Demokrasi imkânlarını kullanarak iktidara gelen bir zihniyetin, demokrasiyi; zamanı geldiğinde inmek maksadıyla kullanılabilen bir tranvaya benzeterek elde ettiği toplumsal desteği, inşa ettiği “mutlak güçler birliği” modelini, “Cumhubaşkanlığı Hükûmet Sistemi” ambalajı sunumundaki yeni sistemin; 50+1 formülünü meşrûiyet kaynağının esası olarak almıştır.
Bu formül, yaklaşık üç yıl gibi bir sürede, mecburî ve ön şartlı koalisyonlara mahkûm olma gibi bir yönetim modelini doğurmuştur. Özellikle, yıllar yılı kısır siyasî çekişmelerle zaman kaybına sebep olan ve kronikleşen, ülkenin temel problemlerinin çözümünde bir araya gelemeyen siyasî partileri, bilhassa 12 Eylül rejiminin besleyip büyüttüğü, resmî ideoloji dayatmalı “terörle mücadele” paravanında katmerlenen kronik ülke meselelerinin çözümünde, kaderden bir mecburiyet şeklinde tecelli eden, bu yeni koalisyonlar dönemi, adeta 12 Eylül modeliyle kilitlenen ve iflâs eden; 50+1 rejimi sayesinde, 1948’deki hür dünya ile entegrasyona mecburiyet dönüşümüne benzer bir şekilde, siyasette ikinci bir “Almanya Modeli”nin kapısını aralamıştır. Bu gelişme inşaallah bir kazaya uğratılmaz ise; en az yüzde altmış toplum desteğiyle, ülkenin birikmiş meselelerinin çözümünde, yepyeni imkânlar açılmasına sebep olabilir.
Bu ise, tersinden yirmi yıllık uzun bir sabır ve fetret döneminden sonra, kaderin bir cilvesi olarak, “bir musîbet bin nasihattan evlâdır” atasözümüzün tahakkuku olarak; geçmişte hep kınanan ve kötülenen koalisyonlar yoluyla yönetim modelinin, yıllarca Almanya’da uygulanan geniş tabanlı toplumsal uzlaşma kültürünün, ülkemizde de inşasını netice verecek ve hakikaten Batının bir temel ayrıcalığı olan bu siyasî kazanım ile, AB standartlarında siyaset yapmanın yolu açılmış olacaktır. Bu sonuç ise; ‘çekilen bunca acılara gerçekten değdi’ dedirtecek bir kazanımdır.
Bu neticenin husûlüne sebep olan, siyasî heyet ve figürleri tarih ve istikbal alkışlayacaklar. İşte size bir “men dakka dukka” yorumu ve 50+1 zahirî musîbetinin garip bir tecelisi...