Hz. Adem’den (a.s.) bu yana, milyarlarca insan bir arada yaşayıp, birbiri ile kaynaşıp hayatını devam ettirdi.
İk kavga Adem’in (a.s.) oğulları arasında yaşandı.
Ondan sonra bu kavgalar hep devam etti.
Ve günümüze geldi.
Şimdi “1. Dünya Barışı” kutlandı.
Nasıl barış?
Eskiler buna “Sulh-u Umumî” demişler.
Uzun yıllar Hıristiyanlar arasında yaşanan savaşlarda milyonlarca insan öldü.
Bunun ne kadar dehşetli bir olay olduğunu anlayan Batı dünyası, sonunda bu kanlı dehşete son verdiler.
Ancak Asya'da akan kan hiç durmadı.
Hâlâ devam ediyor.
Müslümanların;
“Cehalet, zaruret, ihtilaftan” kaynaklanan ana sorunlarından dolayı, çocuklar ölüyor, şehirler yıkılıyor, ülkeler yakılıyor. “Dünya Barışı” sadece sözde ve sazda kalıyor.
Lübnan vahşetine karşı Birleşmiş Milletler “Kınama” ile dahi cevap veremiyor.
Ve Müslümanlar...
Akıl ve ilim engin tadına varamayan mü'minlerin bazıları battıkça bataklığa gömülüyor.
Hiçbir İslâm ülkesinde silâh teknolojisi yok.
Ne kadar üst düzey teknik ürün varsa, hepsi Batı kaynaklı.
Bu açıdan bakıldığından konu “güç” dengesi ile birebir ilişkili.
Elli kûsur Müslüman ülkesinde bir otomobil markamız bile yok.
Müslümanların elindeki imkânlar sel gibi Avrupaya akıyor. Türkiye'nin bile ithalatı ihracatından oldukça fazladır. Ne anladık?
Geleceğimiz bu dengenin denkleştirilmesine bağlıdır.
“İstikbalde İslâmiyetin tealisi (yükselmesi maddeten terakkiye mütevakkıftır” diyen Said Nursî, daha asrın başında bu tesbitte bulunmuştur.
Ve önemli bir tesbitte daha bulunarak şu tarihi ifadeyi haykırmıştır.
“Dünya barışı”nın ana temasıda budur.
“Dostları ile mürüvvetkârane muaşeret (dostlarla samîmî kaynaşma) düşmanları ile sulhkârâne muameledir.”
Barış budur.
Yoksa birbirimizi “yok etme” veya “yok saymak” ile bir yere varmak zordur.
09.09.2006
E-Posta:
[email protected]
|