21 Eylül 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Şükrü BULUT

Doğu değil, Türkiye açılımı


A+ | A-

Türkiye siyasetinin ve medyasının görünürdeki bazı çaba ve teşebbüslerinin “abesle iştigal” olduğunu iddia edenler yalnızca biz değiliz. Hakkını yanlış yerde aramanın, doğruyu zamansız ve yanlış yerde seslendirmenin, çözümün temelini atmadan çatısını inşa etmenin netice vermediğini ve veremeyeceğini şu mevcut iktidarın geçmişteki her gününde ve icraatının her karesinde müşahede ederek geliyoruz. Milletin çözüm beklediği temel meselelerin hiçbiri hallolmadığı gibi, suhuletle hallolabilecek birçok problemin çözümü söz konusu yanlışlarla daha da zorlaştı. Müşahhas misalleri o kadar çok ki…

Bu hükümetin “çözüm hükümeti” olmadığını icraatları ortaya koyarken, temel yetersizliğinin de “inisiyatifsizlik” olduğunu birlikte yaşıyoruz. Demokratik süreçleri ihtilâllerle inkıtaa uğratan Kemalizme teslim olmuş bir heyetten, Kemalizmin zararına icraat beklemek ne kadar mümkündür? Kemalizm yolunda Halk Partisiyle yarışan bir hükümetin “demokratik açılımları” ağzına alması sizce de abesle iştigal sayılmaz mı? Muasır medeniyet yolundaki Türkiye´nin önünü tıkayan Kemalizmin üstesinden mevcut siyasî iradenin gelmesi mümkün görünmediğine göre, bu iradenin önüne yalnızca iki tercih geliyor:

Ya AB reformlarıyla demokratik yolda mesafe alarak milleti temel hak ve hürriyetlerine kavuşturacaktır ki, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki Türkiye, demokratik Avrupa ve Amerika´nın desteğiyle “çok partili sisteme” geçerek diktatörlüğün mengenesini azıcık kırabildi. Demokratlar bu imkânlarla Türkiye’de ilk olarak demokrasi mücadelesini başlattılar.

Şayet AB yolunda ilerlemenize müsaade edilmiyorsa geriye biricik tercih kalıyor: Milletin emanetini iade etmek. Bunu yaparken, Kemalizm adına “demokratikleşme yolunu” engelleyen Halk Partisini, ırkçı milliyetçileri, siyasal İslâmı ve yine Kemalizm adına ayak direten bazı kurumları millete bir güzelce anlatmak gerekiyor. Küresel krizle iyice bunalan AB´nin sırf kendi menfaati için de olsa Kemalizmin hakkından geleceğini ve demokratikleşmenin önündeki çağdışı engeli kaldıracağını “çıkar koalisyonu” çok iyi biliyor. Yoksa bunca cinayet, fakir milletin servetini böyle berhava ve ülkenin millî enerjisini şu şovlarda tüketmek olur muydu? Türkiye, AB yolunda “çıkar koalisyonunun” menfaatleriyle millet menfaatinin çakıştığı bir kavşakta millî enerjisi tüketilerek durduruluyor.

Fukara milletin servetinin çoğu doğunun güvenliğine, kara ve demir yolu inşaatlarına ve Avrupa´yı da ilgilendiren projelere gitmiyor mu? AB´ye yaklaştığımız nisbette milletin belini büken bu dev giderlere AB ülkeleri ortak olmak zorunda kalacaklar. Zira sınır onların da sınırı, yollarda onların mallarını taşıyacak vasıtalar ve projeler de onların hayatî meselelerini ilgilendiren projeler olunca, neden harcamaları AB yapmasın ki? Yalan, iftira, şov ve cerbeze ile AB´yi kötüleyenlerin direkt veya dolaylı bir şekilde Kemalizme hizmet ve Türkiye´ye kötülük yaptıklarını görmemek için, kör olmak gerekiyor. Batum´dan Basra´ya inecek bir otobanın ülkemizi ne denli değiştireceğini düşünelim. Schengen vizesi sınırının Habur’a çekilmesine AB ülkelerinin temsilcileri dünden razı. Elbette ki şartları olacak. Türkiye´nin güvenliği AB´nin güvenliği olmak şartıyla. New York, Washington ve Londra´daki fesat enstitüleri devre dışı kalmak şartıyla olacak bunlar.

Türkiye´nin topyekûn demokratikleşmeye ihtiyacı var. Temel insan haklarında medenîleşmeye. Türk milletinin dinî, millî ve örfî değerleri üzerindeki baskı yalnız doğunun meselesi değil ki. Meseleyi politize ederek bu iş olmaz. İnsanî boyutta, sessizce ve tüm medenî ülkelerde olduğu gibi yanlışlarımızı düzelterek ilerlememiz gerekirken, adeta demokratikleşmeyi bitirmek üzere tüm karşı güçleri yardıma çağırır vaziyette bu hadiselerin takdimi, ülkeye büyük zararlar getiriyor. Temel hak ve hürriyetlerde Bursa´nın, Çanakkale´nin ve İzmir´in doğudan daha ileride olduğunu kim iddia edebilir? Medeniyetin öngördüğü hukukî düzeltmeler olunca; doğu da, batı da rahatlayacaktır.

Yukarda arz ettiğimiz üzere, hükümette dikkati çekecek derecede bir üslûp yanlışlığı var. Buna karşı, Sevr anlaşmasından bu yana millet olarak ağzımıza almadığımız ayrılıkları seslendirenler de var. Her türlü değeri, doğru fikrî ve faydalı projeyi boşa çıkarma çalışmaları görülüyor. Hükümet ise yalnızca “hoşumuza gidecek sloganları” medyaya taşıyarak sessizce sahneden kayboluyor. Bütün bunların hayra alâmet olmadığını düşünüyoruz.

Anlaşılıyor ki ahirzaman iklimine iyice girdik. Olan biteni Efendimizin çizdiği “ahirzaman” atlasından takip etmek gerekiyor. Söz konusu yol haritalarını ve hadiseleri güncelleyen Bediüzzaman’a kulak vermeden “yol almamız” fevkalâde zor. Başta Avrupa ile olan meselelerimiz, Türk milletinin boynunu büken Kemalizmden kurtuluşumuz, 19. yüzyıldan kalma ırkçılık hastalığı, cehalet ve fukaralığı mağlûp etme ve hakikî medeniyete ulaşma çareleri olmak üzere tüm dert ve hastalıklarımızın reçetesini Risale-i Nur’da bulmak mümkündür. Yeter ki, çözümü doğru yerde arayalım, doğru zamanda ve doğru üslûpla seslendirelim. Fıtratın hiç kabul etmediği şov ve istismarlara yönelmeyelim. Allah’ın inayetiyle gerisi kolay gelecektir.

