"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Bankalar reklamlardaki gibi değil!

10 Haziran 2015, Çarşamba 10:45
Reklamlarda 'sevimli,yardımsever, sadece ve sadece insanları düşünüyor' gibi bir algı oluşturmaya çalışan bankalar aslında sanıldığı gibi değil.

Toplumu mahveden faizin cazip gösterilmesiyle, karz-ı hasen [faizsiz verilen borç] gibi İslam'ın güzel uygulamalarının terkedilmesi, toplumun temeli olan ailelerde büyük yıkımlara ve mağduriyetlere neden oluyor.

Birazdan okuyacağınız bu haber, bankaların yaşattığı ve yaşatmaya devam ettiği mağduriyetlerden yalnızca birisi.

Taşıt kredisi çektiği bankaya taksitlerden birini ödeyemeyen tüketici, bankadan 'İmzaladığın sözleşmede belirtildiği üzere taksitlerden birini ödemediğin zaman kalan kredinin tamamını ödemek zorundasın' ihtarı aldı. 

Banka, ödeme yapmayan tüketicinin aracını haczettirdi. Aracının trafikten men edilmesiyle maddi manevi zarara uğradığını belirten tüketici, banka aleyhine tazminat davası açtı. Tüketicinin maddi tazminat talebini yerinde gören mahkeme kararı temyiz edilince devreye giren Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, davacı tüketicinin sözleşmeyi imzalaması sebebiyle davacının da kusurunun varlığının kabul edilmesi gerektiğine, bu nedenle tazminatta hakkaniyet indiriminin düşünülmemesinin doğru olmadığına hükmetti. 

Amasya'nın Suluova ilçesinde ikamet eden bir kişi, taşıt kredisi çektiği banka şubesine taksitlerden birini yatırmadı. Bunun üzerine, tüketicinin imzaladığı sözleşmedeki, 'taksitlerden biri ödenmezse diğer taksitlerinde muaccel (kredinin tamamının tahsil edilmesi) olacaktır' hükmünü hatırlatan banka, haciz işlemi başlatıp, tüketicinin kullandığı aracı 24 Temmuz 2006'da trafikten men ettirdi. Suluova Asliye Hukuk Mahkemesi'ne müracaat eden tüketici, takibe konu borcun muaccel olmadığının tespiti davası açtı. Mahkeme, borcun muaccel olmadığına hükmetti. Banka aleyhine 12 Mayıs 2010'da tazminat davası açan tüketici haczin haksız olduğunu, aracının kullanamadığını, icra baskısı altında kaldığını belirterek maddi ve manevi tazminata karar verilmesini talep etti.

MAHKEMENİN İPTAL KARARINDAN SONRA ARACINI TALEP ETMEDİ

Suluova Asliye Hukuk Mahkemesi'nde ifade veren davacı, bankadan taşıt kredisi aldığını, bankanın ödenmeyen kredi taksiti nedeniyle kalan taksitlerinde muaccel olduğu gerekçesiyle hakkında icra takibi başlatarak aracına haciz koyduğunu, aracının 24 Temmuz 2006'da trafik ekiplerince trafikten men edilerek otoparka çekildiğini, halen teslim edilmediğini belirtti. Davalı banka avukatı ise yaptığı savunmada, takibin kötü niyetli olmadığını, davacının takibe itirazı nedeniyle icra mahkemesinde açılan itirazın kesin kaldırılması davasında davacının itirazının kaldırılmasına ve icra inkar tazminatına karar verildiğini hatırlattı. Tüketicinin, alacağın muaccel olmadığına dair karardan sonra aracını talep edebilecekken etmediğini, zarara davacının sebep olduğunu vurgulayarak, davanın reddini talep etti. İcra takibine konu işlemler ile davacının manevi zararı arasında illiyet bağı olmadığı gerekçesiyle manevi tazminat isteminin reddine karar veren mahkeme, takibin muaccel olmayan alacak için yapılması ve bu nedenle davacının aracının trafikten men edilmesi ve halen de teslim olmaması nedeniyle bu süre içinde davacının aracını kullanamaması nedeniyle araç kiralama ücreti kadar maddi zararı olduğu kabul edilerek maddi tazminat isteminin kabulüne hükmetti. 

