14 Haziran 2010 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Gün Gün Tarih
Dergilerimiz

Ali FERŞADOĞLU

Aklınızı “başınıza” nasıl getirebilirsiniz?


A+ | A-

Geçen ayki “Beyin Haftası” dolayısıyla, değerli dostum Emin Akyıldız, e-postama Mümin Sekman’ın hazırladığı “Bu hafta beynine iyi bak!” adlı “beyin kullanma kılavuzu” kitapçığından birkaç alıntıyı göndermiş. Düşündük ki, kişisel gelişimle ilgili bu egzersizleri, Bediüzzaman zaten fiilen uygulamış ve eserlerine de bunları yansıtmış. Risâle-i Nur okuyanlar, bu metotları uyguluyor zaten. Ancak, şuurlu olarak ve ne yaptığının farkına vararak yapmak, verimi yüzde yüzden daha çok arttırmaz mı?

- Beyin açık havada ve ayaktayken daha iyi çalışır. Önemli kararlarınızı açık havada yürürken alın.

- Beyin örneklerle akıl yürütür. Kararsız kaldığınız bir durumda “Bediüzzaman benim yerimde olsaydı ne yapardı?” diye düşünün.

- Yabancı bir dil öğrenme ve ezber beyni güçlendirir. Her gün birkaç yeni kelime öğrenin ve kullanın.

- Zihinsel jimnastik yapın. Bunun için başta Sudoku olmak üzere bulmaca ve satranç gibi oyunları kullanabilirsiniz.

- Zihinsel rutinlerinizi kırın. Bazen telefonu sol elinizde tutun, çantanızı diğer elinizde taşıyın, evinize başka bir yoldan gidin.

- Zihinsel zevklerinizi zenginleştirmek için her gün mutlaka iyi bir özdeyiş kitabından, birkaç cümle okuyun. Güzel bir resme bakın. Sevdiğiniz bir müziği gözleri kapalı dinleyin.

- Bir konu hakkında düşünürken, nasıl düşündüğünüzü de gözlemleyin. Düşünmek üzerine düşünmek, düşünce kalitesini arttırır.

- İyi bir uyku, kaliteli bir beynin temelidir. 24 saati geçen uykusuzluk sarhoşluğa benzer bir şekilde beyin fonksiyonlarını etkilemektedir.

- Bol ve temiz “birinci el” oksijen beyin için çok önemlidir. Beyin vücuda alınan oksijenin dörtte birini tek başına tüketir.

- Farklı düşünme tarzları beyni geliştirir. Çocuklar ve hayvanlarla daha fazla vakit geçirin. Sizden farklı düşünen insanlarla konuşun.

- Kullanılmayan organ körelir. Sürekli TV seyrederek beyninizi düşük viteste çalıştırmayın. Beyninizin sınırlarını zorlamayan faaliyetler, beyninizi geliştirmez.

- Beyin diyeti yapın. Beynimiz “garbage in garbage out” ilkesine göre çalışır. Yani beyninize çöp girerse, beyninizden çöp çıkar. Beyninizi neyle beslediğinize, midenizi neyle beslediğiniz kadar dikkat edin.

- Kafanızda en çok neyi düşünürseniz, hayatınızda onu çoğaltırsınız. Günde aklımızdan 60 bin ile 80 bin arası düşünce geçer. Bu düşünceler ne hakkında?

- Beynimiz kendisinin nasıl çalıştığı hakkındaki bilgi ve inançlarına göre çalışır. Beynin çalışması hakkında yanlış bilgilere sahip olduğumuzda, beynimiz de yanlış çalışır.

- Başarı beyinde başlar. İnsan “kafadan” kaybeder! “Beyin haftası”, aklımızı “başımıza” toplama haftası! Bu haftada, kafanızı nasıl daha iyi çalıştırabileceğiniz üzerine daha fazla kafa yorun.

14.06.2010

E-Posta: [email protected] [email protected]



Süleyman KÖSMENE

Hz. Muhammed'in (asm) evlilikleri


A+ | A-

Ülkü Meçoğlu: “Peygamber Efendimizin (asm) mübarek eşleri ile ilgili kısaca bilgi vererek, birden fazla kadınla evlenmesinin hikmetlerini açıklar mısınız?”

Peygamber Efendimiz’in (asm) birden fazla kadınla evlenmesi ile ilgili olarak bütün vesveseleri izale edecek biçimde Bediüzzaman Hazretleri öyle bir cümle sarf ediyor ki, bin vesveseyi reddediyor, bin hikmeti içinde barındırıyor. Bediüzzaman diyor ki: “Evet, on beş yaşından kırk yaşına kadar, hararet-i gariziyenin galeyanı hengâmında ve hevesât-ı nefsaniyenin iltihabı zamanında, dost ve düşmanın ittifakıyla kemâl-i iffet ve tamam-ı ismetle Haticetü'l-Kübrâ (r.a.) gibi ihtiyarca birtek kadınla iktifa ve kanaat eden bir zâtın, kırktan sonra, yani hararet-i gariziye tevakkufu hengâmında ve hevesât-ı nefsâniyenin sükûneti zamanında kesret-i izdivaç ve tezevvücâtı, bizzarure ve bilbedâhe, nefsanî olmadığını ve başka ehemmiyetli hikmetlere müstenit olduğunu, zerre kadar insafı olana ispat eder bir hüccettir.”1

Peygamber Efendimiz (asm) Hazret-i Hatice validemiz (ra) ile evlendiğinde yirmi beş yaşında idi ve henüz kendisine Peygamberlik verilmiş değildi. Hazret-i Hatice validemiz (ra) ise o sırada kırk yaşında bulunuyordu ve dul idi. Peygamber Efendimiz’e (asm) kırk yaşında peygamberlik verildiğinde yalnız Hazret-i Hatice validemiz (ra) ile evli bulunuyordu. Hazret-i Hatice validemiz (ra) o sıralarda elli beş yaşlarında idi. Kendisine ilk inanan, ilk teselli veren, ilk yardım eden, ilk kol kanat geren Hazret-i Hatice validemiz (ra) oldu. Peygamberlik döneminin ilk dayanılmaz çilelerine birlikte göğüs gerdiler, müşriklerin ilk baş döndürücü eziyetlerine birlikte katlandılar. Hicretten üç sene öncesine kadar Mekke döneminin ilk on senelik fırtınalı hayatında Hazret-i Hatice validemiz (ra) hep Peygamber Efendimiz’le (asm) birlikte bütün müşrik baskılarına göğüs gerdi, Allah Resûlünü (asm) bir başına bir an yalnız bırakmadı. Vefat ettiğinde altmış beş yaşında idi. Peygamber Efendimiz (asm) ise o sıralarda kırk dokuz yaşlarında bulunuyordu, Hazret-i Hatice validemizden (asm) başka da eşi yoktu.

Resûl-i Kibriyâ Efendimiz (asm) elli yaşlarında, yine kendisinden beş yaş büyük olan ve o sıralarda elli beş yaşlarında bulunan beş çocuk annesi Hazret-i Sevde validemiz (ra) ile evlendi. Kocası öldükten sonra Mekke’nin o sıkıntılı günlerinde müşrik akrabaları yanına dönmek zorunda kalan mücahide ve kahraman Hazret-i Sevde validemiz (ra) böylece Peygamber Efendimiz’in himayesi altına girmişti.

Peygamber Efendimiz (asm) hicretin birinci yılında Hazret-i Âişe (ra) ile evlendi. Hazret-i Âişe (ra) genç bir kabiliyet idi. Zeki, kabiliyetli, hafıza ve muhakeme gücü yüksek ve fakih olan Hazret-i Âişe validemiz (ra) dinimizin kadınlarla ilgili birçok hükmünü ve sünnetin kadınları ilgilendiren kısmını rivayet etmiştir.

Allah Resulü (asm) hicretin üçüncü yılında sâlihâ bir hanım olan ve kocası öldüğü için dul kalan Hazret-i Hafsa validemiz (ra) ile evlendi. Daha sonra Ubeyde bin Haris’in (ra) Bedir’de şehit olduktan sonra dul kalan asalet sahibi eşi Hz. Zeynep (ra) ile evlendi. Hazret-i Zeynep validemiz (ra) üç ay sonra vefat etti.

Peygamber Efendimiz (asm) hicretin dördüncü yılında, Uhud’da şehit olan Abdullah bin Abdu’l-Esed’in (ra) mübarek hanımı Hazret-i Ümmü Seleme (ra) ile evlenerek yetim dört çocuğu ile birlikte himayesi altına aldı. Hazret-i Ümmü Seleme validemiz (ra) fıkıh ilmini iyi biliyordu.

Peygamber Efendimiz (asm) hicretin beşinci yılında, Hazret-i Zeynep bint-i Cahş (ra) ile evlendi. Hazret-i Zeynep validemiz (ra) akıllı, dirayetli, zeki ve asil bir kadındı. Peygamberimizin (asm) Hazret-i Zeynep (ra) validemiz ile nikâhı bizzat Cenâb-ı Hak tarafından kıyılmıştır. Âyet aynen şöyledir: “Vaktâ ki Zeyd, o kadından ilişiğini kesti; biz onu sana nikâhladık. Ta ki oğullukların ilişik kestikleri zevcelerinde mü'minlere bir darlık olmasın, Allah’ın emri yerine getirilmiş bulunuyor.” 2 Zeyd Hazretleri Peygamber Efendimiz’in (asm) evlâtlığı idi ve Hazret-i Zeyneb’in (ra) kocası idi. Cahiliye devrinde kişi evlâtlığının karısını kendine nikâhlayamazdı. Sırf bu batıl uygulamayı yıkmak ve kişiye evlâtlığının karısını gerektiğinde nikâhlama yasağını kaldırmak hikmetiyle, bir peygamber hanımı olmaya lâyık yüksek istidada sahip Hazret-i Zeyneb’in Zeyd’den boşanması ve Hazret-i Peygamber’e (asm) nikâhlanması işinde vahyin doğrudan dahli bulunduğunu görüyoruz. Peygamber Efendimizin (asm) bu evliliğinin, evvelemirde “bir hükmün doğru anlaşılması” hikmetine bağlı olduğunu bizzat Kur’ân bildiriyor.

Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) aynı sene Müreysi gazasında öldürülen müşrik Müsâfi bin Safvan’dan dul kalan ve esir alınmış bulunan Hazret-i Cüveyriye (ra) ile evlendi.

Peygamber Efendimiz (asm) hicretin yedinci senesinde, Hazret-i Safiyye (ra) ile ve daha sonra da kocasının ölümü ile dul kalan Hazret-i Meymûne (ra) ile evlendi.

Bilindiği gibi Mekke’de tevhid mücadelesi veren Peygamber Efendimiz, Medîne’de İslâm dininin sosyal, siyasal, kişisel, ailevî bütün hükümlerini teşri kılmıştır. İslâm dini Medine’de gelişmiş ve toplumun bütün kesimlerini içine alan, insan hayatının bütün ayrıntılarını, inceliklerini ve esaslarını kucaklayan hükümler getirmiştir.

Üstad Bedîüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle, Peygamber Efendimizin sözleri gibi, fiilleri, halleri, tavırları ve davranışları da İslâm dininin kaynağı idi. İslâm dininin zahiri hükümlerini nasıl sahabeler yüklenmişlerse, gizlilik taşıyan mahrem meselelerini de yüklenen ve rivayet eden akıllı, dirayetli ve takva sahibi hanımlara ihtiyaç vardı. Çünkü dinimiz hükümlerinin ve ahkâmının hemen yarısını, kadınlarla ilgili meseleler oluşturuyordu. Bu önemli görevi yüklenecek ve Müslümanlara bildirecek üstün meziyetli ve farklı kabiliyetlere sahip birden fazla hanım Peygamberimizin nikâhında olmalıydı. İşte Peygamber Efendimizin pak zevceleri bu vazifeyi bilfiil yapmışlardır.3 Her biri farklı üstün kabiliyetlerle İslâmı kavramış ve ümmete doğru biçimde ulaştırarak Peygamber Efendimiz’in nikâhı altında bulunmanın yüksek hikmetini göstermişlerdir. Allah onlardan razı olsun.

Dipnotlar: 1- Mektubat: 31. 2- Ahzab Sûresi, 33/37.

3- Mektûbât, s. 31.

14.06.2010

E-Posta: [email protected]



M. Latif SALİHOĞLU

Feyizli okumalar (4)


A+ | A-

Bazı iş ve hizmetler vardır ki, bunları "okuma programı" zamanları dışında da yapmak mümkün. Meselâ, seminer çalışmaları gibi...

Bu sebeple, sohbet veya seminer için dâvete icabet ederek gelen misafir(ler), okuma programını gölgede bırakacak derecede vakit harcamamaya dikkat etmeli.

Misafir odaklı programları haftada bir–iki kez tekrarlamanın, yahut günde bir seans uygulamanın sakıncası olmasa gerek.

Ancak, program boyunca her gün bir misafir getirtmek ve katılımcıları da o misafire saatlerce bağlı şekilde tutmak, ister istemez bazı sakıncaları beraberinde getirir. En başta, asıl maksadın dışına çıkılmış olur ve meselâ "okuma programı" bir nevî "sohbet ve dinleme programı"na çevrilmiş olur.

Misafir odaklı ders, sohbet ve sorulu–cevaplı diyaloglar da, şüphesiz ki faydadan hali değildir. Ancak, bunlar başka zamanlarda da uygulanabilir hizmetler cümlesine girer.

Dolayısıyla, okuma programlarında "okuma seansları" esas alınmalı, bunun dışındaki faaliyet ve meşguliyetlere tâli derecede yer verilmeli.

* * *

Toplu halde bulunulan yerlerdeki tertip, temizlik ve iaşe–ibate hizmetleri de büyük önem taşır.

Her biri aynı zamanda birer izci de olan katılımcıların uyum, tertip ve düzenliliğe son derece dikkat etmesi lâzım.

Dağınıklık, düzensizlik, özensizlik, uyumsuzluk, okunan kudsî hakikatlerle bağdaşmaz.

Bu bakımdan, kendi inançlarıyla çelişkiye tenakuze, düşmemek lâzım.

* * *

Yiyecek–içecek meselesinde de, israfa girmekten şiddetle kaçınılmalı.

Mideyi, âdeta öğütme makinasına çevirircesine, işkembeye işkence çektirmekten imtina edilmeli.

Kaldı ki, okunan Kur'ânî hakikatler, bize "âzami iktisat" dersini veriyor.

Nefse hakimiyet ve irade terbiyesi ne derece kuvvetlenirse, okunan hakikatlerin anlaşılması da o nisbette kolay olur. Kezâ, mütalâa edilen bahislerin sağladığı feyiz ve bereket de aynı nisbette büyük olur.

Bütün bu hususları dikkate alarak, iki öğünlü bir hayata tam kanaat ile tâlim etmek lâzım. Aksi halde, ipin ucu kaçabilir.

Günümüzde, yemek meselesine, bilhassa öğle yemeklerine, haddi aşacak derecede rağbet gösteriliyor. Bazı çarşı ve caddelerde, neredeyse iki dükkândan biri yemekhane olmuş durumda.

Yemekler, alabildiğine cazip hale getiriliyor. Burunları sızlatan, şımarmış mideleri etrafında pervane gibi gezdiren çeşitler, sadece vitrine çıkarılmakla yetinilmiyor, artık kaldırımlara da taşınıyor.

İş, büyük ölçüde ticarileşmiş bir vaziyete bürünmüş olup, israfat dizboyunu da aşmış durumda.

Bizi israfa alıştıran her türlü Süfyanî hayat tarzından uzak durulmalı.

Özet olarak: Nefse eziyet edercesine aç kalınmamalı; nefsi şımartacak kadar da mideyi serbest bırakmamalı.

* * *

Temizlik ve taharet konusu ise, herkes için mutlak sûrette uyulması gereken hususları ihtiva ediyor.

Şu meâldeki Hadis–i Şerif, bize bu meselenin ehemmiyeti hakkında yeterince dersler veriyor olmalı: "Kabir azabının en mühim bir sebebi, temizliğe, tahârete dikkat etmemektir; necasete bulaşmak veya bulaştırmaktır."

Taharet temizliğine dikkat edilmemesi halinde, alınan abdeste, kılınan namaza halel gelebilir; yapılan sâir ibadetler de boşa gidebilir. Berzahta yaşanacak kabir azabı da cabası...

Bazıları yadırgasa da, meselenin ehemmiyetine binaen, herkes için lâzım olan temizlik ve taharet kurallarını bilvesile burada da liste halinde hatırlatmakta fayda görmekteyiz.

Belki bazıları yazının ilgili bölümünü kesmek ister veya çıktısını, fotokopisini alıp ilgili yerlere yapıştırmak ister düşüncesiyle, dokuz maddede hülâsa etmeye çalıştığımız bu kuralları ayrı bir çerçeve içinde sunuyoruz.

Temizlik ve tahâret âdabı

1) Tuvalete girmeden önce kollar ve paçalar sıvanmalı, çoraplar çıkarılmalı

2) Tuvalete sol ayakla girilmeli, sağ ayakla çıkılmalı Çıkarken, helâ temiz vaziyette bırakılmalı.

3) Tuvalette iken, ulvî/kudsî şeyler düşünülmemeli. İçeride gereğinden fazla kalınmamalı.

4) Ayakta bevletmemeli. Sol ayak üzerine hafifçe meylederek oturmalı. Necasete, avret yerine bakılmamalı.

5) Taharet, sol el ile yapılmalı. İbrik, maşrapa, musluk, kapı kolu, vs. şeyler, temiz olan sağ el ile tutulmalı. Bu unsurlar, mümkünse sağda yer almalı.

6) Tuvalette tükürülmez, sümkürülmez. (Mekruhtur)

7) Helâdan çıkmadan önce, mümkünse kullanılan su kabı doldurulmalı, dolu halde bırakılmalı.

8) Helâdan çıktıktan sonra, eller sabunlu suyla iyice yıkanmalı. Abdest alınmadan önce, istibra (idrar sızıntısı tedbiri, temizliği) yapılmalı. (En az 40 adım kadar yürünmesi de, yapılan tavsiyeler arasında.)

9) Temizlik, tahâret, abdest ve sâir ibadet hususunda, teyakkuz halinde olunmalı, bilinen kàide ve kurallara uyularak hareket edilmeli; ancak, bunları yaparken, şüpheden, vesveseden ve kuruntudan da uzak durulmalı.

14.06.2010

E-Posta: [email protected]



Nimetullah AKAY

Maddeci bakışla problemler çözülemez


A+ | A-

Muhakemât okumaları-3

Mazide teorik olan, yani sadece düşünülebilen bazı şeyler, günümüzde veya gelecekte açık bir şekilde ortaya çıkabilmektedir. Dünya hayatında en mükemmeli yakalama eğilimi vardır. Bu sebepten dolayı âlemin yaratılışı tekâmül kanununa tabidir. İnsan da yaratılış âleminin bir parçası ve en mükemmel meyvesi olduğundan, onda da tekâmül kanununa bağlı bir ilerleme, yeni bir şeyler ortaya koyma meyli vardır. Ancak bu meyil, fikirlerin birleşmesi ve birbirine destek vermesiyle gelişme gösterebilir.

Fikirlerin birleşmesi ise, geçmişte ortaya konulanlarla ilgili olan bilgilerin yani köklerin üzerinde gelişme gösterebilir. Daha önce ortaya çıkan gelişmeler ise, ilim kanunlarının tohumlarını, varlıkların tohumlarının çıktığı kaynaktan, zamanın uygun bir zeminine ekmek ile mümkün olabilmiştir. Bu tohumlar ise zamanla ve tecrübelerle büyümüş ve gelişmeye başlamıştır. İşte insanlığın bugün ulaştığı ilmî ve teknik gelişmelerinin temelinde bu durum vardır.

Bundan dolayıdır ki, bu zamanda herkesin hissesini aldığı ilimler sırasına girmiş bir çok mesele, geçmiş zamanda teorik veya gizli bir şekilde bulunmakta idi. Zira görüyoruz ki ilmin gelişmesi neticesinde bu zamanın çocuklarına bile çok basit gelebilen bazı keşifler, geçmişte büyük bir dehaya sahip olan İbn-i Sina ve onun gibilerine teorik ve gizli bulunmaktaydı. Bu, İbn-i Sina ve onun gibilerinin noksanlığı değildi şüphesiz.

İbn-i Sina birçok ilimde ilerlemiş, büyük bir zekâ ve düşünce sahibi idi. Ama o ve onun gibiler ilmin henüz bu zamandaki gibi gelişmediği bir zamanda yaşıyorlardı. Diğer bir ifadeyle onlar zamanlarının çocuğuydu. Meselâ zamanının denizcilik dehası Kolombo gibi birinin meşhur olmasına sebep olan Amerika kıt'asının keşfi, eğer bu zamana kalmış olsaydı, basit bir denizci bu keşfi yapabilirdi. Ama Kolombo o günün denizcilik şartlarına göre büyük bir iş başarmıştı.

Zikredilen misâllerden sonra şöyle iki hususu göz önünde bulundurmak gerektir: Birincisi, bazı işlerin başarılması için fikirlerin birbirine destek vermesi gerekir. Meselâ, büyük bir taşı yerinden oynatmak için insanların birbirine yardım etmesinde büyük fayda vardır. İkinci misâlde ise, fikirlerin birliği ve yardımlaşma fayda vermemektedir. Meselâ bir uçurum üzerinden atlamak isteyen bir insana yardım için, bir de bin de birdir. Çünkü o ancak kendi kabiliyetiyle ve kendine olan güveniyle atlayışında başarılı olabilir. Ona başkasının yardımı, teşvik edici olmaktan başka bir fayda vermemektedir.

Bu örneklere binâen ilimlerin bir kısmı, büyük bir taşın kaldırılması gibi yardımlaşmaya muhtaçtır. Bunlar çoğunlukla maddî ilimlerdir. Diğer bir kısmı ise ikinci misale benzer. Gelişmeleri âni olur. Bunlar ise çoğunlukla manevî olan İlâhî ilimlerdir. Bu ikinci kısım için fikir birliği, mahiyetleri hakkında bir değişiklik meydana getirmese dahi, mahiyetlerinin ortaya çıkmasına kuvvet verebilir.

Unutulmamalıdır ki, kim bir ilimle çok fazla meşgul olursa, çoğunlukla başka konulara olan ilgisi azalır. Bundan dolayıdır ki, maddîyatla fazla meşgul olanların manevî yönleri zayıf kalır. Diğer bir ifadeyle, maddîyat mânânın aleyhine gelişme gösterir.

Bir hasta, Tıb Doktoru yerine hastalığının tedavisi için bir mühendise müracaat ederse ve gösterdiği ilâcı kullanırsa, ölümüne zemin hazırlamaktan başka bir şey yapmış olmaz. Bunun gibi, sadece hakikatlerden ibaret olup maddeden soyulmuş olan manevî problemlerimizin halli için, maddî ilimlerle meşgul olanlara müracaat etmek, onlarla istişare etmek, adeta Rabbanî Lâtifelerin merkezi olan kalbin durmasına ve nurlu bir cevher olan aklın ölüm fermanının hazırlanmasına sebebiyet vermek demek olacaktır.

Evet her şeyi maddîyatta arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise manevîyata kördür, gerçekleri göremez.

14.06.2010

E-Posta: [email protected]



Mehmet YAŞAR

Bediüzzaman Ajandası


A+ | A-

Bugünkü yazımızda sizlere Bizim Radyo’da yayınlanmakta olan programlarımızdan, “Bediüzzaman Ajandası” ndan bahsetmek istiyorum.

Müessesemizin 2009 yılı toplantılarının birinde önümüzdeki yılın Bediüzzaman Said Nursî`nin vefatının 50. yılı olması münasebetiyle özel bir ajanda hazırlanması fikri gündeme gelmişti. Herkes tarafından büyük heyecanla karşılanan bu düşünce çerçevesinde gerçekleşen toplantıda 50. yıl anısına özel bir ajanda yapılmasına karar verildi. Verimli geçen bir çok toplantıda içerik ve muhtevası detaylandırılan proje sizlerinde malûmu olacağı üzere 2009 yılının sonunda piyasaya sürülmüş oldu ve büyük beğeni kazandı. Yeni Asya Neşriyat ve Risale-i Nur Enstitüsü tarafından üzerinde titizlikle durularak hazırlanan bu çalışma kendi alanında ilk olmakla birlikte yıl sonunda atılacak bir ajanda olmaktan öteye geçip kitaplıklardaki yerini yıllarca koruyacak gibi duruyor.

Bu başarılı çalışmanın okuyuculara ulaşmasının ardında ortaya çıkan olumlu tepkiler ‘Bediüzzaman Ajandası’nın bir ihtiyacı karşıladığını göstermiş oldu. Bizlerde müessesenin sesli dili olan radyomuzda ‘bu çalışmayı nasıl dinleyicilerimizle buluşturabiliriz?’ diye düşündük. Bu ajandanın hazırlanmasında çok titiz bir çalışma yapan Yeni Asya Neşriyattan bu konuda bize yardımcı olmalarını rica ettik. Sağ olsun Malik Atom, onca işlerine rağmen bu projenin radyoya uyarlanması konusunda bize yardımcı olabileceğini söyledi. Bunun üzerine ismini ‘Bediüzzaman Ajandası’ koyduğumuz programımız için kendisiyle özel bir çalışma yaptık. Ve radyoda yayınlamak üzere yeni bir program daha hazırlamış olduk.

Bu hazırladığımız programda Bediüzzaman Said Nursî’nin hayatı kronolojik olarak ele alınıyor. Doğumuyla birlikte Bediüzzaman’ın yaşadığı hayat süreçleri yakın planda inceleniyor. Geçmişte yaşanan olayların günümüze bakan tarafları ve Bediüzzamanın çözüm teklifleri dillendiriliyor. Program Bediüzzamanın hayatını kronolojik olarak ele almanın yanında Risâle-i Nurlardan konuyla ilgili yerlerle detaylandırılarak dinleyiciye sunuluyor.

Bu sunulan detayların hem Bediüzzaman Said Nursî’nin hem de Risâle-i Nurların daha yakından tanınması ve anlaşılmasına katkı sağladığını ifade edebilirim. Şöyle ki, bir gün bir dostumla onun aracında yolculuk ederken Bizim Radyo’da bahsetmiş olduğumuz programımız başladı. Arkadaşım kendi aramızda sohbet ediyor olmamıza rağmen gayriihtiyarî olarak radyonun sesini açtı. Anladım ki programı takip ediyor. Kendisine sorduğumda tahmin ettiğim gibi programı takip ettiğini ifade etti. Bediüzzaman Said Nursî’yi ve Risâle-i Nurları genel olarak tanıdığını, ama bu programdan duyduğu ayrıntılarda ifade edilenleri ilk defa işittiğini ve ilgisini çektiğini belirtti.

Bu anlamda hazırlanan bir programımızın daha istifadeye medar olduğunu bizzat görmüş olmak bizleri mutlu etti. Bu yazı vesilesiyle Bediüzzaman Ajandası programı için çok ciddî ve titiz bir çalışma yapan sevgili Malik Atom’a da teşekkürlerimi sunuyorum. Bediüzzaman Ajandası programı hafta içi Çarşamba ve Perşembe günleri 13:30’da yayınlanıyor. Cumartesi ve Pazar günleri yine aynı saatlerde tekrarı dinlenebiliyor.

Ayrıca Pazar günü itibariyle başlamış olan mübarek üç aylarınızı tebrik eder hayatımıza bereket getirmesini Yüce Rabbimizden niyaz ederiz.

Her zamanki gibi görüş ve tekliflerinizi [email protected] elektronik posta adresine bekliyoruz.

14.06.2010

E-Posta: [email protected]



H.İbrahim CAN

Kırgızistan’da kardeş kanı akarken


A+ | A-

Kırgızistan’ın Oş şehrinde Özbeklerle Kırgızlar arasında başlayan, güvenlik güçlerinin yetersiz kaldığı çatışmalarda resmî rakamlara göre 51 kişi, olayların şahitlerinin ifadelerine göre ise yaklaşık 1000 kişi vefat etti, yaralı sayısı ise bundan fazla. Resmî bilgilere aksetmese de, Oş şehrinde yaşayan Özbeklere ait evlerin yüzde 30’undan fazlasının yakılarak tahrip edildiği, olayların büyümesinden korkan binlerce Özbekin şehri terk etmeye çalıştığı bildiriliyor. Bir Associated Press muhabiri Özbekistan sınırında panik içinde kaçan insanlar arasında izdihamda ölmüş çocuk cesetleri gördüğünü naklediyor.

Sokaklarda silâhlar ve sopalarla dolaşan Kırgız gençlerinin Özbeklere ait ne varsa yağmaladıkları, yıkıp yaktıkları bildiriliyor.

Kırgızistan geçici hükümet başkanı Roza Otunbayeva, Rusya’dan olayları bastırmak için yardım isterken, bu satırların yazıldığı esnada Rusya, Özbekistan ve Kazakistan, olayların Kırgızistan’ın iç işi olduğu gerekçesiyle müdahale etmek istemiyorlardı.

Yüzlerce yıl boyunca diğer Türk unsurlarıyla birlikte bölgede birlik ve beraberlik içinde yaşayan Kırgızlar ve Özbekler arasındaki etnik milliyetçilik akımları son yüz yıl içinde iki grubun birbirine düşman olmasıyla sonuçlandı. Devrik lider Bakiyev’in taraftarlarının çoğunlukta olduğu bu şehirde, Özbeklere yapılan saldırılara Kırgız güvenlik güçlerinin de yardımcı olduğu, silâh sağladığı iddialar arasında. Bakiyev taraftarı Kırgızların Özbeklerle işbirliği yaptığı biliniyor. Zaten Otunbayeva da olayların sorumluluğunu aynı günlerde Özbekistan’ın Taşkent şehrinde yapılmakta olan Şangay İşbirliği Örgütü toplantısına katılanlara yüklemeye çalışıyor.