21.09.2009

E-Posta: [email protected]



Şaban DÖĞEN

Bütünleşmek ve kenetleşmek


A+ | A-

İhlâs Risâlesi’nde anlatıldığı gibi; dört tane dört, ayrı ayrı kaldıklarında on altı kıymet ve kuvvetinde oldukları halde yan yana gelip omuz omuza verdiklerinde dört bin dört yüz kırk dört kıymet ve kuvvetine ulaşırlar.

Kur’ân, Allah’ın dinine ve Kur’ân’a hep birlikte sım sıkı sarılmayı, ayrılığa düşüp dağılmamayı emreder,1 “Allah’a ve Resûlüne itaat edin ve ihtilafa düşmeyin; sonra cesaretiniz kırılır, kuvvetiniz de elden gider”2 buyurur.

Bütün emirlerin bütünleşmeye, kaynaşmaya, tekvücut olmaya yönelik olması dikkat çekici değil mi? Nitekim bir hadis-i şerifte mü’minlerin birbirlerini sevme, birbirlerine şefkat etme ve birbirlerine iyilik yapmada tekvücut olduklarına, vücudun herhangi bir uzvu hastalandığında diğer uzuvların da hastalığın acısını duyup ateşlendiklerine, uykusuz kaldıklarına parmak basılmış,3 birbirlerine olan bağlılıkları konusunda da şu ölçü verilmiştir: “Mü’min mü’mine karşı bir binanın kenetlenmiş taşları gibidir.”4

Tarih boyunca bu kudsî hakikatlere uyulduğu müddetçe şahikalara çıkılmış, destanlar yazılmıştır.

Her devirde canlı tutulması gereken bu ölçülere hele günümüzde ne kadar ihtiyacımız var. Özellikle bayram günlerinde daha çok hatırlamak zorundayız. Yoksul, kimsesiz, musibetzede ve ihtiyaç sahiplerini nasıl görmezden gelebiliriz?

Evinde sıcak çorba, nefis nefis yemekler yiyip içen bizler acaba Irak’ta, Filistin’de, Afganistan’da, dünyanın çeşitli yerlerinde musibet ve sıkıntılar içinde kıvranan, doğrudürüst yiyecek ekmek bulamayan din kardeşlerimizi de düşünüyor muyuz? Aynı durumda biz de bulunabilirdik. Gerçi Ramazan’da İHH, Kimse Yok mu, Yardımeli, Deniz Feneri gibi hayır kuruluşlarının yurt içi ve yurdışındaki faaliyetleri göğüs kabartıcıydı. Ama yeterli değil, güçleri az. Daha da güçlendirilmeli.

Paralarını nereye harcayacaklarını bilemeyen bir kısım İslâm ülkeleri dünyanın değişik ülkelerinde sefalet içinde kıvranan Müslümanlara destek ellerini uzatamazlar mı? Yokluk, kıtlık ve sefalet içinde kıvranan kardeşlerimizin de yüzleri gülse bize yakışan hareket bu olmaz mı?

Tabiî ki önce çevremizden, ülkemizden başlayarak ihtiyaç sahiplerine yardım ellerini uzatmalı, sonra halka halka diğer mü’min kardeşlerimize uzanmalıyız.

Bunu hakkıyla yapabildiğimiz gün İslâmın zevk ve mutluluğunu tam anlamıyla yaşamış olacağız.

Dipnotlar:

1- Âl-i İmran Suresi: 103.

2- Enfal Suresi: 46.

3- Buharî, Edeb: 37; Müslim, Birr: 66.

4- Buharî, Salat: 88; Müslim, Birr: 65; Tirmizî, Birr: 18.

21.09.2009

E-Posta: [email protected]



M. Latif SALİHOĞLU

Vatanından uzak bir vatanperver: Ethem Bey


A+ | A-

Bugün bir büyük vatanperverin vefat yıldönümü. Millî Mücadele kahramanlarından Kuva–ı Seyyare Kumandanı Ethem (Çerkes) Bey, 21 Eylül 1948'de vefat etti. Mezarı, Ürdün'dedir.

Gerçek ve sahte kahramanların büyük çapta yer değiştirdiği 1920'lerin Türkiye'sinde, ne yazık ki bu cesur kahramana "hain" damgası vurularak hudut haricine çıkmaya zorlandı.

1921 yılı başlarında uğrunda seve seve ölmeyi arzuladığı vatanından ayrılmak mecburiyetinde kalan Ethem Bey, ömrünün geri kalan 28 yılı gurbet ellerde geçirdi.

Daha sonra "vatan haini" damgası vurulan 150'likler listesine dahil edilen Çerkes Ethem'in Türkiye topraklarına ayak basması yasaklandı. Şayet gelecek olursa, derhal yakalanacak ve idam edilecekti.

Daha sonraki yıllarda genel aflar çıktı. En ağır cezaya çarptırılanların da bir kısmı Türkiye'de döndü. Sağlığında gelemeyen bazılarının ise, naaşları Türkiye'ye getirildi. Çoğunun mezarı Şişli'deki Hürriyet–i Ebediye Tepesinde bulunuyor.

Ethem Bey ise, 150'likler arasında bir istisna olarak kaldı. O, ne sağlığında gelebildi Türkiye'ye, ne de naaşının getirilmesi için ciddî bir teşebbüste bulunuldu, şimdiye kadar.

Neden acaba? Mithat Paşa'dan Talât Paşaya, Prens Sabahaddin Bey'den Enver Paşaya kadar, birçok muhalif şahsiyetin naaşı başka diyarlardan Türkiye'ye getirildiği halde, Ethem Beye yapılan bu ayrıcalığın sebebi nedir acaba?

Üzerinde düşünmeye değer bir husus.

Haydi diyelim ki, bu vatanperverin mezarını vatanına getirtmek için bir çaba gösterilmiyor. Aslında, uhrevî noktadan bakınca, bu çok da gerekli bir mesele değil. Hani, bırakalım da ebedî istirahatgâhında rahat uyusun denilebilir.

Ancak, ona haksız yere yapıştırılan şu "hain" yaftasına ne demeli? Bu damgalama, bu kara çalma haksızlığı ne zaman giderilecek? Yıllardır hemen her meselede "açılım" yapılıyor da, Ethem Bey hakkında niçin bu kapalılık hali devam edip gidiyor?

