Ahmet BATTAL |
|
Liberalizm, hürriyet ve fazilet |
İlmi Etüdler Derneği (İLEM), İktisadi Girişim ve İş Ahlâkı Derneği (İGİAD) ve Üsküdar Belediyesi’nin birlikte düzenlediği ve bu Cumartesi İstanbul Bağlarbaşı Kültür Merkezinde gerçekleştirilecek olan “İktisadî Zihniyet ve Ahlâk Sempozyumu”nun davetiyesi ve bilhassa liberal ahlâk teorisi hakkında bilgi sahibi olma isteğim beni bu yazıya sevk etti. Malum “liberte” hürriyet demek. Ama batının “Magna karta libertatum”unda yani “libertenin ulu haritası”nda yazılı hürriyeti ile bu günkü hürriyet anlayışı arasında önemli farklar var. Siyasal sistem savunucularının, meselâ liberallerin hürriyeti ile sosyalistlerin hürriyet’i de aynı değil. Hatta liberal renklerde de ton farkı var. Bunların hepsi “normal” ve kaçınılmaz. Dindarların hürriyet’e bakışı da öyle: Dinlerine, mezheplerine ve mesleklerine göre farklı. Herhangi bir siyasal sistemin savunucusu durumundaki dindarlar da hakeza, kendi siyasî mesleklerine göre bir hürriyet ve hürriyetperverlik tarifi yapacaklardır. Günümüzde, ülkemizdeki dindarların önemli bir kısmı değişim geçiriyor. Siyasî meslek itibariyle “siyasal İslâmcı” ya da “devrimci İslâmcı”lıktan “demokratça dindarlık”a ya da “demokratik İslâm” anlayışına doğru evriliyorlar. Peki, ama bu rota değişiminde pusula nedir/kimdir? Mesela “salt liberal”lerin üç sihirli kavramı; “hürriyet, adalet ve barış”tır. Said Nursî ise bu üç mukaddes kavrama bazı mühim ilaveler yapar. Bediüzzaman’ın temel bireysel kavramı “imanlı fazilet”, temel toplumsal kavramı “ahlâkî hürriyet”tir. Bu sebeple kanaatimce değişmek isteyenlere pusula sunmakta en önemli görev Risâle-i Nur okuyanlara düşer. Hürriyeti herkes ister. Ama sınırlarını ve önceliklerini belirlemek zordur. Kanaatimce konu fazilet kavramı ve “ben duygusunun sebebi”ne dair felsefi yaklaşım ile ilgilidir. Şöyle ki; İki insan tipi tasavvur edelim: Birincisi; öncelikli amacı kendisinin maddî varlığını geliştirmek olan, gizli ya da açık ma-teryalist insan tipi. Bunlar için, maddî varlığın sınırlılığı sebebiyle, “ben” duygusunun “bencilliğe” dönmesi ve dolayısıyla müsabakanın da rekabete dönmesi kaçınılmazdır. Rekabet “kendiliğinden gerekli” sayılınca önce rekabet hakkının sınırları ve ardından da haksız rekabetin engellenmesi için devletin de devreye girip giremeyeceği meselesi gündeme gelir. Salt liberaller, bu sorunun somut ayrıntılarına verdikleri cevaplara göre, devleti pasif tutmayı tercih ettikleri oranda liberaldirler. Ancak müsabakayı ahlâkî alanda tutmanın birinci şartı devletin müdahalesi değil fazilet eğitimidir. Zira, asgarî fazilet eğitimini almamış olan ve başkalarının haklarına tecavüz etmeye yatkın ve hazır kişilerle ilişkiye geçmek zorunda kalan bireyler bu ilişkide yaşanabilecek hak ihlallerine karşı devleti yardıma çağırmak isteyeceklerdir. Oysa insanın, küçüklüğünden itibaren bu amaç uğrunda eğitilmesi ve bu terbiye sayesinde bilhassa toplumsal ilişkilerinde “başkasını yutmakla beslenir” olmaktan kaçınabilmesi halinde, müsabakanın riski kalmaz. Hak ve hürriyet ihtiyacı da devlet de öne çıkmaz. İkinci insan tipi ise, benliğini ve öz değerlerini geliştirmeyi hedef olmaktan çıkaran ve güzellikleri yaymak ve yansıtmak için benliğinin sınırlı kesafetinden vazgeçen, “Güzeller güzeli”nin tertemiz aynası olmaya hazır, fedakâr ve erdemli insan tipidir. Bu fedakâr ve diğergâm insan tipi, sınırlı bir varlık durumunda olan maddî varlığın peşinden koşmaz, eline geçeni paylaşır ve hatta feda eder, onu elde etmek için rekabet etmez. Bu fedakârlığa karşılık mânevî bir varlığı (yani Bir olanı ve O’nun rızasını) elde eder. Özetle, bir toplumda, birinci tip insanların müsabakasının ahlâkî ve hukukî alanda sürmesi ve ürünlerinin sağlıklı olması için, mânevî yol gösterici durumundaki bu ikinci insan tipine şiddetle ihtiyaç vardır. Bunun içindir ki, Bediüzzaman, Lem’alar’da (174) nev-i insanın tenevvüünün (çeşitlenebilmesinin - farklılaşabilmesinin) en mühim mayası ve zembereği, müsabaka ile hakikî imanlı fazilettir” der. 07.12.2010 E-Posta: [email protected] |