Daha önce bir yazımızda da ele aldığımız gibi, Kırgızistan ABD, Rusya ve Çin’in güç mücadelesine sahne oluyor. ABD’nin Manas üssü, Afganistan operasyonlarının can damarı. Rusya da bu üssün varlığından rahatsız. Bakiyev’in devrildiği operasyonun bir sebebi de Bakiyev’in üssün süresini uzatması. Kendisi de Bişkek yakınlarında üs bulunduran Rusya, Amerika’nın bu bölgede bu kadar güçlü bir şekilde var olmasını istemiyor. Bu kavgalarda olan bölgede yaşayan Türk unsurlarına oluyor. Masum insanlar etnik gruplar arasındaki çatışmalarda can veriyor. Buna mafya çetelerinin kendi aralarındaki çatışmalar da dahil edilince, Oş şehri ve çevresinde –kısa süre içinde güçlü bir müdahale olmaması halinde- işin katliâma dönüşeceği, bu çatışmaların komşu ülkelere de yayılabileceğinden korkuluyor.

Peki bundan sonra ne olacak? Kırgızistan’ın da dahil olduğu birkaç eski Sovyet cumhuriyetiyle bir güvenlik paktı imzalamış bulunan Rusya, çatışmalar iyice kızışıp, ‘ne olur kurtarın bizi’ çığlıkları artınca, kurtarıcı olarak bölgeye girecek ve uzun süre çıkmayacak. Zaten süper güçlerin işi sahte kurtarıcılık bahanesiyle, stratejik bölgelere yerleşmek değil midir?

Kırgızistan bağımsızlığını ilân ettiğinden bu yana bir türlü istikrarı yakalayamadı. Bundan sonra da bu birlik ve istikrara kavuşması zor görünüyor. Birleşmiş Milletlerin de pek ilgisini çekmeyen bu ülkedeki dramın bir an önce sona ermesi, en azından çatışmaların durdurulması açısından Türkiye’nin de üzerine düşeni yapmasını bekliyoruz.

14.06.2010

E-Posta: [email protected]



Faruk ÇAKIR

Müstehcenlik yarışına dur de!


A+ | A-

Dünyayı kurtarmaya çalışırken, kendimizi, ailemizi ve ülkemizi tehdit eden tehlikelerden habersiz kalmamak lâzım. Yeri geldikçe ifade etmeye çalıştığımız gibi, hepimizi tehdit eden ciddî tehlikelerin biri de medya vasıtalarının müstehcenlik noktasındaki ölçüsüz yarışıdır.

Gazeteler, televizyonlar ve ‘sanal dünya’ denilen ‘internet dünyası’ bu hususta birbirleriyle yarışıyor. İlmen ve tıbben izlenmemesi gereken ‘dizi’ler ailece izleniyor ve eve sokulmaması gereken bazı gazeteler ellerde ve ceplerde taşınıyor. Müstehcen bazı gazeteleri ‘mütedeyyin hacı amcalar’ın elinde görünce hem üzülüyor hem de böyle tuzaklara düşmemek için dua ediyoruz.

Bu arada, ‘alkollü içki reklamları’nın da gazetelerde tam sayfa olarak devam ettiğini hatırlatalım ve bu felâketin bir an önce sona ermesi gerektiğini de Türkiye’yi idare edenlere söyleyelim...

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Davut Dursun da televizyonlardaki müstehcen yayınlardan yana şikâyetçi olmuş. ABD’nin televizyonlarda yayınlanan film ve dizilerdeki müstehcenlik ve şiddet konusunda Türkiye’den daha muhafazakâr olduğunu hatırlatan Dursun, milletvekillerini televizyonun çocuklar üzerindeki etkileri konusunda ikaz etmiş. Nasıl bir girdaba sürüklendiğimizin her halde farkında değiliz. Avrupa ve Amerika’da yaşayanlar Türkiye’deki TV yayınlarını görünce bir anlamda ‘şok’ oluyorlar. Çünkü Avrupa ya da Amerika’da belki daha fazla müstehcen yayın yapan kanallar var, ama onlar şifreli kanallar. Yani günün her saatinde, çoluk çocuk izlenebilen ‘serbest’ kanallarda bizdeki gibi müstehcen yayın yapılamaz. ‘Çirkin yayın’lar ya şifrelidir ya da gene geç saatlerde yayınlanabilir. Bizde ise değil dizi ve filmler, reklâmlarda bile aşırı müstehcenlik yapılıyor.

İlgili olsun olmasın her konuda ‘kadın’ların reklâm malzemesi olarak kullanılması her halde tesadüfî değildir. Gençliğin imanını çalmak için müstehcenlik bir vasıta olarak kullanılıyor. Nedense, kadınların ticarî bir ‘mal’ gibi kullanılmasına sözümona ‘kadın hakları savunucuları’ ya da feministler de sessiz kalıyor.

Bazı firmalar ‘ürün’ reklâmlarında bilerek ‘kadın’ unsurunu kullanmıyorlar. Onlara bu hassasiyetlerinden dolayı teşekkür ederken, bazı firmaların da her adımda ‘kadın manken’ kullanmasını protesto ediyoruz ve etmeliyiz.

Reklâmlar konusunda dikkatimizi çeken başka bir nokta daha var: 70 milyonu aşkın ‘tüketici’nin yaşadığı ülkemizde tesettürlü kadın, kız ve ‘uygun giyinen insan’ yok mu ki her reklâmda açık-saçık mankenler kullanılır? Sadece açık-saçık olanlar mı ‘tüketici’ ya da ‘müşteri’dir? Herhangi bir ürünün reklamı yapılırken, onu tanıtan kişi başörtülü olsa kıyamet mi kopar? Başörtülüler ‘ürün’ satın almıyor mu ki, hep ‘müstehcen giyinen’ mankenlerle reklâmlar kirletiliyor?