Bir kere, Ethem Bey hain diyebilmek için vicdanını satmak, ya da göz göre göre çiğnemek gerekir.

Bu şahsiyet, haşa ki eğer hain olsaydı, Millî Mücadalenin en çetin döneminde, en zor işleri halletmeye yönelmezdi.

Kaldı ki, onun tâ 1921 yılı başlarına kadar çok yararlı işler yaptığını düşmanları dahi söylüyor, yahut bu hakkı teslim etmek mecburiyetinde kalıyor.

O halde neden hain olsun ki?

Bir kere, içinde ihanet duygusu olan bir kisme, ihanetini en kritik zamanda gösterir. Halbuki, Ethem Beyin hareketlerinde böyle bir durum söz konusu değil. Kuva–yı Seyyarenin başında yaptığı hizmetler, Millet Meclisi tarafından da takdir ve alkışla karşılandı. O dönemde "millî kahraman" olarak ilân edildi.

Esasında, Ethem Beye karşı geliştirilen cephenin en büyük korkusu, onun ihaneti, yahut ülkeye zararı dokunacağı hususundan kaynaklanmıyordu.

O mâlum cephenin en büyük korkusu, onun bütün bir milletin gönlünde taht kurması, cesaret ve kahramanlıkta zirveye çıkmış olmasıydı.

Ethem Beyin gölgesinde kalmaktan sıkılan şan–şöhret zebunları, ne yapıp edip onu diskalifiye etmenin yolunu bulmaya koyuldular. Bir taraftan da, halkı inandırmak için birtakım kılıflar uydurmanın gayretine düştüler.

Ne yazık ki, bu emellerinde önemli ölçüde muvaffak da oldular. Uzun yıllar, Ethem Beyin hain olduğuna milleti ve yeni nesilleri inandırdılar.

Dehşet verici bir propaganda bombardımanıyla, en ziyade Ethem Beyi karalamaya çalıştılar. Ne var ki, uğraştıkları kahraman sadece Ethem Bey değildi. Zaman içinde, kara listeye daha başka vatanperverleri eklediler.

Meselâ, Kâzım Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy, Cafer Tayyar Paşa, Rauf Orbay gibi, Millî Mücadele beyannâmelerinin altına imza koyarak hayatını hiçe sayan muvaffakiyetli kumandanlar da diskalifiye edildi. Bu kimseler, önce askeriyenin, ardından siyasetin ve bilâharede yönetim merkezi Ankara'nın dışına itildiler. Hatta, türlü bahanelerle bu kahramanların idam edilmesi dahi istendi.

Dolayısıyla, şayet Ethem Bey hain ise, yukarıda isimlerini sıraladığımız şahsiyetleri de eynı listeye dahil etmek gerekecektir. Zira, bu kimseler, aynı dâvâ uğrunda birlikte yola çıktılar ve birlikte hareket ettiler.

Bilhassa, Albay İsmet Beyin Millî Mücadele saflarına iştirak etmesi ve albaylıktan kısa sürede generalliye terfi etmesi, aynı zamanda siyasette de en aktif göreve getirilmesi ile birlikte, o büyük kahramanların yıldızı sönmeye, daha doğrusu söndürülmeye başlandı.

Haliyle, İsmet Paşa tek başına hareket etmiyordu. Onun kuvvet aldığı daha başka dayanak noktaları vardı. Yoksa, kendisinden daha eski, daha rütbeli ve daha tecrübeli olan silâh arkadaşlarını dışlaması, hatta herbir bahane ile onları cezalandırma cihetine gitmesi mümkün değildi.

Başta Ethem Bey olmak üzere, Millî Mücadelenin diğer kahramanları üzerindeki sis perdesi henüz dağılmış değil. Esasında, Türkiye Cumhuriyeti tarihini ilk çeyrek asrının hemen tamamı hâlâ sis perdesi altında bulunuyor.

Ne var ki, bu vaziyet ilelebed devam edip gidecek değil. Günün birinde bu noktada da açılım olacak ve gizlenmiş hakikatler birer birer gün yüzüne çıkarılacak.

O aydınlık günleri görecek olanlara ne mutlu.

21.09.2009

E-Posta: [email protected]



Süleyman KÖSMENE

Sünette kabir ziyareti


A+ | A-

Abdullah Bey: “Kabir ziyaretinin sünnetleri ve adapları nelerdir? Kabir ziyaretinde nelere dikkat etmeliyiz?”

Ölümü ve ahireti hatırlatan kabir ziyareti sünnettir.

Bir gece Peygamber Efendimiz (asm) Hazret-i Âişe Validemizin (ra) yanından sessizce çıkıyor, Baki kabristanına geliyor ve oradaki kabir ehline dua ediyor. Döndüğünde Hazret-i Âişe validemize (ra) şöyle buyuruyor:

“Cebrail bana gelip seslendi. Ben de onun çağrısına uydum ve bunu senden gizledim. Ve zaten o, sen elbiseni çıkarmış olduğun halde senin yanına girecek değildi. Ve ben de senin uyuduğunu zannederek seni uyandırmak istemedim. Korkacağından da endişe ettim. Cebrail bana: ‘Rabbin sana Baki kabristanına gidip onlar için istiğfar etmeni emrediyor’ dedi.”

Ben:

“Yâ Resûlallah! Onlar için ne söyleyeyim?” diye sordum. Buyurdu ki:

“Şöyle de: ‘Esselâmü Aleyküm yâ ehle’l-kubûr! Mü’minler ve Müslüman’lar diyarının ehline selâm olsun! Allah bizden evvel ölenlerle bizden sonra öleceklere rahmet eylesin! Allah bizi ve sizi bağışlasın. Siz bizim öncümüzsünüz. Biz de peşinizden geleceğiz. Ve inşallah sizlere kavuşacağız!”1

Peygamber Efendimiz (asm) bir diğer hadislerinde: “Annemin kabrini ziyaret için Rabbimden izin istedim. Bana izin verdi. Siz de kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabir ziyareti ölümü hatırlatır.”2

KABİR ZİYARETİNİN ÂDABI

1-Kabir ziyaretinin belli bir vakti yoktur. Her vakit kabir ziyareti sünnet olarak yapılabilir.

2-Mümkünse abdestli olmak kabir ziyaretinin adabındandır.

3-Kabristana varılınca: “Esselâmü Aleyküm ehle’d-diyâri mine’l-mü’minîne ve’l-müslimîn. Ve innâ inşâallahü le-lâhikûn. Es’elullâhe lenâ ve lekümü’l-Âfiye.”3 (Bu kabristanda bulunan Mü’min ve Müslümanlara selâm olsun. Bizler de inşallah sizlere muhakkak katılacağız. Allah’tan bize ve size âfiyet dilerim) diye duâ edilir.

4-Kabristanda Kur’ân-ı Kerim’den bilinen âyet ve sureler okunur. Çünkü Kur’ân okunan yere rahmet iner. Yasin Suresini okumak efdaldir. Peygamber Efendimiz, “Ölülerinize Yasin Suresi okuyun”4 buyurmuştur. Okunan Kur’ân’ın sevabı kabir ehline bağışlanır, kabir ehline ve tüm ehl-i imanın mevtalarına ve ölmüşlerine günahlarının bağışlanması ve varsa azaplarının hafifletilmesi için duâ edilir.

5-Dünya hayatının geçici oluşunu, kabir hayatını, sorguyu, diriliş gününü, hesabı, mahşeri, sırat köprüsünü ve tümüyle âhiret hayatını düşünmek ve ölümden ibret almaya çalışmak gerekir.

6-Kabrin üzerine ağaç veya yeşillik dikmek sünnettir.

KABİR ZİYARETİNİN BİD’ATLARI

Kabir ziyareti sırasında yapılmaması gerekirken, ısrarla ve kutsalmış gibi yapılan ve yer yer bir türlü terk edilemeyen yanlışlıklar da vardır. Bunların şirk tehlikesi taşıyanları da vardır.

Kabir ziyaretinin bidatleri şunlardır:

1-Kabirde yüksek sesle ağlamak, dövünmek, elbisesini, saçını, başını yolmak ve feryad etmek bidattir.

2-Kabrin taşını, duvarını, demirlerini, mermerini kutsal bilmek ve öpmek bidattir.

3-Kabir üzerine mum yakmak ve çaput bağlamak bidattir.

4-Kabirde yatandan dilek dilemek, burada kurban kesmek, burada yemek vermek bidattir.

Allah ölmüşlerimiz için rahmetini, merhametini, lütfunu, bereketini esirgemesin. Âmin.

Dipnotlar:

1- Müslim, Cenâiz, 35/103

2- Müslim, Cenâiz, 36/108

3- Müslim, Cenâiz, 35/104

4- Müsned: 5/26

21.09.2009

E-Posta: [email protected]



Raşit YÜCEL

Bayram


A+ | A-

Bayram bu. Şaka değil, sevgi, saygı ve muhabbet...

Sevinçlerin paylaşıldığı anlardır.

Muhabbetin sarfedildiği anlardır. Bu “Ramazan Bayramı”dır.

Kimilerinin kasıtla karıştırdığı “Şeker Bayramı” değildir.

Ne ilgisi var?

Şekerin bayramı olur mu?

Olmaz elbette. Ramazan’dan rahatsız olanların vaktiyle uydurdukları bir yanıltmadır.

Bayram efendim. Bunun sınıfı olmaz. Yaşlıların, kadınların, gençlerin, yetişkinlerin, çocukların, zenginlerin ve sadece fakirlerin bayramı değildir.

Bu bayram, bütün toplum katmanlarının bayramıdır.

Recep, Şaban ve Ramazan. Bu üç ay ehl-i imanın adeta manevi ibadet mevsimidir.

Hepsini yaşadık. Manevi fırsatlarımızı, manevi yatırımlara dönüştürdük.

Çok şükür. Oruçlarımız bize hem maddi, hem manevi kârlar kazandırdı.

Bayramı doyasıya yaşayacağız.

Sayacağız, seveceğiz, büyüklerimizin ellerini öpeceğiz, küçük yavrularımızın harçlıklarını ihmal etmeyeceğiz.

Çocukluk bu...

Bizler daha bayram gelmeden, komşu ve aile büyüklerinin kaçar lira vereceklerini bilirdik.

Ve bayram gelir, bizim için güzel yemekler yenir, tatlıların çeşitlerinden tadardık.

Eskiden bayram sabahı mükellef yemekler yenirdi.

Bayram namazına giderken annelerimiz ağzımıza bir lokma verirdi de, oruçlu olmadığımızı hatırlatırdı.

Annelerimizin diktiği Amerikan bezinden yapılma beyaz gömleklerimizi giyerdik. Yabanlık elbiselerimiz pek yoktu. Yokluk zamanları idi. Bayramda alınan pantolon ve çoraplar yıl boyu giyilirdi.

Bayramınızı tebrik ediyorum.

21.09.2009

E-Posta: [email protected]



Ali FERŞADOĞLU

Ramazan ve kitap bayramı!


A+ | A-

Bu mübarek bayram günü, “En büyük problemimiz nedir sizce?” diye sorup ağzınızın tadını kaçırmak istemem. Ama, bayram demek, düşünmek demek, tezekkür demektir.

En büyük siyasi problemimiz, içtimai problemimiz, ahlaki problemiz, imani problemimiz sizce de iki kelime ile özetlenemez mi? Okumamak ve cehalet.

Kitaplı bir milletiz, kitapsız kaldık! Eğitim sendikalarının araştırmalarının sonucu çarpıcı: En Türkiye’de ihtiyaç maddeleri sıralamasında “kitap” 235. sırada.

“Türkiye’de kitaba yılda harcanan para 45 sent. Günde ortalama beş saat televizyon seyreden Türkler, kitap okumaya yılda altı saat vakit ayırıyormuş! Bir Japon bir yılda ortalama 25 kitap, bir İsviçreli 10 kitap, Fransız 7 kitap okurken; Türkler 10 yılda bir kitap okuyormuş! Türkiye’de (Nüfus 70 milyon) okuma alışkanlığına sahip ancak 70 bin kişi varmış! İlk ayet, ilk emir, ilk ibadet, ilk ahlaki davranış, ilk inanmamız istenen şey “Oku!” değil mi?

Okumak imanla ilgilidir!

İlk inen 3. ayette “Oku!” emri tekrarlanır. ? İlk inen 4. ayette yazmanın önemi vurgulanır.

İlk inen beşinci ayette, bilmenin ehemmiyeti nazara verilir. ? Bir riaveyete göre ilk inen 2. sure, “Kalem!” suresidir ve onun üzerine yemin edilir. ? Okuma, tefekkür, ilim, hikmet, gözlem, kitap, kitabet vs. üzerine 780’i aşkın ayet mevcut!

Bu durum karşısında, yukarıdaki tesbitler korkunç değil mi?

Eğer hakkıyla kitaplara iman etseydik, Kur’ân’ın bu emir ve tavsiyelerini dinlerdik! Evimizin vitrinlerini enva-ı çeşit kap-kaçak ile dolduruyoruz… Bir raflık kitaplığımız var mı?

