İmam-ı Rabbânî Hazretleri buyuruyor ki: “İstemek, kavuşmanın müjdecisidir. [O’nun için] yanıp kavrulmak da, kavuşmanın başlangıcı demektir.”
İnsanlar çok sevdiği filmi seyretmekten, çok beğendiği bir müziği dinlemekten hiç bıkmazlar. İşte bu duâ bahsi de belki binlerce kez kaleme alınmış, en güzel şekillerde belâgatle kalplere çizilmiş ve yazılıp çizilmeye devam edecektir. Çünkü duâsız üşürmüş gönüller.
Bildiğiniz gibi önemli şeylerin altı çizilir, vazgeçtiklerimizin üstü. Bizde bu konuların altını çokça çiziyoruz ki, her gün değişen hücrelerimize yeniden bu güzellikleri bildirelim. Bizi seven bizi düşünen bir İlâhımız var ve bize duâ gibi çok güçlü bir manevî silâh bahşetmiş bir Rabbimiz var diyebilmek için. Öyle bir an gelir ki elimiz kolumuz bağlanır ve tek dayanağımız tek yardımcımız Cenâb-ı Allah’tır. Duâ edilecek, yardım istenecek tek kapı Rabbimizin rahmet, merhamet ve inayet kapısıdır. Açılmayan kapılar İlâhî bir emirle açılır. Bütün zorluklar aşılır. Çünkü o kapalı kapıların ve kalplerin anahtarı Rabbimizin elindedir. Bize o kapıyı önce kapatıp sonra da açtırmak için bizden duâ etmemizi isteyen, aczimizi ve fakrımızı bildirmek için bize aşılmazları, açılmazları veren bir tek O’dur. Sıkıntılar, zorluklar olmasa duâ etmeyi, bütün rızıkların bütün kâinatın sahibi olan Rabbimizden istemeyi başka nasıl bilebilirdik ki?
Allah şöyle buyurmuştur: “De ki: Duânız olmasa Rabbim katında ne ehemmiyetiniz var?” (Furkan, 25/77)
Allah (cc) kâinatı mükemmel yarattığı gibi, bize de ikramlar, hediyeler bahşetmiş. Bu ikramlara, hediyelere kavuşmak için de dünyanın her yerinde yarattığı kullarının kalbine, İlâhî telgraf ve telefon hatları kurmuş. O kadar güzel bir sistem ki asla ”ulaşılmıyor” ya da “şu anda meşgul” demeden işliyor. Bozulmadan her daim 24 saat açık olan bir işleyiş. Bizi her an duyan, her an gören bir Rabbimizin olması, duâyı dilimizden eksik etmememiz gerektiğini hatırlatıyor. Şimdi şöyle oturup müdakkik bir şekilde inceleyelim. Kâinatta yaratılan o kadar canlı ve cansız, yürüyen sabit duran canlılar, varlıklar olduğu gibi şems, kamer, feza ve seyyareler gibi büyük küçük milyonlarca ihtiyaç sahipleri var. Onlara tek tek ulaşabilen, hem de “Aman” dileyenlere dil ile değil de kalpten geçirdiği anda bile yetişen, rızık veren bir Allah’ımız var. Hiçbir kuvvet bu güven duygusunu, bizi duyan bir Zat’ın olduğunu bilmemizi değiştiremez. Hani “Benim büyük derdim var” değil de, “Büyük bir Allah’ım var” demek kadar güzel bir şey olabilir mi? Bir üzüntü, bir sıkıntı karşısında tek münacatımız bizim merhametlilerin en merhametlisi, güzellerin en güzeli Allah’ımızadır. Namazın arkasından salâvatlarımızı çekip de en güzel bölüm olan duâ etme zamanı bizim Rabbimizle birebir olduğumuz, bütün kalbimizi, gönlümüzü, ruhumuzu O’na teslim ettiğimiz; üzüntülerimizi, kederlerimizi, gözyaşlarımızla yıkadığımız secde ânımızdır.
“Eğer ne hâhî dad, ne dadi hâh.” Manası şudur: “Vermek istemeseydi, istemeyi vermezdi.” (Mektubat, s. 302). İşte bu manadan kaynaklı olsa gerek, bazen içimize öyle bir an gelir ki duâ içimizden adeta fışkırırcasına kalbimizden dilimize gelir ve söz olur çıkar. O kadar içten gelir ki, hiçbir şey kalbimizden geçenleri Rabbimize bildirmemize, istememize engel olamaz. İşte bu anlar duânın kabul olma zamanı gelmiş demektir. Hadis-i şeriflerde de buyruluyor ki: “Duâ etme arzusu gelince, duâ edin. Çünkü bu, duânın kabul olacağına alâmettir.” [Tirmizî]
Hayır olan her şeye duâ etmek gerek. ”Ayakkabınızın bağını bile Allah’tan isteyin” deniliyor. Büyük–küçük, önemli-önemsiz demeden her duâya anında icabet eden Allah’ımıza hamdüsenalar olsun.
Allah şöyle buyurmuştur: “Rabbiniz buyurdu ki; Bana duâ edin ki, size icabet edeyim.” (Mü’min, 40/60)
Tabiî duâ etmek için de Allah yolunda çalışmak, emek harcamak gerek. Biz Rabbimize kulluğumuzu en iyi şekilde yapmaya çalışacağız ki, Rabbimizden bir şey istemeye yüzümüz olsun.
Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: “Çalışmadan duâ eden, silâhsız harbe giden gibidir.” [Deylemi]
Duânın gücünü anlatan güzel bir hikâye:
“Horasan’da hırsızlardan birkaçı kaçar. Hiratlı bir demirci, gece evine dönerken, zaptiyelerce yakınında yakalanan hırsızlarla beraber tutuklanarak hapsedilir. Demirci, zindanda namaz kılıp, ‘Ya Rabbi, bu işte suçum olmadığını, ancak Sen bilirsin. Beni buradan, ancak Sen kurtarırsın’ diye duâ eder. Adil bir vali olan Abdullah bin Tahir, o gece bir rüya görür. Kuvvetli dört kimsenin, kendi tahtını, tersine çevirirken uyanır. Hemen abdest alıp, iki rekât namaz kılar. Tekrar uyur. Yine o dört kişi, tahtını yıkmak üzere iken uyanır. Kendisinde, bir mazlûmun ahı bulunduğunu anlar, zindan müdürünü çağırtıp der ki:
- Zindanda bir mazlûm mu var?
- Bilmem ama, biri, duâ edip gözyaşı döküyor.
Duâ eden mahkûmu çağırıp halini sorunca mesele anlaşılır. Vali, özür dileyip der ki: ‘Şu parayı al ve herhangi bir arzun, bir işin olunca da bana gel.’
Demirci, minnetsiz konuşur: Hakkımı helâl ettim, ancak ihtiyacımı görmek için gelmem.
- Niçin?
- Benim gibi bir fakir için, senin gibi bir sultanın tahtını birkaç defa tersine çeviren Sahibimi bırakıp da, dileğimi başkasına arz etmem kulluğa yakışır mı?”
“Allahü Teâlâ birine duâ etmesini takdir etmişse, kabul etmeyi de takdir etmiştir.” [Ebu Nuaym] Bu kadar güzel müjdeli hadislerle, haberler verilmişken duâyı dilimizden, kalbimizden hiç eksik etmeyelim. Biz duâlarımızda mü’min kardeşlerimize duâ ettiğimizde asıl duâyı kendimize etmiş oluyoruz. Çünkü melekler ağzımızdan çıkan her duâ için “Amin sana da inşaallah” dermiş. Hayır, duâlarımızla bütün Arş-ı Semayı dolduralım inşaallah. Allah’ım bizim için duâ edenlerin, bizden duâ isteyenlerin bütün duâlarını en güzel, en hayırlı şekilde kabul etsin. Hastalarımıza şifalar, dertlilerimize devalar, borçlularımıza edalar nasip eylesin. Ömrün ve ölümün hayırlısını, son nefeste imanın en hasını, Peygamber Efendimizin (asm) komşusu olmayı, onun sancağı altında toplanmayı, bu dünyada olduğu gibi ahirette de cemaatimizle Nur sohbetlerinde bulunmayı bütün kullarına nasip eylesin. Âmin.
NURBAN KAYA
[email protected]