Her noktada ve her konuda müstehcenlik yarışına bir son vermenin vakti gelmiş olmalı. Tüketici derneklerinin de bu hususta aktif görev alması ve üreticilere çağrıda bulunmasını talep ediyoruz. Aynı şekilde Diyanet İşleri Başkanlığı da kamuoyunu, üretici ve tüketicileri de bu hususta ikaz edebilir.

Her kademedeki müstehcenliğe dur demek hepimizin vazifesi vesselam...

14.06.2010

E-Posta: [email protected]



Recep TAŞCI

Diplomatik başarı mı?


A+ | A-

2007’den bu yana Gazze halkına uygulanan gayriahlâkî ve insanlık dışı ambargoyu delmek, yiyecek, içecek ve yapı malzemesi götürmek ve dünya kamuoyunun dikkatini bu trajediye çekmek amacıyla 32 milletten yüzlerce insanla birlikte yola çıkan Mavi Marmara gemisinin uluslar arası sularda seyrettiği sırada uğradığı ve 9 kişinin ölümü ve onlarcasının yaralanması ile sonuçlanan kanlı ve vahşi saldırının üzerinden 15 gün geçmesine rağmen olay, ülke ve dünya gündeminde sıcaklığını koruyor.

Toplumu öfkelendiren ve ekonomiden dış ilişkilerimize kadar her alanı etkileyen hatta eksen kayması tartışmalarını başlatan öylesine müessif bir hadise ki...

Bizim de söyleyeceklerimiz olmalı.

Gazzeliler…

360 kilometrekarelik dar bir kıyı şeridinde hayata tutunma mücadelesi veren talihsiz 1,5 milyon insan.

3 yıldan beri abluka yüzünden aç ve biilâç.

Temel gıda maddelerinin bölgeye sokulması bile izne tabi.

Pek çok malın girişi yasak.

Su, elektrik, benzin kısıtlı.

Çoluk, çocuk, hasta, perişan.

İşsizlik had safhada.

Halk fakirleşmiş.

Çoğunluğu 2 dolardan az bir gelirle geçimini sürdürmeye çalışıyor.

Peki, bu halk ne suç işlemiş de cezalandırılıyor?

Suçu 2006 seçimlerinde Hamas’ı iktidara getirmek.

Hamas, ABD ve AB tarafından terörist ilân edilen bir örgüt.

İsrail’i tanımıyor, zaman zaman bu ülkeye roket saldırısında bulunduğu iddia ediliyor.

Bedelini halk ödüyor.

Ambargoyu sadece İsrail değil Mısır da uyguluyor.

ABD ve Batı destekliyor.

Araplar sessiz.

İslâm coğrafyasında yer alan ülkeler de İran dışında suskun.

Yürekler nasırlaşmış.

Neticede neredeyse bütün dünya mezalimi seyrediyor.

İşte bu manzaraya dayanamayan çeşitli milletlere mensup bir grup cesur gönüllü yollara dökülüyor.

Hikâyenin gerisi malûm.

Kan ve gözyaşı.

Başbakan sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tepkisi şiddetli, İsraille ipler koptu kopacak.

Arap yönetimleri yine kayıtsız, bir iki cılız ses, o kadar.

Ama halkları ayakta.

Türk bayrakları ve başbakanın posterleriyle yaptıkları protesto gösterilerinin ardı arkası kesilmiyor.

Başbakan memnun ve gururlu, iç politikada puan topladığını sanıyor.

Çevresi diplomatik bir zafer kazanıldığından emin.

Halkların alkışları gerçekleri örtmemeli, gözleri kör etmemeli.

Uluslararası kuruluşları yönlendirebildiğiniz ve hasmınızı geriletebildiğiniz ölçüde diplomatik bir başarıdan söz edilebilir.

Maalesef şu ana kadar böyle bir gelişmeye şahit olunmamıştır.

BM, Nato, Arap Birliği, İslâm Kalkınma Örgütü…

Tıs yok…

BM bünyesinde kurulması istenen “Araştırma Komisyonu” teklifi kabul görmemiş.

Gemide bulunan 30’u aşkın ülke vatandaşının siyasetçileri neden tepkisiz?

Geçen hafta İstanbul’da çok sayıda ülkenin devlet başkanı ve üst düzey hükümet yetkilisinin katılımıyla gerçekleştirilen Asya’da İşbirliği ve Güven Artırıcı Önlemler Konferansı (CICA) Zirvesinin Sonuç Bildirgesinde İsrail’i kınama kararının bu ülkenin engellemesi dolayısıyla çıkmaması üzüntü vericidir.

Şu hale bakın:

Açık denizde 9 vatandaşınız katlediliyor, onlarcası kurşunlara hedef oluyor, yüzlercesi işkenceye tabi tutuluyor, gemilerinize el konuyor, korsanlar, katiller cezasız kalıyor, tazminattan vazgeçtik...

İsrail bir özür dahi dilemiyor, uluslararası kuruluşlar Türkiye’yi yalnız bırakıyor.

Ve bu sevimsiz tablo diplomatik bir başarı diye sunuluyor.

İnsaf.

Meydanlarda keskin ve mangalda kül bırakmayan söylemler yerine uluslar arası toplumu harekete geçirecek politikaların takibi herkes için çok daha faydalı olacaktır.

Bunun için dünyada mevcut dengeleri ve gelecekteki muhtemel oluşumları gözeterek ve gücümüzün sınırını bilerek duygularımızın esiri olmadan akılcı, samimî, tutarlı ve güven veren bir yaklaşımı be-nimsemek zorundayız.

Ama yine de şunu asla unutmayalım:

Bilim, teknoloji, ekonomi ve savunma sanayiinde güçlenmeliyiz.

Çünkü, uluslararası siyasette, ne yazık ki, güçlü olan haklıdır.

Vicdanımız kabul etmese de…

14.06.2010

E-Posta: [email protected]



Yeni Asyadan Size

Bir temsilcimizin hizmet hikâyesi


A+ | A-

Alaçam Temsilcimiz Serkan Dağlı’nın Kozaklı-Nevşehir toplantısında herkesi hislendiren hizmet hikâyesini, kendi ağzından sizlere sunuyoruz:

“2008’in Mayıs’ı. 2,5 yıl fiilen dağıtımını yaptığımı ve iyi bir okuyucusu olduğum bir gazeteden, fikrî çizgide uyuşamadığım için ayrılma kararı aldım. Risale-i Nur’u sürekli okuyordum. Özellikle Zübeyir Ağabeyin ‘Yirmi sayfa okuyan hizmet eder’ prensibi beni daha çok okumaya sevk ediyordu. Dört gazete ve üç dergiye aboneydim. Sürekli okuyor, okumayı seviyordum.

“Fakat belli bir süreden sonra bu gazeteler yeterli gelmemeye başladı. Risale-i Nur’u anlatan bir gazetenin olup olmadığını araştırırken Yeni Asya logosu ile karşılaştım. İçeriğini beğendim ve gazete bayiinden her gün bir gazete getirmesini istedim. Gazete bir hafta gibi bir sürede bayiye geldi. İki saat boyunca inceledim ve aradığım gazetenin Yeni Asya olduğuna karar verdim. Daha önce okuduğum gazeteleri bıraktım ve Yeni Asya’yı düzenli olarak almaya başladım. İlk başlarda gazete günaşırı geliyordu. Daha sonra günü birlik gelmeye başladı. Ben de bu gazeteyi herkes tanımalı düşüncesi ile iki gazete almaya başladım. Birini çalıştığım avukatlık bürosuna alıyor, diğerini her gün farklı çay ocakları ve işyerlerine bırakıyordum. Daha sonra abone çalışmasına başladım ve ilk gün sayı 8 oldu.

“Ankara-Kızılcahamam’daki gazete toplantısına katıldım ve ‘cüz cüz Kur’ân kampanyası’ ile ilgili daha fazla bilgi edindim. Geldikten sonra çalışmalara başladım. 20-30 derken abone sayısı 60’ı buldu Elhamdülillah. Bu vesile ile Alaçam Yeni Asya ile Risale-i Nurları daha iyi tanıma imkânı buldu. Gazeteyi tanıyanlar şaşkınlıklarını gizleyemediler ve bu gazetenin neden bu zamana kadar kendilerine ulaşmadığından yakındılar. İlk başlarda karşı çıkanlar daha sonra gazeteye abone oldular ve helâllik istediler.

“Ve yıl 2010. Yeni Asya Bürosu açıldı. Onlarca gence Cumartesi ve Salı günleri yapılan Risale-i Nur dersleri ile Kur’ân hakikatleri hızla yayılıyor. Ve ben Yeni Asya’yı dinî ve imanî noktalardaki vazifesi, demokrasi mücadelesi ve Hakkın hatırını esas tutan duruşu ile iki yıldır hiç ara vermeden her sabah bir saatimi ayırarak okuyor, hizmetteki aşk ve şevkimi gazetemden alıyorum. Hizmetimize yeni katılan Turgay kardeşimle birlikte kıyamete istikamette gitmeyi Cenâb-ı Hak’tan niyaz ediyor, bu hizmete omuz veren herkesi can-ı gönülden tebrik, ve dualarınızı talep ediyorum.

[email protected]

«««

Ramazan sayfası

Üç Ayların girmesi ile Ramazan hazırlıkları da hız kazandı. Geçen hafta Ramazan kampanyamızı duyurmuştuk. Bu hafta da Ramazan sayfası için bir duyuruda bulunalım.

Babıalide Yeni Asya’nın başlattığı güzel bir gelenek olan ve bugün pekçok gazete tarafından benimsenen Ramazan sayfamız her yıl farklı bir şekil ve muhteva ile karşınızda oluyor.

Önemli bir bölümü eli kalem tutan okuyucularımızın katkılarıyla hazırlanan sayfamız için, bu sene de aynı çağrıyı tekrarlamak istiyoruz. Çağrımız hem geçen yıllarda sayfamıza katkıda bulunan, hem de bu sene için hazırlık yapmış eser sahipleri için geçerli. Ramazan sayfasının mânâ ve muhtevasına uygun çalışmalarınızı Ağustos ayı başında elimizde olacak şekilde bekliyoruz. Mümkünse bilgisayar ortamında yazılmış, Ramazan sayfası formatına uygun, kısa, öz ve çarpıcı, tefekküre dayalı düz yazı, şiir ve fotoğraf çalışmalarınızı [email protected] adresine göndermeniz yeterli.

«««

Sentezhaber yenilendi

Yeni Asya Medya Grubu bünyesinde yayın yapan haber portalı sentezhaber.com yenilenen ara yüzüyle hizmet vermeye devam ediyor. Gelişen olaylara göre sürekli güncellenen haber portalı, okuyuculardan gelen yorumlara da açık. Risale-i Nur eksenli haber ve yorumlara ağırlıklı olarak yer verilen siteyi ziyaret edenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor.

«««

Abone takibi

Abone ve Dağıtım Servisimiz, daha önce gazetemize abone olup da, çeşitli sebeplerle bırakmış olan eski okuyucularımız için bir çalışma başlattı. Bu iş için görevlendirilen Murat Ok adlı kardeşimiz Anadolu’daki temsilcilerimizi arayarak, eski abonelerimizin iletişim bilgilerini alıyor ve onlarla irtibata geçiyor. Temsilcilerimizden bu konuda kardeşimize yardımcı olmalarını talep ediyoruz.

14.06.2010

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri




Son Dakika Haberleri

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Abdullah ŞAHİN

  Ahmet ARICAN

  Ahmet BATTAL

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Ali Rıza AYDIN

  Atike ÖZER

  Baki ÇİMİÇ

  Banu YAŞAR

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H.İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Hakan YILMAZ

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehmet YAŞAR

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Muzaffer KARAHİSAR

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Saliha FERŞADOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.