Ve biribirimizi ziyaretimizde şeker, baklava-börek hediye ediyoruz! Kitap hediye eden var mı?

Zinhar, öyle biri çıkarsa onu ayıplarız! Çeyiz sandıklarını leba leb eşya dolduruyoruz! Acaba bir kitap, bir tefsir takımı koyan var mı?

60 bin kahvehane dolu! Kütüphanelerimiz, kıraathanelerimiz ne durumda? Çocuk, anne-babasının elinde kitap değil, televizyon kumandası görüyor! Öğretmen okumazsa, üniversite talebesi okumazsa, okumuş insan okumazsa halk nasıl okusun, niye okusun?

Kitaplara hakkıyla imanımız mı yok!

Okumamanın sebeplerine gelince… Belli ki, tenbelliğimizden başka, müstebit rejimin okuyanın canına okumasıdır! Evvela, milletin bin yıldan beri kullandığı yazı yasaklandı. Millet bir gecede sıfır okuma-yazma noktasına düşürüldü! Saniyen, eskimez eski eserleri okumak da yasaklandı.

Bir araya gelip kitap okuyanlar karakollara götürülüp dayak atıldı, nezarethanelere atılıp işkence edildi, hapislere atıp ömürleri çürütüldü! Bu ülke insanına “hangi kelimeleri kullanacağı, hangi inancın, milliyetçi anlayışın taşıyacağı, ne giyeceği, ne giymeyeceği, hangi kitapları okunacağı ve okumayacağı kitaplar dayatıldı!” yıllarca...

Ve çocuklarımıza “Ne mutlu Türküm diyene!” yeminleri yaptırıldı her sabah! Ve ona tek bir insan örnek gösterildi! Onun da elinde kitap değil, kadeh var!

Okuyan, okutan, kütüphaneler açan, ilmi buluşlar, keşifler yapan, medreseler açan, yaptırdığı Sahn-i Seman üniversitesi’ne asistan olmak için imtihana giren Fatih Sultan Mehmed gibi ecdad örnek gösterileceğine, kötülendi!

Ve Anayasa yasaklarla dolu! Ve biz hâlâ oyunda, oynaştayız. Ve iktidar, milletin gönlünü, zihnini, yüreğini değil, midesini doldurmakla meşgul! Kiraz, karpuz, muz, armut, dut festivali… Tüm festivaller yeme-içme, eğlenme üzerine…

Ramazan bayramınızla birlikte; kitap, okuma festivallerinin yapılacağı bayramlarınız kutlu olsun, mutlu olsun!

21.09.2009

E-Posta: [email protected] [email protected]



Cevher İLHAN

“Büyük Bayram”ın müjdesi (2)


A+ | A-

Bediüzzaman, Kur’ân’ın istikbâle tam hâkim olup beşeriyete tam bir bayramı getireceğine çok emâreler olduğunu müjdeler. (Emirdağ Lâhikası, 314) Bediüzzaman’a göre, “sefâhette ve dalâlette bozulmuş ve İsevî dininden uzaklaşmış, Deccal gibi bir tek gözü taşıyan, kör dehâsı ile rûh-u beşere cehennemî bir hâleti hediye eden” inkârcı felsefenin kıskacındaki Batı, büyümüşlük ve gelişmişlik nimetine şükretmeyip “Karun gibi şirke düştü.” Bu yüzden günâhları iyiliklerine gâlip gelen ve medeniyetin bozuk kısmını esas alan “şu medeniyet-i Avrupaiye öyle bir semâvî tokat yedi ki, yüzer senelik terakkisinin mahsulünü yaktı, tahrip edip yangına çevirdi.” (Kastamonu Lâhikası, 17)

İslâmın doğru anlaşılmasına çekilen seddin yıkılmasıyla “doğru İslâmiyet ve İslâmiyete lâyık doğruluğun anlaşılması”nın, hürriyet fikri ve hakikati araştırma meylinin insanlıkta başlamasıyla, ecnebilerdeki taklitçiliğin zevâl bulacağı; “cehâlet”, “vahşet” ve “taassupları”nın “mârifet ve medeniyetin mehâsiniyle (iyilikleri ve güzellikleriyle) kırılıp dağılacağını” yazar. Hâkimiyet-i İslâmiyenin nurlu ve büyük bayramı bütün rûhu canıyla kutlar. (Tarihçe-i Hayat, 582)

Bütün bayramların, Müslümanları birbirine kardeş ve maddî ve mânevî yardımcı yapan İttihad-ı İslâmın “Büyük Bayramı” olması duasında bulunur…

İNSANLIK KUR’ÂNI TANIYACAK

Bütün bütün aklını kaybetmeyen insanlığın maddî ve mânevî bir kıyamet başına kopmadığı takdirde Kur’ânı tanıyacağını haber verir.

“İki dehşetli harb-i umûminin (dünya savaşının) neticesinde beşerde hâsıl olan intibâh-ı kavi (kuvvetli uyanış) cihetiyle” kat’iyyen dinsiz bir milletin yaşayamayacağı gerçeğini izâh eder. “Milyonlarla mâsumların kanlarını heder eden ve milyonlarla mâsumların kanlarıyla yoğrulmuş” zulmün âbâd olmayacağını” bildirir.

Bediüzzaman’ın, “Rus dahi dinsiz kalamaz, geri dönüp Hıristiyan da olamaz. Olsa olsa küfr-ü mutlakı kıran ve hak hakikata dayanan ve hüccet ve delile istinad eden ve aklı ve kalbi iknâ eden Kur’ân ile bir musâlâha (barış) veya tâbî olabilir. O vakit dörtyüz milyon ehl-i Kur’ân’a (Müslümanlara) kılınç çekemez” ihbarı, inançsızlığın önemli bir versiyonu olan komünizmin yıkılmasıyla tahakkuk eder. (Emirdağ Lâhikası, 311)

Rus polisinin, “İslâm parça parça olmuş” istihzasına karşı “tahsile gitmişler” diyerek şu müjdeyle cevap verir: “Bu asilzâde evlâd, şehâdetnâmelerini (istiklâliyetlerini) aldıktan sonra her biri bir kıt’a başına geçecek, muhteşem âdil pederleri olan İslâmiyetin bayrağını, âfâk-ı kemâlatta (maddî ve mânevî terakiyyat ufuklarında) temevvüc ettirmekle (dalgalandırmakla), kader-i ezelînin nazarında feleğin inadına nev-i beşerdeki hikmet-i ezeliyenin (ezelî hikmetin) sırını ilân edecektir.” (Sünûhat, 84) Kur’ânî ve Peygamberî müjdeler ışığında, karabulutların İslâm dünyası üzerinden dağıldığı, “hakîki medeniyet”in çiçek açtığı, “mevcut Batı medeniyetinin inkışaı”ndan (ayrışmasından, tasaffisinden) doğacak Kur’ân medeniyetiyle bayramların mânâsını bulacağını belirtir.

