"Gerçekten" haber verir 29 Temmuz 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Ahmet DURSUN

Mi’râc ve gerileme



Bu akşam Mi’râc Kandili. “Mi’rac Kandili’nin İslâm âlemi için yepyeni fütuhatlara vesile olmasını Cenâbı Hak’tan niyaz ederim” şeklinde birbirimize samimî tebrik mesajları yazacağız ve son birkaç aydır—aslında birkaç asırdır—iç dünyamızı karartan siyasetin gündeminden kurtulup Mi’râc’ın ifade ettiği yükselmeyi yaşamaya, bu yükselişin anlamını idrak etmeye çabalayacağız.

Kelime anlamıyla “yükselme, yücelme” anlamına gelen Mi’râc, İslâm toplumlarının madde ve mânâ dünyalarını aşarak sürekli ilerlemesine işaret etmektedir. Özünde iki gününün eşit olmamasını salık veren bir dinin mensuplarının iki buçuk asırdır zillet ve gerileme içinde olmaları, İsra ve Mi’râc hadisesinin yaşandığı toprakların sürekli zulme maruz kalmaları, İslâm toplumlarının iç muhasebelere ve yüzleşmelere ne kadar çok ihtiyacının olduğunun bir göstergesidir.

Bediüzzaman’ın gerilemenin sebeplerine dikkat çektiği Muhakemât’ın başındaki çarpıcı ifadeler, meseleyi öz olarak ortaya koymaktadır: “Amma ba’d: Şu fakir, garip Nursî ki, ‘Bid’atüzzaman’ lâkabıyla müsemmâ olmaya lâyık iken, haberi olmadan ‘Bediüzzaman’ ile meşhur olan bîçâre, tedennî-i milletten ciğeri yanmış gibi feryad ü figan ederek, ‘Ah, ah, ah! Vâ esefâ!’ der ki: İslâmiyet’in mağz ve lübbünü terk ederek kışrına ve zahirine vakfı nazar ettik ve aldandık.”

Artık, Mi’râc’ın hakikatine, özüne yönelmemiz gerekmez mi?

Mi’râc’ın özü yükselmeyi ifade eder. Bu yükseliş bazen Endülüs kütüphanelerinde, ElHamralarda, Selimiyelerde göz kamaştırıcı bir medeniyet olarak karşımıza çıkar, bazen de Farabi, Gazali ve İbni Sina olur ve bu medeniyetin ruhu olarak dünyayı sarar. Bu özden yoksunluk ise derin bir yenilgi ve gerileme olarak içimizi acıtır, yakar.

Mirac’ın özü şefkattir, merhamettir, sevgidir, hoşgörüdür. Bazen Mevlânâ olur “Ne olursan ol yine gel” der; Yunus olur “Bir gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil” diyerek uyarır; nihayetinde Bediüzzaman olur, kendisini yirmi sekiz yıl boyunca köy köy, kasaba kasaba dolaştırıp hapishanelerde kendisine işkence edenlere hakkını helâl eder. Mi’râc’ın özünden uzaklaştığımızda, kışrı hayatımızı şekillendirmeye başlar. O an, bütün komşularınız düşmandır, etrafınızı ötekiler kuşatır; merhametsizliğin, düşmanlığın her türlüsünü yaşar ve yaşatırız.

Mi’râc özünde yücelmeyi ifade eder. Mi’râc hakikatini anlayamayanlar, Mi’râc’da yaşananlara akıl erdiremeyip onu efsaneleştirenler; Mi'rac kendisine haber verildiğinde “Bunu eğer o haber veriyorsa elbette doğrudur” diyerek şüphesiz ve sorgusuz bir şekilde Hz. Peygambere inanan, ona intisap eden Hz. Ebûbekir’in imanından ne kadar çok uzaktadırlar. Mi’râc imandır, intisaptır; dolayısıyla bu hakikati kavrayanlar “İman insanı insan eder, belki de sultan eder. Hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir”in işaret ettiği yükselişlere, inkişaflara, ilerlemelere sahip olurlar. Sultanlık, Mi'rac’ın özündedir. Sultan, tahtnişindir; hâkimdir, halifedir ve kendisine bu halifeliği bahşedene müteşekkir bir kuldur. Bu özden bîhaber olanlar acizliğinin farkında olmayan bir canavar gibi kâh bir sineğe mağlup olan Nemrut’tur, kâh İslâmın mamur beldelerine bombalar yağdıranlara çanak tutan azgın bir zalimdir.

İslâm ahlâk ve akaidini ferdî ve içtimâî hayata aktarmada büyük sıkıntılar yaşayan İslâm toplumlarının Mi'rac hakikatlerine ne çok ihtiyacı vardır. Mü’minin de imanıyla yücelmesi, yüksek mertebelere ulaşması, bunu yaygınlaştırarak toplumunu yükseltmesi onun için bir mi’râc değil midir?

Üstad’ın “İstikbalde en yüksek gür sada, İslâmın sadası olacaktır” müjdesinin bu hakikatlere bağlı olduğunu idrak etme, Meşrûtiyet’in yüzüncü yılına ulaştığımız bu günlerde yine Üstad’ın yüz sene sonra cemâlini göreceğimizi müjdelediği günlere kavuşma ümidiyle, Mi’râc Kandili’nin tüm İslâm Âlemi için hayırlara vesile olmasını Rabbimden niyaz ediyorum.

29.07.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (22.07.2008) - İki Türkiye

  (15.07.2008) - Derin gündemin kıskacındaki eğitim

  (08.07.2008) - Ergenekon adaleti ya da adaletsiz hukuk devleti

  (01.07.2008) - Futbol asla sadece futbol değildir

  (24.06.2008) - Bezdiren film

  (17.06.2008) - Kapitalizmin fendi, vicdanı yendi

  (10.06.2008) - Muhasebe zamanı

  (03.06.2008) - HAZİN BİR MAĞLÛBİYET ÖYKÜSÜ

  (27.05.2008) - Ankara kriterleri

  (20.05.2008) - İçimizdeki Ergenekon

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır