Akıl, marifetullah ile beslenirse,
‘akl-ı selim’ olur
Her mevsimin okunaklı bir zamanı vardır. Baharın ‘yeni’ zamanı da böyledir. Yeryüzü bu zamanda çok ciddî bir enerji dönüşümü içerisindedir. Yeryüzündeki bütün bitkilerin bir anda açılış faaliyetine geçmesi, âlemi çok ciddî bir hareketliliğe sevk ediyor. Bu enerji dönüşümüne belki de önce ‘akıl beslenmesi’ yapması gereken insanın katılması icap ediyor. İnsan aklının rızkı ‘tefekkür’dür. Akıl nimetinin amacı doğrultusunda kullanılması, onun Yaratıcı hesabına kullanılması demektir. Onun için her bir mahlûktaki, Cenâb-ı Hakkın isim ve sıfatlarını okumak, onlar üzerinde düşünmek ve ‘şükretmek’ insana yakışan bir davranıştır.
Bu ortaya çıkan sonuç, aklın selim halidir. Yani ‘aklı-ı selim’dir.
Marifet mertebelerinde gezinmek, tamamıyla iman ile alâkalıdır. Onun için iman makamı da insanda, sabit değildir. Burada da faaliyetin sürmesi gerekmektedir. Yani iman-ı taklididen, iman-ı tahkikiye doğru bir seyir izlemesi gerekmektedir. Bu da, ilme’l-yakin, ayne’l-yakin, hakka’l-yakin mertebelerini gerekli kılmaktadır. Mertebe katetmeyen, mertebe kaybedecektir.
Akıl, doğru beslenmeye tabi tutulduğunda, bu, kalbi de olumlu etkileyecektir. Zaten kalp, selim yaratılmıştır. Buna ‘kalb-i selim’ denilmektedir.
Kalp, Muhabbetullah’ın
merkezidir; o zaman,
‘kalb-i selim’ olur
Duyguların merkezi olan ve fıtraten selim olan kalp, marifetullah ile beslenmiş aklın uyarıları doğrultusunda, kendisine gelen uyarıcıların fıtrata uygunluğunun tasdikini kalpten istemektedir. Kalp, tasdik makamıdır. Davranışın, duygunun şeriate uygunluğuna kalp karar vermektedir. Ama onun da ‘selim’liğinin devamı, korunmasına bağlıdır. Kalbin korunması da, tövbe, istiğfar ve ibadetlerdir. Kalbin tatmini de, Allah’ı zikirle olmaktadır.
Dine uygun olan duygular, kalpten onay aldıktan sonra yeniden akla dönerek, oradan hareket sinirleri vasıtasıyla, duygular davranışa dönüşmektedir.
Akla ve kalbe uyan nefis,
‘zevk-i selim’e ulaşır
İnsan üzerindeki güç odaklarından üçüncüsü ise, ‘nefis’tir. Nefis, insandaki kötülük merkezidir. Ama o da kendisinin komutanları hükmündeki akıl ve kalbin, durumlarına göre harekete geçmektedir. Aklı ve kalp yaratılış maksadında kullanıldığında nefis onlara tabi olur. Böyle bir nefis, kötülüklerle değil, Rahmaniyetin cilveleriyle zevk ve lezzet alır.
Ama akıl ve kalp ne zamanki birbirlerine düşerler; akıl, marifetullah dışında beslenir, kalp sevgisini Yaratıcı dışındakilere (masivaullah) bağlarsa, nefis böyle kötü varlığını hissettirir. Ve insanın enaniyetini etkisi altına alıp, her türlü rezaleti insana yaptırır. Çünkü nefsi insana kötülükleri emreder. Böyle bir durumdaki nefsin terbiye edilmesi gerekmektedir.
Nefsin terbiyesi de ancak Kur’ân’ın hükümleriyle mümkündür. Nefis, Kur’ân’dan aldığı derslerle, makamını yükseltebilmektedir. Yani nefs-i emmare, nefs-i levvame, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne, nefs-i marziye, nefs-i razıye ve nefs-i kâmile gibi mertebelere çıkabilmektedir.
Burada da mertebe katetmeyen nefis, mertebe kaybetmek durumundadır.
O zaman insan, nefs-i emmare etrafında, ala-yı illiyyinden esfel-i safiline sukut edecektir.
Netice olarak, üç selim, ‘fıtrat-ı selim’ olarak, bir mutlu hayat formülüdür.
04.04.2009
E-Posta:
[email protected]
|