“İmanın mâhiyetindeki hârikulâde şehâmet (akıllıca yiğitlik), izzet-i İslâmiyetin tabiatındaki âlempesent (âlemce övülen, beğenilen) şecaat (kahramanlık), uhuvvet-i İslâmiyenin (İslâm kardeşliğinin) intibahıyla (uyanmasıyla) her vakit mu’cizeleri gösterebilir” tahakkukunun gerçek “büyük bayram” olacağını beyân eder…

“BÜYÜK BAYRAM”NIN MUKADDİMESİ

Yeni dönemde, mekteplerdeki lâdini esasla dinden tecrid yeni eğitim ve öğretim usûlleriyle yetişecek gençliğin Kur’ânı ortadan kaldıracak ve milletin İslâmiyetle alâkasını kesecek dehşetengiz plâna ve müthiş fitneye karşı, Kur’ân tefsiri Rislâle-i Nur’la aydınlatır.

Din ve fen ilimlerinin beraber okutulmasının zarûreti üzerinde durur. Irkçılık tehlikesine karşı, dünyanın dört bir yayında Müslüman olan ve milliyetleri İslâmiyetle mezc olmuş Türklerle Arapları ve Kürtleri birbirinden koparma komplosuna dikkat çeker.

Bediüzzaman, bir asır öncesinden “Hayat ittihattadır” diye ikaz eder. “İslâmiyet nâm ve şerefini i’la (yüceltmek) için beşüz bin kişi fedâ eden” Kürtlerle, İslâm uğruna bir milyar şehid veren ve altıyüz seneden beri İslâmın tevhid bayrağını umum âleme karşı i’la eden (yücelten) İslâmiyetin kahraman bir ordusu olan Türklerin birlik ve beraberliğinin ehemmiyetini nazara verir. “Türkler, bizim aklımız; biz onların kuvveti; mecmuumuz (hepimiz birlikte) bir iyi insan oluruz. Hodserâne (dik başlılık yapmayacağız); bu azmimizle başka unsurlara ders-i ibret olacağız” diye uyarır.

Arabistan, Hindistan, İran, Kafkas, Türkistan, Kürdistan’daki milletleri, menfî ırkçılığın ifsad etmesine mukabil, “Bütün mü’minler kardeştir” âyetinin esasına göre, hakiki, müsbet, kudsî ve umumî milliyet olan İslâm milliyetini ders verir.

“Garblılaşmak” bahanesiyle İslâmî an’aneyi bırakmak ve lâdinî (din dışı) bir rejimi tatbik etme peşindeki yöneticilere, Şarkta millet ve vatan selâmeti için dine ve İslâmiyetin hakikatlerine katiyen taraftar olmanın elzem olduğunu anlatır. (Emirdağ Lâhikası, 439-440)

Bayramın, Kur’ân’ın ve insanlığı dünyevî ve uhrevî saadete sevk edecek İslâmiyetin istikbâle tam hâkim olup insanlığa gerçek bayramı getirmesi ve “âlem-i İslâmın büyük bayramının mukaddimesi (başlangıcı, hazırlayıcısı) ve müjdesi” olması dua ve niyâzıyla nice bayramlara…

21.09.2009

E-Posta: [email protected]



Recep TAŞCI

Zor yıllar bekliyor


A+ | A-

8 aydır beklenen Orta Vadeli Program nihayet açıklandı.

2010-2012 yıllarına ilişkin Türkiye’nin ekonomik yol haritasını belirleyen programda öngörülen hedefler, krizin ülkemizi nasıl derinden etkilediğini bir kez daha ispatladı.

Hedefler gerçekçi, ama bir o kadar da acı verici.

Hasar büyük.

Umarız ”Kriz teğet geçti” diyenler kendi programlarına bakıp gerçekleri görürler.

Dört yıl geriye gidilmiş.

2012’de dahi 2008 yılı rakamlarını yakalayamayacağız.

Fakirleşme, işsizlik, borç artacak.

Buyrun rakamlara. Biraz fazla kullanacağız ama mecburuz, kusura bakmayın.

2009 yılında fakirleşme eksi 6 olarak belirlendi.

2009 bütçesinde bu rakam ne idi?

Yüzde 4 büyüme.

Yapmayın, etmeyin denmesine rağmen hükümet bu büyümeyi esas alarak bütçeyi hazırladı.

Bir kaç ay geçmeden eksi 3,6 olarak revize etti.

Şimdi eksi 6 olacak diyor.

2008 yılında millî gelirimiz 735 milyar dolardı.

2009 yılında 608 milyar dolar olacak.

127 milyar dolarlık bir kayıp.

Kişi başına düşen millî gelir 10,436 dolardan 8,456 dolara gerileyecek.

2012 yılında dahi 10 bin dolara ulaşılamayacak.

Biz değil hükümet söylüyor.

İç ve dış talep yetersizliğinden kaynaklanan büyümedeki bu düşüş haliyle istihdamı da olumsuz etkileyecek.

İşsizlik oranının bu yıl yüzde 14,8, 2010’da yüzde 14,6, 2011’de yüzde 14,2, 2012’de yüzde 13,3 olması öngörülüyor.

Geçen yıl yüzde 11, 2007’de de yüzde 10,3 olan işsizliğin üç yıl sonra bile bu oranlara inmeyeceği görülüyor.

Programa göre 3 yıllık sürede toplam 1 milyon 250 bin kişiye istihdam sağlanacak.

Haziran verilerine göre 3,2 milyon resmî işsiz var.

Bu durumda 2010’da işsiz sayısı 2 milyona inecek.

Ne var ki her yıl 700 bin gencin işgücü piyasasına katılacağı düşünüldüğünde işsiz sayısı 4 milyonu aşacak. 3 yıl için hedeflenen yüzde 3,5-4-5 büyüme oranlarıyla işsizlik sorunu çözülmez.

Programda bir diğer önemli revizyon da bütçe açığı konusunda oldu.

Bütçe yüzde 4 büyümeye göre hazırlandığından açık 10,3 milyar lira olarak tahmin edilmişti.