ARAÇ KİRALAYAN DAVACI BAKIM MASRAFI ÖDEMEMİŞTİR

Karar, davalı banka avukatınca temyiz edildi. Dava dosyasını değerlendiren Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, tazminat tutarında hakkaniyetli indirim yapılması gerektiğine karar verdi. Kararda şu ifadelere yer verildi: "Mahkemece araba kiralama ücreti bilirkişiye hesaplattırılarak davacının maddi zararı olarak bu miktar hüküm altına alınmıştır. Ancak, davacı da aracını kullanmadığı dönemde benzin harcamamış, kullanma nedeniyle oluşabilecek eksiklikler için bakım masrafı gibi giderlerden kurtulmuştur. Mahkemece davacının aracını kullansa idi ne gibi masraflar yapılacaktı bunlar araştırılarak ödenecek tazminattan bunların düşülmesi gerekirken, bu husus nazara alınmadan karar verilmesi doğru değildir. Sözleşmede, 'taksitlerden biri ödenmezse diğer taksitlerinde muaccel olacağına' dair hüküm bulunduğu sabittir. Takipde bu madde esas alınarak başlatılmıştır. Sonradan açılan dava ile sözleşmenin bu maddesinin haksız şart olduğu kabul edilerek iptal edilmiş ve alacağın muaccel olmadığını karar verilmiştir. Sözleşme düzenlenirken başlangıçta davacı bu şartı da imzaladığına göre, icra takibinde davacının da müterafık kusurunun varlığının kabul edilmesi gerekir. Bu nedenle dava ve takip tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 43 ve 44 maddeleri gereğince uygun bir hakkaniyet indiriminin düşünülmemesi de doğru değildir. Kararın bu nedenlerle bozulması gerekmiştir. Kararın bozulmasına oy birliği ile karar verilmiştir."

Sefih medeniyet burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etti

“Vücub-u zekât, hurmet-i riba” vasıtasıyla avâmın havassa karşı itaatini ve havassın avâma karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş.

Medeniyet-i hâzıra-i garbiye, semavî kanun-u esasîlere muhalif olarak hareket ettiği için seyyiatı hasenatına, hatâları, zararları, faydalarına râcih geldi. Medeniyetteki maksud-u hakikî olan istirahat-i umumiye ve saadet-i hayat-ı dünyeviye bozuldu. İktisat, kanaat yerine israf ve sefahet; ve sa’y ve hizmet yerine tembellik ve istirahat meyli galebe çaldığından, biçare beşeri hem gayet fakir, hem gayet tembel eyledi. Semavî Kur’ân’ın kanun-u esasîsi “Leyse lil-insâni illa mâ seâ” [“İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” (Necm Sûresi: 53:39.)”, “Külû ve’şrabû velâ tüsrifû” [“Yiyin, için, fakat israf etmeyin.” A’râf Sûresi: 7:31.] ferman-ı esasîsiyle, “beşerin saadet-i hayatiyesi, iktisat ve sa’ye gayrette olduğunu ve onunla beşerin havas, avâm tabakası birbiriyle barışabilir” diye Risale-i Nur bu esası izaha binaen, kısa bir iki nükte söyleyeceğim: 

Birincisi: Bedevîlikte beşer üç dört şeye muhtaç oluyordu. O üç dört hâcâtını tedarik etmeyen, on adette ancak ikisiydi. Şimdiki garp medeniyet-i zâlime-i hâzırası, su-i istimâlât ve israfat ve hevesatı tehyiç ve havâic-i gayr-ı zaruriyeyi, zarurî hâcatlar hükmüne getirip görenek ve tiryakilik cihetiyle, şimdiki o medenî insanın tam muhtaç olduğu dört hâcâtı yerine, yirmi şeye bu zamanda muhtaç oluyor. O yirmi hâcâtı tam helâl bir tarzda tedarik edecek, yirmiden ancak ikisi olabilir; on sekizi muhtaç hükmünde kalır. Demek, bu medeniyet-i hâzıra insanı çok fakir ediyor. O ihtiyaç cihetinde beşeri zulme, başka haram kazanmaya sevk etmiş. Biçare avâm ve havas tabakasını daima mübarezeye teşvik etmiş. Kur’ân’ın kanun-u esasîsi olan “vücub-u zekât, hurmet-i riba” vasıtasıyla avâmın havassa karşı itaatini ve havassın avâma karşı şefkatini temin eden o kudsî kanunu bırakıp burjuvaları zulme, fukaraları isyana sevk etmeye mecbur etmiş. İstirahat-i beşeriyeyi zîr ü zeber etti. (…)

Elhasıl: Medeniyet-i garbiye-i hâzıra, semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş. İktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış. 

Hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle, o biçare muhtaç beşeri tam tembelliğe atmış, sa’y ve amelin şevkini kırıyor. Hevesata, sefahete sevk edip ömrünü faydasız zayi ediyor. 

Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su-i istimal ve israfatla yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş. 

Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip her vakit beşeri tehdit ediyor, bir nevi cehennem azâbı veriyor. 

Said Nursî

Emirdağ Lâhikası, s. 334, yeni tanzim: s. 649

Sa’y (emek) ile sermaye nasıl barışır?

Acaba ikisini barıştırmak çaresi yok mudur? Evet, vücub-i zekât [zekâtın verilmesi] ve hurmet-i riba [faizin haramlığı], karz-ı hasen [faizsiz verilen borç] şerait-i sulhiyedir [barış şartlarıdır]. Eski Said Dönemi Eserleri, Rumuz, s. 513

Şu âlemin ihtilâli nedir?”

“Sa’yin sermaye ile mücadelesidir.” 

“Acaba ikisini barıştırmak çaresi yok mudur?” 

“Evet, vücub-i zekât ve hurmet-i riba, karz-ı hasen şerait-i sulhiyedir. Şu riba taşını altından çeksek, şu zalim medeniyet kasrı çökecektir.” 

Eski Said Dönemi Eserleri, Rumuz, s. 513

***

Bu devirde sû-i istimâlât o dereceye vardı ki, bir sermâyedar, kendi yerinde oturup, bankalar vâsıtasıyla bir günde bir milyon kazandığı hâlde; bir bîçare amele, sabahtan akşama kadar, tahte’l-arz mâdenlerde çalışıp, kùt-u lâyemût derecesinde, on kuruşluk bir ücret kazanıyor. Şu hâl, müthiş bir kin, bir iğbirar verdi ki, avâm tabakası havâssa îlân-ı isyan etti. Şu asrın tâbiriyle, sosyalistlik, bolşeviklik sûretinde, evvel Rusya’yı zîr ü zeber edip geçen Harb-i Umûmiden istifade ederek, her yerde kök saldılar. 

Mektûbât, s. 354, (yeni tanzim, s. 618) 

*** 

İşârâtü’l-İ’câz’da ispat edildiği gibi, bütün ihtilâlât-ı beşeriyenin mâdeni bir kelime olduğu gibi, bütün ahlâk-ı seyyienin menbaı dahi bir kelimedir. 

Birinci Kelime: “Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse, bana ne.” 

İkinci Kelime: “Sen çalış, ben yiyeyim.” 

Evet, hayat-ı içtimâiye-i beşeriyede havâs ve avâm, yani zenginler ve fakirler, muvâzeneleriyle rahatla yaşarlar. O muvâzenenin esâsı ise, havâs tabakasında merhamet ve şefkat; aşağısında, hürmet ve itaattir. 

Şimdi, birinci kelime havâs tabakasını zulme, ahlâksızlığa, merhametsizliğe sevk etmiştir; ikinci kelime avâmı kine, hasede, mübârezeye sevk edip, rahat-ı beşeriyeyi birkaç asırdır selb ettiği gibi; şu asırda, sa’y, sermâye ile mübâreze neticesi, herkesçe mâlûm olan Avrupa hâdisât-ı azîmesi meydana geldi. 

İşte, medeniyet, bütün cemiyât-ı hayriye ile ve ahlâkî mektepleriyle ve şedid inzibat ve nizâmâtıyla, beşerin o iki tabakasını musâlâha edemediği gibi, hayat-ı beşerin iki müthiş yarasını tedâvi edememiştir. Kur’ân, birinci kelimeyi esâsından vücûb-u zekât ile kal’ eder, tedâvi eder; ikinci kelimenin esâsını hurmet-i ribâ ile kal’ edip, tedâvi eder. Evet, âyet-i Kur’âniye, âlem kapısında durup, ribâya “Yasaktır!” der. “Kavga kapısını kapamak için, ribâ kapısını kapayınız!” diyerek, insanlara ferman eder. Şâkirdlerine, “Girmeyiniz!” emreder. 

Sözler, s. 373, (yeni tanzim, s. 661)

Okunma Sayısı: 2377
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı