M. Latif SALİHOĞLU |
|
Nuristan'a doğru... |
Bu ülkenin insanları, her halükârda birlikte ve birada yaşamak durumunda. Bir kesimin çekip gitmesi, bu vatanı bırakıp terk etmesi, söz konusu dahi olamaz. Ekseriyetini Türkler ve Türkleşmiş unsurlar teşkil etmekle birlikte, Anadolu ve Rumeli'deki topraklarımız üzerinde bugün en az otuz beş ayrı din ve etnik temele dayalı unsur yaşamakta. Bunların da mutlak ekseriyetini Müslümanlar oluşturmakta. Gayr–ı müslimler ile İslâmiyetten çıkmış olanların yekûnu yüzde beşi dahi bulamamakta. Bu durum gösteriyor ki, bu vatanda iç savaş çıkmaz. Çıkması için, dahilî ve haricî ihanet odakları her türlü dolabı çevirdi, her türlü fitneyi körükledi, ancak yine de başarılı olamadılar, biiznillah olamayacaklar. Zira, bu vatanda hakim olan şey din hissidir, kardeşlik bağlarıdır. İman kardeşliğinin yerini, başka hiçbir şey tutamaz. Tutmamıştır da... İmân nurdur, kuvvettir, servettir. En büyük şevk ve zenginlik kaynağımızdır. Bu kaynak var olduğu müddetçe, vatandaşlar ve dindaşlar arasındaki bağı koparmaya hiçbir cereyan güç–kuvvet yetiremez. İmandaki bu muazzam hazine, ülkenin sınırlarını da aşıyor. Alem–i İslâmı, hatta bütün dünyayı dolaşıyor. Bu mukaddes nurdur ki, bütün cihanı nuristana döndürüyor. Dolayısıyla, herkese yetecek kadar nur var, sürûr var, huzur var, bu iman kardeşliği dairesinde. Başka daireye girmeye, başka yerler dolaşmaya, başka kapıları çalmaya ihtiyaç bırakmıyor. Nur–u imân dairesi içine girenler, kendi aralarında harikulade bir anlaşma, uzlaşma ve paylaşmayı sağlarlar. Herşeyi kardeşçe bölüşüp paylaşırlar. Allah'ın yarattığı meşrû hiçbir şeye yasak getirmez, hiçbir şeyi birbirinden esirgemezler. Onlar, dünyaya ve dünyalılara yaranmak için zillet göstermezler. Daima izzet içinde, vakar içinde, ciddiyet içinde kalarak hizmetlerini sürdürürler. Başkalarına tabi olma, başkalarının peşinden gitme ezikliği göstermezler; dünyalılara perestiş etme ihtiyacını hissetmezler. İman ve imandaki nur, onlara kâfi geliyor, vâfi geliyor. * * * Bu seneki Şarkî Anadolu'ya yaptığımız bir seyahat esnasında, bazı milliyetçi gençler etrafımıza toplandılar. Sohbet esnasında, onlardan biri şunu söyledi: "Latif Bey. Siz yıllardır Türkistan için çalışıyorsunuz. Biraz da Kürdistan için çalışsanız ne olur?" Onlara kısaca şunları söyledim: "Türkistan (Büyük Turan) için çalışanlar var. Kürdistan için çalışanlar da var. Benim ise, dâvâm başka. Ben 'Nuristan' için çalışıyorum. Bütün hayatımda, bütün gayretimle ben Nur kardeşlerimle birlikte dünyayı nuristana çevirmeye çalışıyorum. Bu çalışma, bütün insanları Nuristan vatandaşı yapıncaya kadar, dolayısıyla kıyâmete kadar devam edecek demektir. Biz, bu büyük ve mukaddes hizmeti bırakıp başka dâvâların peşinde gitmeyiz. Gitmek mecburiyetinde de değiliz. Herkesin dâvâsı kendisine..." Evet, hiç tereddüt eseri dahi göstermeksizin inanıyoruz ki, insanlarımızın ve bütün insanlığın kurtuluşu Nur'dadır: İmân nuru, Kur'ân nuru, İslâmın nuru... Bu muazzam nurun dışındaki herşey ve her yer zifiridir, karanlıktır, bulanıktır, bataklıktır... O karanlıklı bataklıklara girmeye hiç mi, hiç niyetimiz yok. Allah, âhir ömre kadar bizi Nur dairesi içinde istihdam etsin ve bu mânâdaki Nuristan'dan ayırmasın.
Tarihin yorumu - 31 Aralık 1920
"Ethem'in üzerine gidin!" talimatı
Mustafa Kemal, 1920 yılının son gününde Seyyar Kuvvetler Kumandanı Ethem Beyin üzerine gidilmesi ve kuvvetlerinin dağıtılması talimatını verdi. Talimatı alan Batı Cephesi Komutanı Miralay İsmet Bey (Paşa), işi–gücü bırakarak Çerkes Ethem'i takibe koyuldu. Bu sırada, Yunan kuvvetleri Bilecik ve Bozöyük'ü işgal etmiş, İnönü sınırına gelip dayanmıştı. Düşmanın istilası Anadolu'nun içlerine doğru hızla yol alırken, Albay İsmet Bey de Kütahya (Gediz) taraflarında Ethem Beyi kovalamakla meşguldu. Bu takip kovalama hareketi, yaklaşık 20 gün sürdü. Ethem Bey, nihayet 22 Ocak (1921) günü, emrindeki Seyyar Kuvvetlere bağlı askerlere "Kuva–yı Milliye" birliklerine katılma yönünde teşvik ve tavsiyelerde bulunarak, o çok sevdiği Anadolu topraklarını terk etmek mecburiyetinde kaldı. * * * Ethem Bey, özellikle iç isyanlarda başarı üstüne başarı kazanmış bir cengâverdi. Gerçek bir vatanperverdi. Vatan uğrunda elinden gelen her türlü gayreti sergiledi. Ancak, Ankara'nın âfâkını saran entrikalardan habersizdi. Albay İsmet tarafından kuyusunun sinsice kazılacağını hiç hesaba katmamıştı. Kuvâ–yı Milliye'de yer alan herkesi kendisi gibi vatanperver, milletperver olarak görüyordu. Cesurdu; ancak, ayak oyunlarını bilmiyordu. Sonunda, sinsice hazırlanan bir tuzağa düşmekten kurtulamadı. Tıpkı, daha sonraları benzer tuzaklara düşmekten Ali Şükrü Bey, Hüseyin Avni Bey, Kâzım Karabekir, Ali Fuat Paşa, Refet Bele, Cafer Tayyar Paşa, Dr. Adnan Adıvar, Dr. Rıza Nur ve Rauf Orbay gibi Millî Mücadelenin en ön safında yer alan şahısların kurtulamadığı gibi... 31.12.2009 E-Posta: [email protected] |