Küçülmeyle birlikte vergi gelirlerindeki düşüş ve talebi canlandırmak amacıyla harcamalardaki artış bütçe açığını 62,8 milyar dolara çıkaracak.

Yılın ilk sekiz ayındaki açık 31 milyar lira.

Kalan 4 ayda bu açığın ikiye katlanacağı anlaşılıyor.

Takip eden yılların ortalaması olarak da yılda 50 milyar TL bütçe açığı verecektir.

Kritik soru şu:

Açık nasıl finanse edilecek?

Babacan ”vergi artışı olmayacağını” beyan etti.

Özelleştirmeyi bir yana bırakırsak, çözüm borçlanmak.

2008 yılı sonunda borç stokunun millî gelire oranı yüzde 39,5 iken 2009 sonunda yüzde 47,3’e çıkacak.

Kamunun borçlanma ihtiyacının artması reel sektörün kredi bulmasını zorlaştıracak, ayrıca faizleri tırmandıracaktır.

Dikkat çeken bir hususta, iç borç çevirme oranları.

2006-2007-2008 döneminde yüzde 80 civarında seyreden bu oran Ocak-Eylül döneminde yüzde 112’e yükselmiş.

100 lira borç ödemek için 112 lira borçlanıyorsunuz.

Vahim bir durum.

Krizden çıkışta hayatî öneme haiz ihracat, 2009 yılında 100 milyar doların altında gerçekleşecek.

2008’e göre 33 milyar dolarlık ciddî bir azalış.

2008 düzeyini yakalamak ancak 2012 yılında mümkün olabilecek.

Dört yıllık bir gerileme.

Programda moral verecek hiç mi iyi bir şey yok?

Var.

Daha doğrusu var gibi görünüyor.

Cari açık ve enflasyon rakamları.

Geçen yılı 41,5 milyar dolarla kapanan cari açık programa göre bu yıl sonunda 11 milyar dolara inecek.

Enflasyon yüzde 5’ler de seyredecek.

Zayıf talep ve işsizlik veya işsiz kalma korkusu, cari açığı ve enflasyonu düşürmektedir.

Bu bir başarı gibi algılanmamalı, talebin canlandırılmasıyla birlikte olumlu gibi görünen bu göstergeler bir anda tepetaklak olabilir. Güvenmeyin.

Daha fazla uzatmadan yazımızı şöyle bağlayalım.

Temel sorun üretim artışı ve talebin canlandırılmasıdır.

Üretimin önündeki engeller kaldırılmalıdır.

Finansman, alt yapı yetersizliği, pahalı enerji fiyatları (yeni yüzde 10 zamlandı), vergi, sigorta, bürokratik işlemler, siyasî ve ekonomik belirsizlikler üretimi baltalamaktadır.

Talebi canlandırmak için kamu harcamaları verimli alanlara yönelmeli, döviz kuru reel seviyesine çekilmelidir.

21.09.2009

E-Posta: [email protected]



Yeni Asyadan Size

Bayram kalpleri buluşturuyor


A+ | A-

Bayram günleri, sevinç günleridir. Peygamber Efendimizin (asm) dilinde nasıl ki oruçlunun iki sevincinden biri, iftar ânı ise; yine onun (asm) dilinde bayram da, mü’minlerin sevinç ve sürurunun zirvelere taşındığı Ramazan ayının iftarıdır.

Bediüzzaman, böylesi bayram günlerinin sevincine şükürle mukabele edilmesi gerektiğini söyler. Çünkü neşe ve sevincin arttığı bu günlerde, insanın gaflete düşmesi daha kolay olur. Onun içindir ki “Bayramlarda gaflet istilâ edip gayr-ı meşrû daireye sapmamak için, rivâyetlerde, zikrullaha ve şükre çok azîm tergîbât vardır” der. Bu günlerde Allah’ı daha çok anmalı ve daima şükür içerisinde bulunmalıdır.

Öte yandan, bayram günleri, kalplerin ittihad ettiği günlerdir. Mü’minler, bayram sabahı, bayram namazında hep bir ağızdan “Allahuekber Allahuekber...” tekbirlerini getirerek yekvücut olurlar. Bayramın ilk gününde girdikleri bu kudsî atmosferi ve birlik ruhunu, bayram günlerinde gerçekleştirdikleri eş-dost, akraba ziyaretleriyle daha da perçinlerler. Böylelikle bayramlar, toplumsal huzur ve barışın da bir vesilesi olur.

***

Bir ay boyunca gazetemizle birlikte takdim ettiğimiz Ramazan ilavesinde birbirinden güzel çalışmalar yer aldı. Gelen tepkiler, Ramazan ilâvemizini beğenildiği yönünde. Bu vesileyle, Ramazan ilâvemize, birbirinden değerli çalışmalarıyla katkıda bulunan herkese teşekkür ediyor, Allah razı olsun diyoruz.

***

Kampanya mesajları

Ramazan’daki kitap kampanyamızla ilgili olarak gelen mesajlardan bahsetmiştik. İkisini sizlerle paylaşıyoruz.

Kadir Serin-Silifke: Ramazan dolayısıyla kuponsuz olarak vermiş olduğunuz promosyonlar gerçekten çok güzel ve Ramazan ayının ruhuna uygun hediyelerdi. Yüce Allah tüm emeği geçenlerden razı olsun.

Sizlerin yanısıra böyle bir promosyonun duyurulmasında göstermiş oldukları çaba ve gayretlerden dolayı Silifke ilçesi Yeni Asya bürosu temsilcisi Mustafa Ongun ile Fatih Ongun beylere de çok teşekkür ederim. Silifke’mizde Yeni Asya gazetesini çok iyi bir şekilde ve büyük fedakârlıklarla temsil ediyorlar. Allah her ikisinden de razı olsun.

Bu kadar sözden sonra “Keşke promosyon kitaplarını daha fazla basabilseydiniz” diyorum. Çünkü ben özellikle Zekât ve Oruç kitaplarınızdan 5’er-6’şar daha alıp tanıdıklarıma hediye etmeyi düşünüyordum. Temsilciye sorduğumda ellerinde kalmadığını, istersem getirtebileceklerini söylediler, ama ben de 5-6 kitap için zahmete girmelerini istemedim ve getirtmedim.

Zannedersem benim gibi düşünen çok insan olmuştur. Yanlış anlamayın, amacım kesinlikle sizlere bir serzenişte bulunmak değil. Aksine yapmış olduğunuz promosyonun ne kadar güzel ve yararlı olduğunu, devamını da her zaman beklediğimi belirtmek için bu mesajı yazdım.

