerika’yı görür, hele Pentagon’dan geçer de golfa ilgi duymaz mı hiç” dedi diğeri de.

“Ben Pentagon’a hiç gitmedim ama, yine de golfu bilirim” dedi Demirel.

“Amerika’da sivillerin de golf oynama imkânları var, ama Türkiye’de pek yok.”

“Maalesef.”

“İstanbul’a geldiğinizde Akademiye uğrayın da güzel bir maç yapalım.”

“Neden olmasın.”

“Mevsimini geçirmeyin ama.”

“Ne zaman gelmem lâzım?”

“Eylülden önce gelmeniz gerekiyor.”

“Fazla zamanımız kalmamış anlaşılan.”

Golf muhabbetinin cazibesi diğerlerinin de dikkatini çekince daire bir hayli genişledi. Sohbete yeni katılan komutanlar da bu oyundaki maharetlerini anlatmak için fırsat kollarken Demirel, fındık yapraklarının sararıp dökülmesi ifadelerinin de tesiriyle ‘Eylül’ kelimesini biraz kinâyeli bulup vurgulu söyleyince, golf muhabbeti, ilk vuruşta topu kuma saplanan veya suya düşen acemi oyunu gibi çabucak bitiverdi.

“Askerin kafasında bir şeyler var, ama ne?” dedi kendi kendine komutanları yolcu edip geri dönerken, ‘Fındık yapraklarının solması, Eylül...’ Bunlar rasgele söylenmiş zaman ifadeleri değil. Sadece onların bildiği ve sır gibi sakladığı karar var. Bu halleri ile bir şeyler demek istiyorlar ama ne?”

Aslında haftalardır bir hazırlık hissediyor ama ne olduğunu kestiremiyordu. Bazı generallerle yaptığı husûsi görüşmelerde ağızlarını yoklamış, askerî danışmanının fikrini sormuş, MİT müsteşarı ile uzun uzun konuşmuş ama bir netice alamamıştır.

Bu ve benzeri şüpheleri generallerin hareketleri ile birleşip bir sonuç çıkarmaya çalışırken geldi gazeteciler. Askerlerle aralarında haberleşme hattı varmış gibi, onlar gittikten hemen sonra gelmeleri dikkat çekiciydi.

Gelenlerin her biri, nâmı millî hudutları aşmış, imkânı gazetecilik şartlarının çok dışına taşmış anlı şanlı gazetecilerdi. Kendilerinde hükümet yıktırıp hükümet kurduran gizli bir gücün varlığını vehmettikleri için, Demirel’in itibar ifadelerine pek şaşırmadılar.

“Asker memleketin gidişâtını nasıl görüyor Beyefendi?” dedi içlerinden biri.

Gelen gazetecilerin çoğunun askerlerle olan irtibatlarını bilen Demirel; söyleyeceği her sözün, daha nefesinin sıcaklığı kaybolmadan askerin kulağına gideceğini bildiğinden, onların yanında nezâket icabı söyleyemediklerini bu vesile ile dile getirmeye ve onlara duyurmaya karar verdi.

“Siz nasıl görüyorsanız?”

“Onlarla nasıl bir ortak bakış açımız olabilir ki?”

“Siz yalnız millete değil, onlara ve diğer devlet ricaline de memleketin durumunu gördüğünüz şekliyle göstermeye çalışıyorsunuz.”

“Hal böyle ise pek iyi görünmüyorlar.”

“Aksini söyleseniz şaşardım zaten.”

“Neden Beyefendi?”

“Siz pek değil, hiç iyi göremiyorsunuz da ondan.”

“Biz gazeteciliğin gereği olarak haber verme görevimizi yapıyoruz.”

“Siz gazetecilik değil, felâket tellâllığı yapıyorsunuz.”

“Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz?”

“Bu ülkede hiç mi iyi şeyler olmuyor. Anarşinin dışında hangi iş kötü gidiyor veya hükümete geldiğimiz zamanki seviyeyi koruyor?”

“Bazı müsbet gelişmelerin varlığından söz edilebilir.”

“Siz onu burada söylüyorsunuz da, nedense gazetelerinizde yazmıyorsunuz. Gazeteci olarak, aksaklıkların yanında başarıları da nazara vermeniz gerekirken, bir aksaklığı on, on başarıyı bir gösteriyorsunuz.”

“Anarşinin durduğu söylenebilir mi?”

“Tabiî söylenemez. Lâkin belime tabanca takıp ben mi kovalayacağım eşkıyayı”

“Elbette hayır.”

“Bu güne kadar askerin her istediğini yerine getirdiğimiz halde anarşi durdu mu?”

“Durmadı.”

“Peki bakın bugünkü gazetelere. Ülkenin kötüye gidişinin sorumlusu olarak hep sivilleri gösteriyor, siyasetçileri günah keçisi yapıyorsunuz. Onların kabahatlerini binde bir mesabesinde de olsa neden yazamıyorsunuz?”

“Gazetede her şey bizim istediğimiz istikamette olmaz.”

“O halde ‘felâket tellâlı’ sıfatını üzerinize almayacaksınız.”

Bir hayli gergin başlayan sohbet makul bir noktaya gelince devreye diğer gazeteciler girdi. Gazetelerin kadrolarındaki ideolojik yaklaşımlar, menfaat kaygıları üzerinde konuşuldu. Söz döndü dolaştı yine basın, muhalefet, hükümet münasebetlerine geldi.

“Siz canla başla çalışıyorsunuz. İstanbul’daki gazete patronlarının yağdanlıkları ulu orta konuşup yazarak işe çomak sokuyorlar” dedi bir gazeteci.

“Hiç umurunda değil” dedi o da.

“Muhalefet de gazetelerden farksız. Onlar da felâket tellâllığı yapıyor, hükümetin hakim olmadığından söz ediyor.”

“Açık söylüyorum. Ben hükümete talip olmadım. Ara seçimi kazandık, üzerimizde kaldı. Daha iyisini yaparım diyen varsa buyursun gelsin. Hükümette kalmak için en ufak bir gayret sarf etmem, pazarlık yapmam. İsteyen gelsin…..”

Demirel böyle dedikten bir süre sonra isteyenler kahramanlık türküleri eşliğinde geldiler. Geldiklerini de bir bildiri ile halka duyurdular. “Sevgili vatandaşlarım. Türk Silâhlı Kuvvetleri, İç Hizmet Kanunu'nun verdiği Türkiye Cumhuriyetini koruma ve kollama görevini, yüce Türk milleti adına, emir ve komuta zinciri içinde ve emirle yerine getirme kararını almış ve ülke yönetimine bütünüyle el koymuştur.”

“Aristo ne kadar haklı” dedi bu teraneleri dinleyenler. Çünkü onun tarih öncesinde söylediği bir söz, yirminci yüzyılın son çeyreğinde Türkiye Cumhuriyeti’nde bir kere daha yaşanıyordu:

“Hükümetlerin alın yazısını tayin edenler, daima silâh taşıyanlardır.”

(İslâm Yaşar’ın, MENHUS RUH romanından alınmıştır)

12.10.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (12.10.2008) - PAŞA, GOLF VE İHTİLÂL

  (05.10.2008) - SILA-İ RAHİM SEFERBERLİĞİ

  (30.09.2008) - BİR RAMAZAN BOYUNCA

  (21.09.2008) - Hazin bir Ramazan hatırası

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  H. Hüseyin KEMAL

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır