Kadim dostlarımızla “yeniden iman etmemiz” gerektiği meselesini müzakere ediyorduk. İrfan meclisimize yeni iştirak eden İlahiyatçı bir arkadaşımız, “İman esaslarını yeniden ders almaya gerek var mı? Biz zaten inanıyoruz; onu inanmayanlar düşünsün. Sonra ne demek yeniden iman etmek?” şeklinde tepki gösterdi.
Aslında bu tabirin bizim değil, Kur’ân’ın olduğunu hatırlaması gerekirdi! Ki, Kur’ân iman edenleri, “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse derin bir sapıklığa düşmüş olur”1 şeklinde uyarır.
Birinci cümlenin başlangıcı ile, ikinci cümlenin sonuna dikkat edilirse, “Ey iman edenler… iman edin” şeklinde vurgu yaptığı görülecektir. Bu iki kelime nasıl telif edilebilir? İnanan kimseye “mü’min, Müslüman” dendiğine ve bu âyette, “Ey iman edenler… îmân ediniz!” diye vurgu yapmasının bir inceliği olması gerekir. Mü’minleri gerçek, tahkiki imâna yöneltmek, taklitten kurtulup “gerçek imân”ı kazanmak için tahşidât olduğu gayet açık değil mi? Gerçek imana ulaşmak için de kendimizi ve inandıklarımızı yeniden sorgulamalıyız!
Bilindiği gibi, ruhumuz potansiyel olarak şeytânî, hayvânî, nebâtî (bitkisel) ve camid, cansız tüm varlıkların olumlu ve olumsuz tüm özellikleriyle donatılarak dünyaya gönderildik. Ham haldeki duygularımızı işlemek, olumlularını yüceltmek, olumsuzlarından arınıp, mecralarına akıtmak durumundayız. Bir anlamda, “melekî” ve “insâniyet-i kübrâ” diye tâbir edilen “büyük insanlık İslâmın” yüce, ulvî özellikleri ortaya çıkarmak, rûhumuzu olgunlaştırmak; duygularımızı terbiye etmek; gerçek benliğimizi bulmak, şahsiyetimizi geliştirmek, varoluş sebebimize paralel bir hayat sürdürmektir bu.
Taklidî, basit iman, sapkın, yanlış fikirlerin hücumuna; nefsin ve şeytanın vesveselerine dayanamaz. Ancak tahkikî imân; fiiliyata, aksiyona, pratiğe dönüşür. Taklidî imân; tazyiksiz akan su, düşük voltajlı elektrik gibidir; şofbeni veya elektrikli ev âletlerini çalıştırmaz. Tahkikî imân; tazyikli su; yüksek voltajlı elektrik enerjisi gibidir; şofbenleri, dev fabrikaları, makineleri çalıştırır. Mum ışığına hafif yollu “puf!” etsek; söner. Barajdan beslenen ampül kırılmadığı müddetçe ışığı şiddetli rüzgârlara direnir. Güneşe, dünyanın bir milyon kat fırtınası saldırsa bile onu asla söndüremez! İşte, tahkikî, yâni araştırarak, akıl ve ilimle elde edilen gerçek imânı; felsefe veya Deccalizmin en büyük inkâr fırtınaları söndüremez, deviremez.
Bunun yanında, farkına vararak veya varmayarak bizi inkârın tehlikeli labirentlerine atacak sözler sarf ediyor; davranış, hareket ve fiillerde bulunuyoruz. Kimi zaman—bilmeden de olsa—dinsizlik kokan kelimeler kullanıyor, tavırlar sergileyebiliyoruz.
Hüküm ve ibadet âyetlerinin kimi müfessirlere göre 250, kimisine göre beş yüz civarındadır. Geri kalan altı bin küsür ayet, iman meseleleri, ahlâk ve tefekküre dairdir. Kur’ân’ın bu temel esprisi de iman esaslarını mutlaka takviye etmemiz gerektiğini göstermiyor mu?
Dipnot:
1. Kur’ân, Nisa, 136.
TEBRİK: Geçmiş mübarek Berat Kandilinizi tebrik eder; camiamız, tüm İslâm âlemi, milletimiz, ülkemiz, özellikle muztar ve mağdur Lübnan, Filistin, Irak, Çeçenistan, Keşmir sair bölgelerdeki Müslümanlar ve insanlık âlemi için hayırlara vesîle olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim.
09.09.2006
E-Posta:
[email protected] - [email protected].
|