Muzaffer KARAHİSAR |
|
Nikaeen’in gözyaşları |
Hüseyin Nikaeen İran’ın İsfahan şehrinde doğmuş. Her insan gibi eğitimini tamamlayıp, makine mühendisi olarak diplomasını almış. Polis olarak da devletten görev almış. İran devrimi kargaşası içerisinde mağdur olmuş, haksızlığa uğramış, malı, mülkü, kariyeri elinden çıkmış. Dört sene zindanlarda, hücre hapsinde kaldıktan sonra, kalan on yıllık mahkûmiyetini hapishane bölümünde geçirmiş. Cezaevindeki tamirhanede ve kuluçka fabrikasında civciv üretiminden sorumlu mahkûm olarak çalışarak tamamlamış. Bu arada ailesi dağılmış, çocukları ABD’ye eğitim için gitmiş, dönmemişler. Hanımı da çocuklarının yanına gitmiş. İran’daki ev, bahçe, araba gibi varlığı da kendi tabiriyle müsadere edilmiş. Bundan üç sene önce Türkiye’ye giriş yaparak sığınma hakkı istemiş. Sığınma hakkı kabul edilerek Emniyet Müdürlüğü’nün nezaretinde göçmenlerle ilgili yerlerde kalırken yaşlı olması nedeniyle huzurevinde misafir olarak kalmasına karar verilmiş. Huzurevine gelince tanışıp yer gösterdik. Türkçesi az olduğu için, pek fazla konuşamadık ancak selamlaşmalarımız devam etti. Onun İranlı olması, siyasî ya da etnik yapısına bakmayarak bir insan olarak muhatap aldık ve her konuda mümkün olduğu kadar yardımcı olmaya çalıştık. Eğitimli, saygılı, kültürlü ve kibar yapısıyla her hizmete teşekkür ediyor, nezaket gösteriyordu. Hatta odama geldiği zaman konuşmamız ve görüşmemiz bitince kapıya kadar sırtını dönmeden gittiğinden rahatsız olduğumdan koluna girerek dışarıya kadar uğurlardım. Benim içten ve samimi tavırlarım, ona bir insan olarak değer vermem hoşuna gitmiş olacak ki bir gün elinde büyükçe bir paketle geldi. Lüks ambalaj içerisinde masamın üzerine koydu ve bana İran’dan özel hediye getirttiğini söyledi. Ellerini bağlayarak saygıyla paketi açmamı söyledi. Merak ettim ve paketi itina ile açtım. Paketin içerisinden çok mükemmel, işlemeli, sedef ve gümüş kakmalı, harika bir tavla kutusu çıktı. İçindeki pullara ve zarlara varıncaya kadar son derece özenle tasarlanmış ve güzel yapılmış. Bir süre baktıktan sonra beni düşünerek böyle bir armağan getirdiğine teşekkür ettim. Ancak prensip icabı bu ya da başka, büyük-küçük herhangi bir hediye kabul etmediğimi, bu konuda anlayış göstermesini rica ettim. İran’dan getirttiğini tekrar etti. Benim bu durumuma da saygı gösterdi, anlayışla karşıladı. Yıllarca hapis yatmış, eşinden, işinden, evinden, malından ve her türlü dünyalığını yitirmiş bir insan olarak ona selam vermem, hal-hatır sormam, güleryüz göstermem onu çok mutlu ediyordu. Gördüğü yerde bana teşekkür ve duâ ediyor, mutluluklar diliyordu. Bir gün internetten Farsça Bediüzzaman’ı tanıtan bir kitabı göstererek tanıyıp tanımadığını sordum. Türkçe’yi tam konuşamadığı için Said Nursî’nin asrın âlimi olduğunu, İran’da çok tanındığını, çok sevildiğini anlatırken elini öpüp başına koyuyordu. Kendisine Bediüzzaman’ın Yirmi Üçüncü Söz isimli kitabını hediye edince çok memnun oldu. Kitabı öpüp cebine koydu. Kendisine hediye konusunda Bediüzzaman’ı anlattım. Hayatta hiç kimseden bedelini vermeden hediye almadığını söylediğimde; o benim ne demek istediğimi anladı. Sağlık problemi sebebiyle deniz kenarında bir yerde kalması gerekiyordu. Nakil işlemleri bitti. Mersin’e gidecekti. Veda faslı gelip çatmıştı. Beraber fotoğraflar çektirdik. Huzurevinde kaldığı süre içersinde uyumlu, düzenli ve örnek davranış sergilemesi sebebiyle kendisine teşekkür belgesi düzenlemiştik. O belgeyi belli bir nezaket içerisinde kendisine takdim ettiğim zaman çok duygulandı. İçini çekerek, hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Yaşlı bir insanın bu kadar coşkulu, içten ve sesli olarak ağladığını ilk defa görüyordum. Onun mutluluk ve sevinç gözyaşları bizleri de duygulandırmıştı. Yıllarca sevgiden, ilgiden ve takdir edilmekten mahrum; kırık bir kalbin sevinç ve hüznünü bir arada görüyordum. Dilinin zayıf olması sebebiyle candan teşekkür etmeyi ifade edemediğini söyledi. Gözyaşları yanaklarını ıslatmıştı. Yaşlı vücudu ve hüzünlü kalbiyle büyük bir duygu yoğunluğu içersinde, müsaade isteyerek dışarı çıktı. Hiç insan ayırımı yapmadan, kim olursa olsun, insanlara sevgiyi, saygıyı, hoşgörü ve tatlı dili esirgememenin önemini bir daha görmüş, anlamış oldum. 07.12.2010 E-Posta: [email protected] |