"Gerçekten" haber verir 30 Ekim 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

M. Latif SALİHOĞLU

Hah, işte hastalık



Radikal gazetesi yazarı Türker Alkan, dünkü yazısında yıllar önce iki üniversiteli öğrencisiyle arasında geçen bir hadiseden bahsediyor.

Ancak, öğrencileriyle olan sohbetten bahsederken lâfı öyle bir noktaya getirip dayandırmış ki, yazıyı okuyunca insanın içinden hakikaten "Hah, işte hastalık" diyesi geliyor; "Cumhuriyet aydını hastalığı."

Evet, üniversitede uzun yıllar hocalık yapmış olan bu aydın kişi, elli yıl evvel vefat eden Said Nursî'yi hâlâ Monarşi taraftarı ve Cumhuriyet karşıtı bir şahıs olarak zannediyor olması, sizce de müzmin bir hastalığın bâriz bir ifadesi değil midir?

Hem, Alkan Hocanın zannı ve kanaati bu merkezde olmasaydı şayet, aşağıda okuyacağınız aynı konulu yazısında bunu bir şekilde belirtmesi gerekmez miydi?

İşte, bir "türbanlı öğrenci" ile bir erkek öğrencinin ziyaretinden bahisle yazılan söz konusu yazının ilgili bölümleri:

"Bir gün erkek arkadaşıyla birlikte odama geldi, bana Said Nursî propagandası yapmaya başladılar. Nursî’nin ne kadar çağdaş yaşama ilişkin yerinde gözlemleri olduğunu, onu okuyanın hidayete ereceğini filan anlatmaya başladılar. Köy delikanlısına telkinde bulunan hevesli misyonerlere benziyorlardı.

“'Bakın çocuklar' dedim, 'Said Nursî’nin bütün yazılarını okumadım. Seneler önce bir risâlesini (kitapçığını) okumuştum. Hiç beğenmedim. Daha başka kitaplarını okumanın zaman kaybı olacağını düşündüm.”

“Nesini beğenmediniz?” diye sorguladılar. 'Tutarlı ve sistematik değildi. Eski usûl meseller anlatıp ondan kendi keyfince sonuçlar çıkaran, ‘yedi kat gök’ gibi bilimsel açıdan hiçbir anlam taşımayan sözler eden bir kişi. Doğrusu onda yararlanacağım bir şey bulamadım.'

"Bunları işitince, gençler birbirlerine anlamlı anlamlı baktılar. ‘Hah işte, hastalığı tanımladık’ der gibilerden. ‘Yazık ki kansere yakalanmış’ dercesine, ‘pozitivist’ dediler küfreder gibi. ‘Modernist, bilimselci.’

"Beni böyle damgalayıp sınıflandırarak sorunu çözmüş olmanın verdiği rahatlık ve huzur duygusuyla odamdan ayrıldılar.

"İkisi de okulu başarıyla bitirdi. Erkek öğrencinin encamını bilmiyorum. Kız öğrenci çeşitli yayın kuruluşlarında çalıştı. Son gördüğümde türbanını çıkarmış, saçlarını da boyatmıştı.

"Odamdan ayrılmadan önce kız öğrenci Atatürk’ü eleştirme babında, 'Ne lüzum vardı Cumhuriyet’e?' demişti. 'Cumhuriyet uğruna halka baskı uygulandı.'" (Radikal, 29 Ekim 2008)

Alkan Hocanın naklettiğine göre, bu öğrenci Said Nursî'nin aynı zamanda monarşi (babadan oğula geçen saltanat rejimi) taraftarı olduğunu da vurgulamış.

Öncelikle, yapılan nakillerin doğruluk derecesini bilemiyoruz. Bahsi geçen diğer şahıslar, bu köşe yazısından okuyuculara aktarılan bilgileri teyid edip etmedikleri henüz belli değil.

Bununla birlikte, şimdilik kaydıyla şunları söylemek mümkün:

1) Sonradan başörtüsünü çıkartan ve saçlarını da boyatarak tesettürsüz bir hayat tarzını tercih ettiği söylenen kız öğrencinin, hayatı boyunca inandıklarından zerrece taviz vermeyen Said Nursî'yi ne ölçüde tanıdığı ve eserleri olan Nur Risâlelerini ne kadar anlayıp ondan istifade ettiği hususu, elbette ki tartışma götürür. Yani, şuurlu hareket, bilinçli davranış son derece önemli.

