Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 08 Mart 2008

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Hasan YÜKSELTEN

Musalla taşı



“Benim ve sizin misaliniz, ateş yakıp da ateşine cırcır böcekleri ve pervaneler düşmeye başlayınca onlara engel olmaya çalışan adamın hali gibidir. Ben sizi kuşaklarınızdan tutarak ateşten korumaya çalışıyorum, siz ise benim elimden kurtulup da ateşe atılmaya

çalışıyorsunuz.”1

Yüz yıllık eski bir Osmanlı camisinin musalla taşında, yeşil bir örtünün altındaki tabutta boylu boyunca uzanan genç bir insan bedeni. Tabutun etrafında ağlamaktan göz pınarları kurumuş yakınları. Cami avlusunda, bulundukları ortama pek de alışkın olmadıkları çok belli olan, belki de gelmek zorunda oldukları için orada olan insan kalabalığı. Ölümün soğuk yüzü, hele ki beklenmedik bir anda beklenmedik bir şekilde ortaya çıkınca daha bir sarsıyor insanları.

Modern insan ölüme karşı devekuşu vaziyetini takınıp, onu görmezden gelmeye çalışsa da, kabir görmemek için mezarlıkları şehrin uzak yerlerine taşısa da, hayatın en gerçek hakikati hiç değişmiyor. Rahmetli Cem Karaca’nın bir şarkısında bahsettiği gibi yolumuz sonunda hep mezarlıklara çıkıyor:

Bir çiviyi çakar gibi vura vura günlere

Dört nala gidiyoruz bizi bekleyen yere.

Cahit Sıtkı’nın bir namazlık saltanat mekânı olarak tanımladığı musalla taşının dili olsaydı kimbilir neler söylerdi bizlere? Doğum ile ölüm arasındaki o kısa yolculuk sırasında, insanoğlunun bu dünyada sadece misafir olduğunu, ardından sadece bir hoş sada bırakmasının önemini en iyi musalla taşı anlatabilirdi bence. Dünyevî kazançların, şan, şöhret, lüks gibi peşinden koşulan şeylerin aslında ne kadar boş olduğunu en iyi musalla taşları görür çünkü. İnsanın canı gibi sevdiklerinden ayrılmasının acısını en iyi o bilir. Ölümün genç yaşlı, fakir zengin dinlemediğini, dünyanın faniliğini, en çok o hisseder. Bu yüzden, konuşamasa da, gören ve duyan insanlara hep birşeyler fısıldar musalla taşı.

Ancak günaha günah demenin bile garipsendiği, dini hatırlatan şeylerin acaip karşılandığı, her türlü haramın, nefsî hazların normal sayıldığı ortamlarda yaşayan insanlar, bilemezler maalesef, ne musalla taşlarının insanlara fısıldadığı hakikatleri, ne cami avlusundaki sükûnu, ne de secdedeki huzuru. Belki bu yüzden hep dünyevî şeylerle tatmin etmeye çalışırlar kalplerindeki boşluğu. Oysa fani bir geleceği temin etme adına harcanan çabaların, verilen emeklerin onda biri keşke ebedî hayatı temin etmek için harcanabilse. İnsan, keşke dünyada en büyük saadet içerisindeyken Cenâb-ı Hak’tan vefatını isteyen Hz. Yusuf misâli, kabrin ötesindeki daha cazibedar ve ferahlı saadeti fark edip, o saadete mazhar olmak için ahiretine daha fazla çalışabilse.

Bu noktada iman nimetine mazhar olanların sorumluluğu daha da fazladır elbette. Meselâ Bediüzzaman, Hizmet Rehberi adlı eserinde, Nur talebelerinin yalnız kendi imanını kurtarmakla değil; aynı zamanda başkalarının imanlarını da muhafaza etmekle mükellef olduğunu söyler. Merhum Zübeyir Gündüzalp, “Teessür ve ıztırap karşısında kalbden bir parça kopsaydı, ‘Bir genç dinsiz olmuş’ haberi karşısında o kalbin atom zerrâtı adedince param parça olması lâzım gelir” der. Zira Nur mesleğinin en önemli esaslarından biri de şefkattir. Acaba bizler bugün, böyle bir duyguyu kalbimizde hissedebiliyor muyuz? Musalla taşı, bu sorumluluklarını da hatırlatır insana.

Havanın baharı hatırlattığı, güneşin insana ümit ışınları gönderdiği bir günde, cami avlusunda kılınan namazın ardından, çam ağaclarının, kuş seslerinin eşliğinde hayatının baharında vefat eden bir bedeni kabrine teslim edip Allah’a emanet ederken, hafif hafif çiseleyen yağmurla birlikte ağlar insan. Yanlışlarına ağlar, günahlarına ağlar, tembelliğine ağlar, yapamadıklarına ağlar, keşkelerine ağlar... Rüzgâr durur, sesler susar, dünya boşalır bir anda. Ruhuyla başbaşa kalır insan. Dünyanın faniliğini hatırlar. Kalbinin sesini duyar. Ağlar, ağlar, yine ağlar...

Dipnotlar:

1- Hadis-i Şerif, Müslim, Fedâil: 19

08.03.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (24.02.2008) - Bazen daha fazladır her şey

  (13.12.2007) - Hayat eve dönmektir çoğu zaman

  (05.12.2007) - Maşrapasını atan Diyojen

  (01.11.2007) - ‘Askerimiz fakirdendir’

  (31.08.2007) - Ağustos böceğinin vedâ turları

  (13.06.2007) - Zaman iktisat zamanı

  (26.04.2007) - Tutamıyorum zamanı

  (14.04.2007) - Özgürlüğün esareti

  (19.02.2007) - Her nefes alışımız bayram

  (27.01.2007) - Elveda E5!

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri