Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 25 Mart 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Manevi birliğimizin harçları



İslâm tarihinin ilk hastalıklarından birisi şuubiyye hastalığıdır. İslâm toplumunun manevî birliğini atomize eden kavramlar ve bunların doğurduğu cereyanlar Arube ve Arabuyecilik ve şuubiyyeciliktir. Bazen ‘şuubiyye fitnesi’ ırk imtiyazı veya ayrılıkçılık kılığına bürünürken bazen de onun yerini mezhepçilik alabilmekte ve mezhepçilik milli maksatlara alet edilebilmektedir.

Arube veya Arubiyecilik cereyanını Emeviler ihya etmiş ve bunun cezasını görerek 80-90 yıllık gibi kısa bir dönemde her yönden aldıkları karşı darbelerle yıkılmaya maruz kalmışlardır. Bunun karşısında da şuubiyye cereyanları vardır. Bu cereyan mezhepten edebiyata kadar her alana yayılmış ve her alanda etkisini göstermiş ve hulul etmiştir. Bir anlamda Firdevsi ve Şehname bunun eserlerinden birisidir. Perslerin İslâm öncesi bahadırlık ve meziyetlerini göstermek ister. Günümüzde de böyle cereyanlar var. Bu cereyanlardan bir kısmı dışlamacı veya tekelci, diğeri de itizalci ve ayrılıkçı ve ayrımcıdır.

Bugün Arap dünyasında siyasi itizale taifiyye denilmektedir. Yani, fırka taassubu ve fırkacılık. Devrik Saddam Hüseyin rejimi Arubici bir çizgide yer alırken onun karşısındaki Kürtler de siyasi itizal veya şuubiyye çizgisini temsil etmişlerdir. Leyla Zana’nın lider olarak takdim ettiği Barzani, Talabani ve Apo böyledir. Keza Şiilik noktai nazarından ayrışmayı tetikleyenler de Shia/Şia kisvesinde schism/ayrılıkçılık veya şuubiye yapanlardır. Yani taraftarlık kisvesinde ayrılıkçılık yapanlardır. Bazen çok sevmek haddi vustasını veya itidal noktasını kaybettiğinde, başkalarıyla paylaşmamak ve sevilen değeri hapsetmek hatta yok etmek anlamı kazanabilir.

Maalesef bilerek veya bilmeyerek bazen meşrepler bunu yapmaktadırlar. Türkiye’de tekelci veya dışlamacı Güneş Dil Teorisi ve bunun dünyadaki yansıması olan Arian ırkçılığı, bütün ırklar üzerine aynı şalı örtme ve vesayet kurma girişimi olup; bir nevi ırkçılıkta Emevi anlayışını, çağdaş Arubiyeciliği temsil etmektedir. Bu da karşıtını yani şuubiyeciliği doğurmaktadır. Tekelciliğe karşı itizal çizgisi. Sözgelimi Aktüel dergisine konuşan Tuğgeneral Korkmaz Tağma, devletin Güneydoğu bölgesinde birçok yanlış yaptığını ve bunlardan birisinin herkesi Türk yapma gayreti olduğuna dikkat çekmiştir. Bu da reaksiyon şeklinde şuubiye hareketine yol açmıştır. Şuubiye anlayışı da PKK gibi çeşitli örgütleri türetmiştir.

***

Halbuki bu iki hastalığı da tedavi etmek lazım. Ama bu iki hastalık ne tekelçilik veya başkalarını yok farzetmek üzerine ne de ayrılıkçılık ekseninde tedavi edilebilir. Tek tedavisi cibilli kimliği nötr olarak kabul etmek, bunu bastırmaya çalışmamak gibi, bunun üzerine siyaset yapmamak ve silaha sarılmamaktır. Dolayısıyla kimlik üzerinde menfi veya müspet siyaset yapılamayacağı gibi silahlı kalkışmalar da yapılamaz ve yapılmamalıdır. Necip Fazıl gibi birilerinin bu durumda; “Ey kitleler gittiğiniz yol çıkmaz sokaktır” demesi gerekiyor.

İtidal noktası behemehal bulunmalıdır. İtidal veya buluşma noktası da bellidir. Kan bağı yerine manevi bağı ikame etmektir. Manevi bağlar fiziki bağlardan üstündür. Bu hususta manevi birliğimizin harçları olan zevat geçmişte çok önemli ve güzel reçeteler ortaya koymuşlardır. Bu cahiliyet kalıntısı hastalık her devirde yeniden nüksetme, hortlama potansiyeline sahiptir. Ve asr-ı saadette Ebu Zer Gifari’nin siyah annesinden dolayı Bilal’i ayıplaması bunun örneklerinden birisidir. Peygamberimiz vaki şikayet üzerine Ebu Zer Gifari’ye (R.A.) Bilal’i annesiyle mi, yani siyah oluşuyla mı ayıpmadığı sorduktan sonra ona şöyle mukabele etmiştir: “Sende cahiliyet kalıntılarından birisi var...”

İslâm toplumlarında yer yalan, ahde vefa göstermemek ve emanete ihanet gibi nifak alametleri olduğu gibi ırkçılık berzeri cahiliyet kalıntıları da vardır. Hak ve hakikat ve müşterek değerler üzerine seyretmeyen, sırf ırk üzerine dayanışmayı da cahiliye adetlerinden saymıştır. Irk, zaman ve mekân gibi nötr değerlerdendir ve bunları ideolojik hale getirmek insanlığa büyük zarar vermektir. Zaten ırkî saplantılar üzerine bir kamplaşma başladığında o noktada durmaz ve alt kimliklere kadar sirayet eder. Dolayısıyla tezad değil, tekamül esas alınmalıdır. Tezad üzerine kurulu siyasetlerin sonu yoktur. Cahiliyet döneminde Arap kabilelerin birbirleriyle savaşmaları gibi. Cahiliyye döneminde kabileler arasında kırk yıl savaşları yaşanmıştır. Dolayısıyla ırk maddi veya manevi üstünlük için kullanılamaz.

***

Birliğimizin manevi harçlarından birisi olan Mevlana bu hususta şöyle buyurmaktadır:

*Aynı dili konuşmak, akrabalık ve bağlılıktır./ İnsan, yabancılarla kalırsa mahpusa benzer.

Nice Hintli, nice Türk vardır ki dildeştirler (aynı dili kullanırlar)./ Nice iki Türk de vardır ki birbirlerine yabancı gibidirler./ Şu halde mahremlik (yakınlık dili) bambaşka bir dildir./ Günül birliği (gönüldaşlık, ülküdaşlık, aynı mefkureye inanmak), dil birliğinden daha iyidir./ Gönülden sözsüz, işaretsiz, yazısız yüz binlerce tercüman zuhur eder.

Sözgelimi, bu bağlamda aynı dili veya kanı paylaşmamazı rağmen tarihi beraberlik ve coğrafi beraberlik noksan kaldığı için Orta Asya’daki Türki kavimler, yanıbaşımızda yüzyıllarca aynı civarı ve manevi değerleri ve atmosferi paylaştığımız Kürtler kadar bize yakın değildirler. 1990 sonrası bunun isbatı gibidir. Mevlana’nın ifade ettiği manevi dil ve manevi bağlar Mehdi Zana ve Leyla Zana’nın vurgu yaptığı ‘kan bağı’ veya maddi dilden çok daha önemlidir. Çağımızın Mevlana’sı kabul edilen İkbal bakın bu hususta neler söylüyor: “Müslümanların kalplerinde iman ateşi kalmamıştır. Allah aşkı kalmamıştır. Onlar, Hazreti Peygamber’e olan sevgilerini unutmuşlardır. Aslında, dini köklere dayanan vahdeti değiştirip yerine madde alemine dayalı bir milliyetçzilik konulmak istenmiştir...” Leyla Zana’nın Zerdüşt bayramı olan Nevruz’da verdiği mesajlar gibi.

Mehdi Zana’nın dediği gibi İslâmı, Arubiyeciliğin bineği yapmak istismarsa (ki öyledir, İslâmı ırkî üstünlük iddiası için kullanmaktır) karşılığında şuubiyyenin bineği yapmak da istismardır. Öyleyse ortada dinin bir değil iki istismar vardır. Irkçılığın iki kanadı.

25.03.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (23.03.2007) - Telif ve teskin edici

  (22.03.2007) - ‘Örtbas etme girişimi’

  (21.03.2007) - Zıt aydınların benzerlikleri

  (20.03.2007) - Tahrifatçılar ve redciler

  (19.03.2007) - Monşer kafası

  (18.03.2007) - Üç şikâyetli bir gerçek

  (16.03.2007) - 1908- 2008- 2009- ?

  (15.03.2007) - ‘Feminizmin amentüsü’

  (14.03.2007) - ‘Cinsiyet ve din ayrımına son’

  (13.03.2007) - AKP modeli

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004