Hüseyin EREN |
|
Ziya sofrası |
Bursa uyanıyorken diri akan Nilüfer Çayı üzerinden geçiyorum; gece, siyah örtüsünü şehrin üzerinden çekiyor; gündüz gerçeği sahnesi açılıyor… Yalova’dan karşıya geçerken ışığın suyla raksı göz kamaştırıcı; dalgaların rüzgârı, ışığın dalgalanışı; göz kapaklarını oynatıyor. Gerçekle bu denli yüzleşme gözü ve gönlü ihtizaza getiriyor. Martıların nedendir böyle iştiyakla kanat çırpışları? Zaman suyu onları nereye götürüyor; bindiğimiz vapurla beraber dünya gemisini de? Gerçek; hep aranan aşk… Bir Cuma sabahı tefekkürüyle yalnız yolculuk, yolculuk yalnızlığı; gerçeklerle yüzleşmeyi o kadar kabullenmiyor nefis; hayal dalgalanması, zihin karmaşasına savurarak örtbas etmek istiyor. Kalabalık İstanbul’un, kalabalık sokaklarından ilerleyerek varıyorum, 41’lik genç “Yeni Asya” binasına. Vakit; kâinatın en büyük gerçeği imandan sonra gelen namaz vakti. Sonrasında hasret ve vuslat buluşmasıyla dalgalanan iç dünya ile dergi, kitap, yazı işleri, reklâm, elbette ki muhasebe ve diğer birimleri geziyorum… Tebessümle kısa konuşmalar, hoşbeşli muhabbetler çok uzun zaman sıcaklığı veriyor. Akşamında 41’lik genç yeni yaşına girecek, hazırlıklar hummalı, heyecanlar hızlı hareket ettiriyor. Gidilecek yerin adına bakar mısınız? “Ziya Şark Sofrası” gelinen yer dense daha iyi olmaz mı? Şark sofrası ziyasını nereden alıyor; peygamberlerin ekserisinin Asya’da gelmesi aklı kalple beraber gıdalandırıyor. Şarkın sarp dağlarından tulû eden Bediüzzaman, yazdığı eserlerle şarkı ve garbı ziyalandırarak nasıl manevî bir sofra kurmuş? Düşünce pencerelerini biraz daha açmalı değil miyiz; açlığımızın ne kadar büyük ve Rezzak-ı Kerim’in ne kadar Hâkim ve Rahîm olduğunu görmek için. “Ziya Şark Sofrası”na girerken bulutlar arasında ay’ın ışıklı tebessümünü görüyorum… Kırk birliğin tazeliğiyle bilgilendirmeler yapılıyor kısa konuşmalarla, şevk arttırıcı sözler söyleniyor. Kırk yıl unutulmayacak hediyeler alkışlarla takdim edilirken, sevinç coşkular yaşanıyor… Dört tane dört, yan yana gelse kaç eder? Ya kırk bir tane bir? “Ziya Şark Sofrası” böylesi genişlikte bir sofra; kesilmeden akan ve zaman nehrini aşan bir sofra. O sofradan başka bir lezzetli sofraya, Şekerci Han’a yakın bir dershaneye gidiyoruz; manevî ziyafet başlayalı çok olmuş, diz çöküp oturuyoruz. Aklım ye, kalbim sen de, lâtifelerim siz de; nefis sus, şeytan uzak dur; bu ziyafet kaçmamalı. Yıllardır görmediğim ağabeylerle tekrar görüşmek, sarılmak, tebessümlerle hâl hatır sormak; tarifsiz tatta başka bir ziyafet… Sabah namazı Süleymaniye Camii… Kalp camisi namaz ve tesbihatla birlikte güne doğuyor… Doyumsuz tezekkür ve tefekkürün sonsuz “an”ları… Rabıta-i mevt adımlarla kabristanda dolaşma, bir gün geleceğimiz yere nefsi alıştırma seansları. Kedi dostlarımla karşılaşıyorum, ürkütmemek biraz daha yakından bakmak için yerimden kımıldamıyorum, yine de kaçtı biri. Nefsimin sağır kulağına “Ya Rahim, Ya Rahim” diye bağırsaydın da uyansaydım bu sabahta, gitti uzakta durdu. Başka biriyle karşılaştım bu kaçmadı, sırtını sıvazladım, cilve yaptı, kafasını ters ve yan tarafa çevirdi ağzını açabildiği kadar açtı, küçük pençe attı. Kahramanlarım benim… Bab-ı Ali yokuşunda iniş-çıkış, birkaç yayınevi ziyareti, öğlen Eyüp Sultan… Sanki Cuma namazı, vaizin Mevlid-i Nebevî hakkında coşkun vaazı… Manevî havayı anlatmak, nuranî ziyafeti ifadelendirmek, sofrayı tasvir etmek; sahabe mesleğini Nur Risâlelerini okuyarak anlayanlara gerek var mı? Namaz sonrası iki kişi çantalarından kırmızı kitap çıkardı, müsaade ile dinlemek için sofraya oturdum. Ayetü’l-Kübra’dan okunan Kâinatın Efendisi (asm) ile ilgili bölüm nasıl bir geniş sofra açtığını söylemeye lüzum görmüyorum. Cami ve kalp camisi Rezzak’ın ahireti içine alan geniş sofrasına açıldı. Tanıştık, yoldaş olduk, beraber çıktık Eyüp Sultan Mezarlığına… Nurun kahraman fedakârı Zübeyir, nurların avukatı Bekir, takva timsali Mehmet Emin, kırk birlik taze fidanın tohumunu atan Mustafa Nezihi Ağabeylerin beraberlikleri, başka bir boyutta derse devam etmeleri, bize ölümsüz ders ziyafetiydi… Fatihalarla iştirak ettik ziyaretimizde ziyafete. “Asyanın bahtının miftahı meşveret ve şûrâdır” üst kimliği “vatan sathını bir mektep yapmak” gayesiyle neşriyata başlayan “Yeni Asya”; gerçeklerden haber veren misyonunu atiye taşıyacak güç; Eyüp Sultan sırtlarında görünüyordu. Şimdi o sırtlardan şehre, şehirlere inip “ilim”le mektep yapmak zamanı.
01.03.2010 E-Posta: [email protected] |