Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 15 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Habib FİDAN

Âsım'ın nesli idealinin neresindeyiz?



Bence Mart, millî ve mânevî açıdan bizim için bir tefekkür ayı olmalıdır. Zira İstiklâl Marşının kabulü dolayısıyla İstiklâl Savaşı, Çanakkale Savaşının yıldönümü ve bunların odak noktasında bulunan iman şâirimiz Mehmet Âkif işin içinde olunca; ister istemez, bizi biz yapan değerler, varlık sebebimiz, misyonumuz ve tarihten gelen gayelerimize olan yakınlık veya uzaklığımız hakkındaki iç muhasebelerimiz kaçınılmaz oluyor. Bunun içindir ki, tekrara düşme pahasına da olsa, özellikle edebiyatçıların bu konuyu Mart ayında sürekli gündemde tutmaları oldukça önem arz etmekte.

Dönemin karanlık günlerinden dolayı, haklı olarak Mehmet Âkif’in söylediği, “Viranelerin yasçısı baykuşlara döndüm/Gördüm de hazânında bu cennet gibi yurdu!/Gül devrini bilseydim onun bülbül olurdum/Ya Rab, beni evvel getireydin ne olurdu?” mısralarının eşliğinde feryat edip çok karamsar bir tablodan elbette bahsedecek değilim. Ancak Âkif’in Safahat’ında özellikle değindiği ve milletimize bir ur gibi bulaşan “cehalet ve taassup” ile bunlara bağlı olarak manevî değerlerden kopuşun hemen her köşede boy verdiğini ve tarihine, milliyetine yabancı, dinî, imanî ve itikadî anlamda içi boş çuval gibi yetişen bir neslin serseri rüzgâr gibi ortalıkta dolandığını görünce, insanın şanlı tarihe olan özlemi depreşmiyor değil. Hani cedlerin üç kıtada oluşturdukları mağfiret ikilimi zamanlarındaki gül devrinde yaşama isteği de uyanmıyor değil.

Âkif gibi özü sözü bir ve sedası gür bir çelik imana sahip “Âsım’ın Nesli”ni arıyor gözlerim. Bir hilâl uğruna batan güneşlerin istikbalde hayal ettikleri nesl-i cedidin hâl-i pür melâli beni ahde vefasızlığın sürüklediği bir vicdan azabının eşiğine sürükleyip gidiyor. Dimağımda Akif’in vasiyet tadındaki “Asım’ın nesli... Diyordum ya... Nesilmiş gerçek/İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek” mısraları dolanırken, gözlerimin önünde bir bir kayıp giden mâzisiz, istikbalsiz ve his yok, hareket yok, leş kesilmiş sürüsüyle ömr-i hederler akıp gidiyor. Meselâ önümde duran İzmir devlet liselerinde yapılan bir araştırma, kederimi büsbütün arttırmaktan başka bir işe yaramıyor. “Her üç liseliden birinin cinsel deneyimi var(11.03.08/Sabah)” diye yapılan tespit, bizi ayakta tutan önemli dinamiklerimizden olan namus ve iffet konusunun ne denli zedelendiğini ve Âkif’in dediği “millet-i merhume” terkibine doğru tehlikeli bir gidişatın ipucu olarak göründüğünü bilmem söylemeye gerek var mı?

Bu ve buna benzer tespitler her tarafta sürüyle kol gezmekte. Onun içindir ki, cedd-i şehid konuşabilseydi şimdi, belki de Âkif’in dilinden, “Kasr-ı Gülşen’sin evet, lâkin gönüller şen değil!/Durduğum, mâzine hürmet, yoksa neşvemden değil/Var mı loş sinende ‘canandan’ kalan nur izleri?/Ey yeşil yurt, istenen senden odur, sînen değil…” diye vatana eseflenmekten ve bastığı yerleri toprak diyerek geçip altında kefensiz yatan evlâd-ı fâtihanı tanıma zahmetine katlanmayan nevzuhur nesle de, “Bizde leşten daha hissiz, daha kokmuş can var!/Bakmayın, hem tükürün çehre–i murdarımıza!/Tükürün: Belki biraz duygu gelir arımıza!” şeklinde hitap etmekten geri durmazlardı.

Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur, Asra Bedel” romanındaki “Mankurtlaşma”dır yaşadığımız. Bir Moğol kavmi olan Juan Juanların, esir ettiklerinin başlarına geçirdikleri hayvan derisi işkencesinin sonucuna benzeyen hafızayı yitirmenin, kim olduğunu unutmanın, tarihine, millî ve manevî değerlerine sırt çevirmenin ortaya çıkardığı şuursuzluğun yaşattığı travmadır bu. Romanda Nayman Ana, esir edilen Mankurt oğlunu her ne kadar “Adını hatırla! Kim olduğunu hatırla! Babanın adı Dönenbay!” diye uyarmaya, şuurunu açmaya çalışmışsa da yine öz evlâdı tarafından öldürülmüştür. Bu da günümüze bakan ibretlik bir olaydır vesselam…

İşte Âkif, İstiklâl Savaşı/Marşı, Çanakkale ve benzeri şanlı tarihimizin âbideleri, meşrep ve mezhepten yoksun bir Frenkleşme illetine düşerek Mankurtlaşan nevzuhur nesli gökkubbenin yüksek perdesinden Nayman Anavâri hâlâ uyarmakta ve uyarmaya da devam edecektir. Şükürler olsun ki, “bâki kalan bu gökkubbede” çınlayan uhrevî vasiyetin takipçisi bir nesl-i cedid de var!

15.03.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (08.03.2008) - Sadeleştirme hezeyanları üzerine

  (01.03.2008) - Vatan sağolsun...

  (23.02.2008) - Yazar, ne(den) yazar?

  (04.08.2007) - What about God?

  (28.07.2007) - Yollardan bir yol

  (22.07.2007) - Hayır duâlarımız... Bedduâlarımız...

  (07.07.2007) - Bir ölüm analizi

  (30.06.2007) - Kitle(sel)leşmek üzerine düşünceler...

  (23.06.2007) - Bir kıvrımlık “s”dir hayat

  (02.06.2007) - Fetihten arta kalan düşünceler

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri