Öncelikle çok temel bir fıtrat kanunundan başlayarak söze girelim; çok genel geçer bir prensip, herhangi bir olayla karşılaşıldığında, hemen şu denklem kurulur; kâr, zarar veya şer, hayır.
Denklemdeki öncelik hiyerarşisinde en temel refleks, elbette ki, önce şerri, belâyı, kötülüğü def ve uzaklaştırmak, ondan kurtulmak. Sonra hasar tesbiti yapıp, faydaları, iyilikleri celp için; çabalamak, gayret göstermek.
Şimdi bakalım; neden, ‘ölü taklidi yapanlar veya uykuda imiş gibi davrananlar’ı hatırlattık? Fazla uzağa gitmeye gerek yok, gerçekçi olalım; son dört beş senede yaşadığımız olaylara bakalım; asırlara sığacak tebeddülatlar, cihanı sarsan hadiseler, zulümler, hak ihlâlleri karşısında, sanki etrafında hiçbir şey olmuyor, herşey güllük gülistanlık gibi, bana dokunmayan yılan bin yaşasın, ortada kuyu var yandan geç gibi deyimlerle çoğaltacağınız tavırlarla nereye kadar...
Sonra; bu zulmü yapan züccaciye dükkânına girmiş bir fili andıran, tahrip ekibi ile, aynı fotoğraf karesi içerisinde; cemiyeti ıslah ve manevî hizmetler adına görüntü vermeye kalk. Bu en hafif tabiriyle, o kudsî hakikatlerin hukukuna dehşetli bir hürmetsizlik ve zulüm olmaz mı? Dinden, maneviyattan soğutan, bu tahribat ekibiyle birlikte olduğunu topluma ihsas ettirmek dahi, bu kudsî hakikatlere hakaret olmaz mı?
Onun için, kimse kimseyi ölü ve uyur taklidiyle aldatmaya kalkmasın. Evvel emirde, ilk yapılması gereken iş, züccaciye dükkânına giren ve herşeyi kırıp parçalayan fili dükkândan uzaklaştırmaktır vesselâm...