Hayırlı ve güzel günler dileğiyle. Allahu Teâlâ yar ve yardımcınız olsun.

***

Said Ceylan-Adana: Sami Narin ağabeyle birlikte kendi aramızda gazete tirajıyla ilgili bir fikir geliştirdik. Biz her gün ağırlıklı olarak esnafa gazete dağıtıyoruz. Cuma günleri de resmî zevatın, zenginlerin, siyasetçilerin çok geldiği iki camide gazetemizi dağıtıyoruz ve çok müsbet mânâda tepkiler alıyoruz.

En önemlisi, “Yeni Asya hâlâ hayatta ve ayakta” mesajı veriyoruz. Bazıları rahatsız olsa da.

Bizim fikrimiz şu: Mâlûm, Ramazan’da tirajımız arttı. Biz bunu haftada bir de olsa devam ettirmek istiyoruz. Şöyle ki; Adana olarak her Cuma günü 200 gazete fazladan dağıtalım diyoruz. Gerek camide, gerekse esnaflara ya da gerekli yerlere gazetemizin ulaşması sağlansın.

Böylece hem Ramazan’da sağladığımız artış fazla düşmemiş olur, hem de cemaatimize şevk ve heyecan gelir. Sami ağabey “Eskiden İttihad’da da böyle yapıyorduk” diyor.

Sizden ricamız, bunun üzerinde duralım. Anadolu’nun da benimseyeceği bir uygulama olur gibi geliyor bize.

Herkese selâm eder, başarılarınızın devamını dileriz.

***

Personel kartları yenileniyor

Kurumumuz tarafından muhabir ve temsilcilerimize verilen tanıtım kartları yenileniyor. Bu amaçla, daha önce verilen kartların tamamı iptal edilecek. Tasarımı, şekli ve baskısı bütünüyle değişen kartlardan edinebilmek için eski kartların; kimlik, adres ve referans bilgileri, iki adet vesikalık fotoğraf ve 20 TL’lik kart ve kargo ücretiyle birlikte Güneşli adresimize, “Muhasebe müdürlüğü” adına gönderilmesi gerekiyor.

Bize ulaşan kartlar değerlendirilmeye tabi tutularak, yenilenen kartlar muhabir ve temsilcilerimizin adresine gönderilecek.

Hepinize hayırlı bayramlar diliyoruz...

21.09.2009

E-Posta: [email protected]



Faruk ÇAKIR

Bayram manzaraları


A+ | A-

Ramazan Bayramı coşkusu en başta İslâm ülkeleri olmak üzere bütün dünyayı sarıp sarmaladı. Hatta Müslümanların azınlık olarak yaşadığı ülkelerde bile bu coşku hissedildi. Mesela, Tayland gibi çoğunluğun Budist olduğu ülkede var olan camiler dolup taştı.

Kırgızistan’da yaşananlar belki de bu bayramın sürpriz görüntüleri sayılabilir. Neredeyse bir asır “Allah” demenin yasak olduğu bir ülkede, bugün bayram namazları meydanlarda kılınıyor. Buna şükredilmez de ne yapılır?

Başkent Bişkek’teki, Merkez Camisi cemaate yetmediği için bayram namazı parlamento binasının önündeki ‘Lenin Meydanı’nda kılınmış. Elbette bu namaz, Lenin Meydanı’nda kılınan ilk bayram namazı değil. SSCB dağıldıktan ve Kırgız Müslümanlar hürriyetlerine kavuştuklarından beri camiler yetersiz olduğu için bayram namazları bu meydandan kılınıyor. Kırgızistan’da yaşanan güzelliklerden biri de bayram namazının devlet televizyonu tarafından naklen yayınlanmış olması. Bir güzellik daha var: Aralarında Devlet Sekreteri Nuruulu Dosbol’un da bulunduğu cemaat, namazın ardından ülkenin kalkınması, birliği, beraberliği, saadeti ve huzuru için dua etmiş.

Bayrama mahsus güzellikler sadece Kırgızistan’da yaşanmadı. Başka ülkelerde de kendisine has güzellikler sahnelendi. Bu bayram bir defa daha gösterdi ki, “Din hayatın hayatı, hem nuru hem esası”dır.

Farklı bir güzellik de Türkiye’de, Şanlıurfa’da yaşandı. Şanlıurfa’daki bir camide Kürtçe olarak verilen bayram namazı vaazı ve hutbesi, TRT 6’dan da canlı yayımlanmış. Harran Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Cüneyt Gökçe, Kürtçe gerçekleştirdiği vaazda birlik ve beraberlik mesajı vermiş. Ardından aynı üniversitede görev yapan Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz da hutbeyi Kürtçe olarak okumuş. İlk kez gerçekleştirilen Kürtçe bayram vaazı ve hutbe uygulaması vatandaşları mennun etmiş ve bu tür uygulamaların zaman zaman tekrarlanması istenmiş.

Şanlıurfa’daki bir camide vaaz ve hutbenin Kürtçe okunmasından daha önemlisi, bu hutbe ve vaazın TRT 6’dan canlı yayınlanmış olmasıdır. Peki, benzer şekilde meselâ, Sultanahmet’deki ya da Selimiye’deki ‘Türkçe hutbe’ ve tabiatıyla ‘bayram namazı’ niçin TRT 1’den ya da başka TV kanallarından yayınlanmasın?

Bakınız, Kırgızistan’daki devlet televizyonu bile ‘Lenin Meydanı’nda kılınan bayram namazını canlı yayınlıyor. TRT 6’da Şanlıurfa’da okunan ‘Kürtçe hutbe’yi yayınladığına göre, Selimiye’de okunan hutbenin yayınlanmasını istemek de milletimizin hakkı olsa gerek.

Manevî değerlerle kavgalı olarak bilinen bazı siyasetçilerimizin, bayram namazına giderken torunlarını yanında götürmüş olması da önemli bir adımdır. Bu esnada ‘din’in ürkülecek ve korkulacak bir şey olmadığını da inşallah görmüş olurlar. Bayram mesajlarındaki barış ve kardeşlik vurgusu da çok önemli. İnşallah bu arzu ve dualar kabul olur ve milletimiz maruz kaldığı sıkıntılardan bir an önce kurtulur.

Türkiye’de ve dünyada sergilenen bayram manzarası, ümitvar olmak için yeter de artar bile. Bu günleri bize bahşeden Mevlamıza hamdolsun, şükrolsun. Bayramınınız tekraren mübarek olsun.

21.09.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri



Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H. İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Nejat EREN

  Nurullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.