2) Bahsi geçen öğrencilerin anlatıp yansıttıkları bir tarafa, onların hocası durumunda olan bir akademisyenin, bu gibi durumlarda böyle mi davranması gerekir? Meselâ, Said Nursî ve fikirleri hakkında söylenenlerin tamamını doğruymuş, aynen öyleymiş gibi mi kabul etmeli? Hiç tahkik etmek, işi kaynağından araştırıp öğrenmek gerekmez miydi? Bir akademisyene yakışan tavır bu değil mi?

3) Haydi diyelim ki, Türker Alkan o tarihte zahmet edip bir araştırma yapmaya gerek duymadı. Peki, aradan bunca yıl geçtikten sonra, neden hâlâ aynı noktada inat edip duruyor? Yahu, insan yıllar sonra hakkında yazı yazdığı bir önemli kişinin gerçekten de Cumhuriyet karşıtı olup olmadığını merak edip bakmaz mı?

4) Pekçok yayınevi tarafından basımı yapılan Said Nursî'nin eserleri satış rekorları kırıyor. Anketler, istatistikî araştırmalar, "Bütün zamanların en çok satan ve okunan eserler"in Risâle–i Nur Külliyatı olduğunu gösteriyor. Peki, bu eserler şayet iddia edildiği gibi "eski usûl, tutarsız, bilim dışı, vs." şeklinde olsaydı, ilköğretimden en üst seviyedeki akademisyenlere kadar her tabakadan insan tarafından, üstelik hiç usanmadan bu kadar alınır ve okunur muydu? Keza, bu eserler yirmiden fazla yabancı dile tercüme edilerek dünya çapında umumî kabul görebilir miydi?

Ama, öyle anlaşılıyor ki, bütün bunlar sayın Alkan'ın hiç, ama hiç umurunda değil. Öyle olmasaydı şayet, 1935'te çıkarıldığı Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde tâ ilk gençlik yıllarından beri cumhuriyetçi olduğunu haykıran Said Nursî'yi bir Cumhuriyet rejimi düşmanıymış gibi anlamaz ve anlatmazdı. Aynı şekilde, en gelişmiş dünya üniversitelerinde bile takdirle alkışlanan Nursî'nin eserlerini "bilim dışı" gibi yakışıksız sözlerle yaftalamazdı.

Hâsılı kelâm, Said Nursî'yi yanlış tanıyan Türker Alkan, eserlerinin mahiyetini de yanlış anlamış. Üstelik, aradan yıllar geçmesine rağmen, doğruyu öğrenmek için hiçbir emek göstermemiş. Biz ne yapabiliriz ki? En iyisi, bırakalım öyle kalsın. Zira, durum biraz "ümitsiz vak'a" gibi görünüyor.

Tarihin yorumu 30 Ekim 1918

Mondros Ateşkes Antlaşması

Osmanlı Devleti açısından Birinci Dünya Savaşını sonlandıran ateşkes antlaşması, Limni Adasının Mondros Limanında yapıldı.

Osmanlı hükümeti adına Bahriye Nâzırı Rauf (Orbay) Bey, Büyük Britanya adına ise Amiral Arthur'un imzaladığı bu antlaşmaya göre, Osmanlı ordusu savaş silâhlarından arındırılacak ve askerin kahir ekseriyeti terhis edilecekti. Antlaşma maddelerine bakıldığında, Osmanlı ülkesinin adeta teslim şartlarının sıralanmış olduğu görülüyordu.

İstanbul hükümetinin bu tasarrufunu kabul etmeyen vatanperverler, Anadolu'nun hemen her tarafında Müdafaa–i Hukuk Cemiyetlerini kurarak, can ve malları pahasına çetin bir mücadelenin içine girdi.

Zaferle neticelenen bu mücadele, yaklaşık dört sene sürdü.

30.10.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (29.10.2008) - Kızıştırma senaryosunun çarpıcı figürleri

  (28.10.2008) - Bediüzzaman'ı anlamıyorlar

  (25.10.2008) - Yapabilir nerede, yapmış nerede?

  (24.10.2008) - Başörtüsü yasak; kibritler imha edilsin

  (23.10.2008) - Ergenekon dâvâsıyla eşzamanlı gerilim

  (22.10.2008) - Acı kavun

  (21.10.2008) - Matruşka örgütler

  (20.10.2008) - Değişen dengeler

  (19.10.2008) - 1929 ekonomik buhranı

  (18.10.2008) - Bediüzzaman'a "eyvâh" dedirten (2)

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  H. Hüseyin KEMAL

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır