04 Ocak 2013, Cuma
25 yıldır ticaretle uğraşan bir kardeşiniz olarak, hepimizin muzdarip olduğu, bazen isteyerek, bazen de istemeyerek, akabinde de tamiri oldukça zor olan kul hakkını ihlâl ettiğimiz inkâr edilmez bir vakıadır.
Bir çoğumuz bilerek veya bilmeyerek bir kardeşimize haksız bir davranışta bulunmuş olabiliriz. Hatta ve hatta, o kardeşimizi mağdur ederek, bazı haklarının elinden çıkmasına sebep olmuş olabiliriz. Öyleyse bu durum karşısında veya bu mesuliyetten kurtulmak için neler yapmalıyız? Bir defa “Bu hatayı yaptım, bir daha yapmam veya keşke yapmasaydım” dememiz, iç dünyamızda hesaplaşmamız vicdanen rahatlamamıza yeterli gelir mi? Yoksa hatalarımızın telâfisine çalışıp da onu düzelterek, hak sahibinden mutlaka helâllik mi dilemeliyiz?
Yüce dinimiz İslâmiyette genel anlamda, bir Allah hakkı ve bir de kul hakkı kavramları mevcuttur. Bunu biraz açmaya çalışalım. Birinci hak olan Allah hakkı, her insanın, yaratılışının gereği olarak, Rabbine karşı yapması gereken kulluk görevidir. Bu konuda yaptığı bir kusur, günah ve kulluk görevini yapmamaktan mütevellit olan eksikliklerden dolayı Allah’a affetmesi için yalvarır. Tevbe ve istiğfar ederek affını dileyebilir. Cenâb-ı Hakk’ın merhameti, şefkat ve rahmeti sonsuz olduğundan istediğini affedebilir. Fakat benim asıl üzerinde ısrarla durmak istediğim, kul hakkıdır. Kul hakkıyla ilgili bir çok hadis-i şerif vardır ve bu hadisler ışığında bizlere ışık olacak, yol gösterecek ve rehber olacak bir hadis-i şerifle konuya başlamak istiyorum. Peygamber Efendimiz (asm) “Bir kimse, kardeşinin onuruna yahut malına haksız olarak saldırmışsa, karşılık olarak verilebilecek altın ve gümüşün bulunmadığı günden (kıyametten) önce mutlaka helâlleşsin. Aksi halde, yaptığı haksızlık nispetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık edilen adama verilir.” (Buhari, Mezalim: 10) Bu hadisten de anlaşılıyor ki, bir insanın üzerinde kul hakkı varsa, Allah, diğer günahlarını bağışladığı halde, kul hakkını asla bağışlamıyor. Onu telâfi etmek için, hak sahibi ile bizzat görüşüp özür dilemek, helâlleşmek ve zarara uğratmışsa zararını karşılamakla bu haktan kurtulması gerekir. Kul hakkı deyip geçmememiz lâzım, zira en büyük rütbe olan şehitler bile kul hakkından kurtulamıyorlar, artık gerisini varın sizler düşünün.
Bizler ticaret erbabı olduğumuz için, bu tür sıkıntıları birebir yaşıyoruz ve günümüz insanının hak gasbını çok normal bir şeymiş gibi algıladığını, hatta ve hatta kul hakkını yemenin marifetmiş gibi pespaye bir hayat yaşayan insanlarımızın sayısının, günbegün arttığını yüreğimiz burkularak görüyoruz. Ecdadımız borcunu namus olarak bilir, vaat ettiği günde mutlaka öder ve üstüne üstlük bir de helâllik dilerdi. Şimdiki insanlarımızın ekseriyeti, bırakın borcunu ödemeyi, hak sahibi borcunu istediğinde türlü türlü hakaretlere maruz kalıyor, tehdit ediliyor, şeref ve haysiyeti ayaklar altında çiğneniyor. Kul hakkıymış, borç ödemekmiş, hak-hukuk-adaletmiş, yardımcı olup işinin gördürülmesi için fedakârlık ve insanlık yapan insanların haklarını pervasızca çiğnemekmiş, Allah korkusu, ahirette hesap vermek, cennet-cehennem, kabir azabı bunların hiçbirisi adamların umurunda değil. Beyler bu bir vahşettir, densizliktir, kul hakkını ihlâldir, hak gaspıdır, bunun hiçbir semavî dinde yeri yoktur. Vallahi bu hâl üzere Allah’ın huzuruna vardığınızda cehennem bile sizi kabul etmekte sıkılacaktır. Siz siz olun kul hakkını ahirete bırakmayın, çünkü dünya ölçüleriyle paha biçilmeyen en değerli şeyler ahirette beş para etmiyor. Çil çil altınlar, göz kamaştıran elmaslar, en lüks arabalar, yatlar, katlar, köşkler, saraylar ve aklınıza gelen en kıymetli şeyler ahiret açısından bir değer taşımıyor. Şanlar, şöhretler, makamlar, rütbeler, koltuklar, gözümüzde büyüttüğümüz dünyalık hiçbir şey ahirette bir işe yaramıyor. Bizler öldükten sonra, geride kalan, bizimle kefenimizin dışında gelmeyen, giderken kendimizle götüremediğimiz bütün maddî varlıklarımız ahiret pazarında alıcı bulamıyor.
Lütfen bu vahşetten kurtulalım, tevbe kapısı her zaman açık olduğundan, en kısa zamanda tevbe ve istiğfar edelim, öncelikle Allah’tan bu kötü halden kurtulmamız için niyazda bulunalım ve sıdkı kalbimizle isteyelim. Ondan sonra da, zarara uğramasına sebep olduğumuz hak sahibine gidip, önce hata yaptığımızı itiraf edelim, özür diledikten sonra bizi affetmesini, hakkını helâl etmesini rica edelim. Hak sahibinin maddî bir kaybı varsa, imkânlarımız ölçüsünde ve onun razı olabileceği nispette hakkını vermeliyiz. Bunu unutmamamız gerekir ki; bir günah işleyen veya haksız bir davranışta bulunan bir kimse, o günah ve hatanın arkasından pişmanlık duyarak sevaplı ameller işlerse bu durumunu değiştirir. Bundan sonra bir vicdan azabı çekmesine, huzursuz olup üzüntüye kapılmasına gerek kalmaz. Mesele oldukça önemli ve hayatî bir değer taşıyor. Bu yüzden hak haktır, büyüğüne, küçüğüne bakılmaz, hakkın azı çoğu, ucuzu, pahalısı olmaz. Kur’ân’ın ifadesiyle “Kim zerre kadar bir iyilik yapmışsa onun karşılığını görür, kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onun karşılığını görür.”
Bu yüzden, dünyaya ait işleri ahirete bırakmayalım, ahirete sarkıtmamak için, alacak ve borç meselesi başta olmak üzere, bir şekilde üzdüğümüz, mağdur ettiğimiz, sıkıntıya soktuğumuz, borcunu istedi diye kalbini kırdığımız insanların haklarını, aynî-maddî türden bir şey ise bir an önce ödemek, şayet iftira, gıybet, hakaret ve benzeri manevî haksızlıklar ise helâlleşmek, özür dilemek ve hak sahibinin gönlünü kazanmamız gerekiyor. Bu konuda göstereceğimiz hassasiyet, aynı zamanda iman derecemizi, Allah katındaki yerimizi, insanlar arasında da şeref ve karakterimizi belirler. Allah kul hakkıyla bizleri huzuruna götürmesin.
Okunma Sayısı: 5358
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.