"Gerçekten" haber verir 03 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Latif SALİHOĞLU

Doğru söyleyen tarih konuşuyor (2)



İLK ESER: HUTUVAT–I SİTTE

Mondros Mütarekesi'nin (30 Ekim 1918) imzalanmasıyla birlikte, Osmanlı Devletinin düşman kuvvetler karşısında hem mağlubiyeti, hem de teslimiyeti resmen tescil edilmiş oluyordu.

Bu fecî durum, Bediüzzaman Hazretlerini son derece müteellim ve müteessir ediyordu. Onun bu halini görüp soranlara ise, gelişmeleri ve âkıbeti hayra yoran şu hikmetli izâhat ile cevap veriyordu: "Ben kendi elemlerime tahammül ettim. Fakat, ehl–i İslâmın eleminden gelen teellümât beni ezdi. Alem–i İslâma indirilen darbelerin, en evvel kalbime indiğini hissediyorum. Onun için bu kadar ezildim... Fakat bir ışık görüyorum ki, o (ışık) elemlerimi unutturacak, inşaallah." (Tarihçe–i Hayat, s: 123.)

Limni Adasının Mondros Limanı'nda imzalanan antlaşma maddelerinin ne anlama geldiğini çok iyi kavrayan Üstad Bediüzzaman, yakında başlayacak olan bir sinsi istilâ hareketine karşı takınılması gereken stratejik tavrı derhal belirler ve Hutûvât–ı Sitte isimli eserini yazmaya koyulur.

Gizlice basılıp dağıtılan bu eser, esasında işgalci kuvvetlerin bütün dessas propagandalarını kırarak plânlarını tarûmar eder. Bir bakıma, onların kendilerini halka, ulemâya, hükümet ve bürokrasiye kabul ettirme gayretlerini boşa çıkartır.

İşte, İstanbul'u hedef alan işgal kuvvetlerine bağlı harp gemilerinin tam da Çanakkale Boğazı'ndan girmeye çalıştığı esnada neşredilen bu kitap, aynı zamanda Millî Mücadele hareketi lehinde yayınlanmış olan "ilk eser" ünvanını kazanmış olur.

Evet, Eşref Edib'in gayretleriyle Sebilürreşâd matbaasında gizlice basılan ve yine gizlice dağıtılan bu eser, muhtemelen Kasım ayının daha ilk günlerinde neşredilmiş. Zira, bu kitabın yayınlanmasıyla ilgili olarak, Çanakkale'de yaşanan bir muharebeden söz ediliyor ki, bu şu demektir: Antlaşma gereği, işgal kuvvetlerine bağlı harp gemileri boğazdan geçiş yaparak İstanbul limanlarına gidecek ve ateşkes süresi boyunca genel asayişi sağlayacak; herhangi bir askerî müdahaleyi bastırmaya çalışacak...

İşte, sözde bu maksatla Çanakkale Boğazına yüklenen işgal gemileri, henüz teslim olmayan Osmanlı istihkâm birlikleri ile onlara destek veren Millî Mücadele milislerinin mukavemetiyle karşılaşır. Ne var ki, bu dehşetli istilâya o esnada güç yetirilemez ve gemiler boğazdan geçerek İstanbul'a doğru yol alır.

Hem bu acı ve fecî hadiseye işaret eden, hem de devamındaki gelişmelere ışık tutan Tarihçe–i Hayat isimli eserde yer alan ifadelerin bir kısmı şöyle: "(Bediüzzaman) Hutûvât–ı Sitte’yi neşrettiği zaman, Çanakkale’de muharebe oluyordu... İstanbul’un işgalini müteakip, İngiliz başkumandanına bu eser gösterilir ve Bediüzzaman’ın bütün kuvvetiyle aleyhte bulunduğu kendisine ihbar edilir. O cebbar kumandan, îdam kararıyla vücudunu ortadan kaldırmak istedi ise de; fakat, kendisine Bediüzzaman îdam edilirse bütün Şarkî Anadolu İngiliz’e ebediyen adavet edeceği ve aşîretler her ne pahasına olursa olsun isyan edecekleri söylenmesi üzerine, birşey yapamaz." (Age. s. 128)

İstanbul’a giren İngiliz yönetimindeki işgal kuvvetleri, çevirdikleri plân ve desîselerle, şeyhüislâm dahil bir kısım ulema ve medrese hocalarını bile lehlerine çevirmeye çalışır. Tâ ki, burada tutunabilsin ve işgali daimî hale getirebilsin.

Onların hesabına göre, İstanbul'u ele geçirmeleri halinde, Anadolu da dize gelecek ve ülke bütünüyle işgal edilebilecekti.

İşte, bu dehşetli plânı bozanların başında Üstad Bediüzzaman'ın geldiğini görmekteyiz. Zira, yapmış olduğu ilmî/fikrî çalışma ile, işgalcilerin İstanbul'da tutunacak bir taban bulmasını engellemiş, hatta onlara karşı şiddetli bir nefret ve husumet dalgasının uyanmasına sebebiyet vermiştir.

Bu, hiç silâh kullanmadan ve tek bir mermi dahi atmadan işgale karşı yapılan yeni bir mücadele tarzıydı. Zaman geçtikçe, yerleşik alanda sürdürülen bu mücadele metodunun ne kadar haklı ve isabetli olduğu daha iyi anlaşılır hale geldi.

Keşke, bugün Irak'ta da—intiharlı ölüm yerine—Bediüzzaman'ın İstanbul'da yaptığı tarzda bir mücadele metodu uygulanabilse.

Evet, silâhlı mücadele cephede ve sınır hattında yapılır. Sivil yerleşim sahasında ise, fiilden ziyade fikir mücadelesi geçerli. Ki, Üstad Bediüzzaman da bunu yapmış: Kafkas Cephesinde silâhla vuruşurken, işgal altındaki İstanbul'da ise kitapla vuruşma metodunu benimsemiş.

(Devamı var)

Tarihin yorumu = 3 Temmuz 1918

Talihsiz Sultan Reşad

Osmanlı padişahları arasında en bahtsız ve talihsiz olanların başında gelen Sultan Reşad, yakalandığı şeker hastalığından kurtulamayarak 74 yaşında vefat etti.

Onun büyük bahtsızlığı ve şansızlığı, 600 yıllık devletin içte ve dışta, üstelik hemen her kademede yıkılışa doğru gittiğine yakînen şahit olmasından kaynaklanıyor: Amcası Sultan Abdülaziz, onun gözleri önünde devrilip (1876) katledildi. Büyük kardeşi Sultan II. Abdülhamid'in tahta geçmesinin ardından, her ihtimale karşı kontrol altında tutularak bir nevi hapis hayatı yaşamak mecburiyetinde bırakıldı.

Bu çileli hayat, tam 33 yıl devam etti. 1909'da ağabeyi komitacılar tarafından devrildi ve kendisi tahta çıkarıldı. Komitacı İttihatçıların gölgesinde kaldı ve adeta onların kuklası durumuna düştü.

Tam bir zaaf ve acziyeti ifadesi olan bu vaziyet bir yana, 1911'den itibaren yaşanan zincirleme savaşlara şahit oldu: Trablusgarp (Libya) Savaşı, Ege'de İtalyan Harbi, Birinci ve İkinci Balkan Harbi, son olarak da Birinci Dünya Harbi, hep onun devr–i saltanatında vukua geldi. Üstelik, bu harplerin tamamı büyük kayıp ve mağlubiyetlerle neticelendi.

Devletin ve milletin içine sürüklenmiş olduğu bu fecî vaziyet, ona ağır geliyor ve onu mânen yıpratıyordu.

Hemen bütün cephelerde ağır mağlubiyetlerin yaşandığı Birinci Dünya Savaşının sonlarına doğru, yakalanmış oldu şeker hastalığı iyiden iyiye ilerlemeye başlayan Sultan Mehmed Reşat, 3 Temmuz 1918'de vefat etti. Yerine ise, başka türlü talihsizliklere şahitlik edecek olan Sultan Vahdeddin getirildi.

03.07.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (03.07.2008) - Doğru söyleyen tarih konuşuyor (2)

  (02.07.2008) - Doğru söyleyen tarih konuşuyor (1)

  (01.07.2008) - Tarihin şahitliğine doğru

  (30.06.2008) - Hürriyetçi Prens Sabahaddin Bey

  (28.06.2008) - Cemil Meriç, Said Nursî'yi anlatıyor (4)

  (27.06.2008) - Cemil Meriç, Said Nursî'yi anlatıyor (3)

  (26.06.2008) - Cemil Meriç, Said Nursî'yi anlatıyor (2)

  (25.06.2008) - Cemil Meriç, Said Nursî'yi anlatıyor (1)

  (24.06.2008) - Saçmalama özgürlüğü

  (23.06.2008) - Fare ile yılan birbirini dengeliyor

 
GAZETE 1.SAYFA
Download

Gezi Eki Pdf

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Nurettin HUYUT

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

© Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır