Anne-baba haklarını bilmeyenimiz yok gibidir. Bu yüce hukuka riâyet etmemenin, anne-babaya gerekli hürmeti, merhameti, şefkati göstermemenin çok ağır bir mes’uliyeti olduğunu da hemen herkes biliyordur. Şu veya bu şekilde onları incitmenin, onların serîütteessür olan kalplerini kırmanın günah-ı kebâirden sayıldığını da hemen her ehl-i dinin bilmesi gerekir.
Bu meyanda en iyisi şu âyet-i kerimenin meâline kulak vermek: “Anne ve babadan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın ‘öf’ bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle. Onlara merhamet ve tevazu kanadını ger ve de ki: ‘Ey Rabbim! Nasıl onlar beni küçükken besleyip büyüttülerse, Sen de onlara öylece merhamet buyur.’ Sizin içinizde olanı Rabbiniz hakkıyla bilir. Eğer siz sâlih kimseler olursanız, muhakkak ki O, kendisine yönelenler için çok bağışlayıcıdır.” (İsrâ Sûresi: 23-25)
Evet hiçbir yoruma ihtiyaç bırakmayacak derecede açık olan bu âyet-i kerimedeki “Onlara sakın ‘öf’ bile deme, onları azarlama, onlara güzel söz söyle” ifadesi, evlâdın anne-babayı incitecek bütün söz ve davranışlardan uzak durmasını, onların arzularını yerine getirmede kusur etmemesini emrediyor.
Ayrıca bu noktada Efendimizin (asm), “Cennet annelerin ayakları altındadır” fermanını da hatırlamakta fayda var. Birer şefkat kahramanı olan annelerin evlât üzerindeki hakkının baba hakkının üç katı olduğunu da unutmamak lâzım. Bu yönüyle de bilhassa anneye karşı çok daha dikkatli ve titiz olmakta fayda var. Çabuk kırılmaya, incinmeye meyyal olan onların nazik kalplerini kırmamanın gayretinde olmak şart.
Bu konuda isterseniz bir de Bediüzzaman’a kulak verelim: “Evet dünyada en yüksek hakikat, peder ve validelerin evlâtlarına karşı şefkatleridir. Ve en âlî hukuk dahi, onların o şefkatlerine mukabil, hürmet haklarıdır. Çünkü onlar, hayatlarını kemâl-i lezzetle evlâtlarının hayatı için feda edip sarf ediyorlar.” (21. Mektub)
Evet Üstad’ın dünyada en yüksek hakikat olarak tavsif ettiği valideyn ile evlât arasındaki bu kudsî münasebet, dünya üzerindeki bütün anne-baba ve evlâtlar için geçerli ve değişmez bir kuraldır. İstisnaları olmakla beraber, anne-babaların çoğu, evlâdı için hayatlarını fedâ etmekten çekinmezler. Öyle ise evlâdın buna karşı vazifesi tam ve kusursuz bir hürmettir.
Valideynin evlâdına karşı bu tarifi mümkün olmayan fedakârlığına karşı, evlâdın yapması gerekli olan vazifelerini de Bediüzzaman şöylece ifade ediyor: “Öyle ise insaniyeti sukut etmemiş ve canavara inkılâb etmemiş bir veled, o muhterem, sadık, fedakâr dostlara halisane hürmet ve samimane hizmet ve rızalarını tahsil ve kalblerini hoşnut etmelidir.” (21. Mektub)
Üstad’ın buradaki “insâniyeti sukut etmemiş ve canavara inkilâb etmemiş her bir veled...” ifadesini iyi tahlil etmek gerekir. Âyet-i kerimelerin, hadis-i şeriflerin ve Bediüzzaman’ın ısrarla işaret ettiği evlât ile valideyn arasındaki münasebetlerin günümüzdeki hâl ve gidişâtı nasıldır acaba? Bilhassa gençlerimiz bu ciddî mes’elenin neresindeler? Bir kısmını zikretmeye çalıştığımız bu kudsî emir ve tavsiyeler doğrultusunda hareket ediyorlar mı? Sebeb-i vücutları olan ve seve seve hayatlarını kendilerine fedâ etmeye amade olan anne-babalarına karşı vazifelerini yerine getiriyorlar mı?
Bu suâllerin cevaplarının olumlu ve müsbet olmasını temennî etmekle beraber, görebildiğim kadarıyla bu konudaki durum hiç de iç açıcı değil. Valideynin hukukunu ciddiye alan, gerekli hassasiyeti gösteren gençlerimiz elbette var. Ama tesbit ve müşahadelerime dayanarak söylüyorum ki, gençlerimizin ekserisi, nasıl olsa haklarını helâl ederler sâikiyle, anne babalarının hak ve hukukları hususunda lâzım olan dikkat ve hassasiyeti göstermiyorlar maalesef.
05.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|