Duyduğu sese doğru hareketlenmişti gayr-i ihtiyari olarak. Sanki bulutların üzerinde gidiyormuş gibiydi. Nihayet sesin geldiği yere ulaşmış ve pasaport işlemleri için sıraya girmişti. Sıra beklerken aklına küçükken sürekli dinlediği ve dilinden düşürmediği ilâhi gelmişti. Her yıl hac mevsimi hacıları uğurlarken söylediği ilâhi idi. Yüreğinin heyecanlı atışları ile mırıldanmaya başlamıştı:
“Bir hasret kokusu burnumda tüttü, / Götürün hacılar götürün beni. / Eridi bedenim takatim bitti, / Götürün Resule götürün beni. / Götürün o cana canda canana, / Götürün ne olur Yüce Sultana. / Nasip et diyerek Ulu Rahman’a, / Götürün aşkıma götürün beni. / Gidenler bağrıma ateş yakıyor, / Gözümden kan gibi yaşlar akıyor. / Yüreğim hasreti taşıyamıyor, / Götürün hacılar götürün beni. / Faydasız dünyada vefa görmedim, / Medine şehrinden bir yer bilmedim. / Boynum bu canımda bir gün gülmedim, / Götürün Resule götürün beni.”
Pasaport işlemleri yapılırken ilk önce Mekke şehrine gidileceğini öğrenince sevinmişti Ahmed Salih. ‘Günahlarımdan arındıktan sonra çıkarım inşallah Efendimin (asm) huzuruna’ diyordu. Önünde uzun bir sıra vardı. Hava limanı tabiri caizse ana-baba günü gibiydi. O kadar kalabalıktı ki sanki mahşer yeri gibiydi. “Acaba buradakilerin hepsi de Mekke’ye mi gidecek?” diye soruyordu kendisine.
Pasaport işlemlerinin uzun süreceğini duyunca üzülmüştü. Yıllardır çekilen kur’alarda kendisine kur’a çıkmadığı zaman söylediği güzel bir ilâhi vardı. Genelde sabrı tükenme aşamasına geldiğinde bu ilâhiyi söylüyor ve yüreğini yakan aşkının ateşi ile kendinden geçiyordu. Yine aklına gelmişti o ilâhi. Ve deminkinden biraz daha yüksek sesle söylemeye başladı, aşkının yüreği yakan ateşinin sözlerini:
“Yıllar yılı hasret dağları aştı, /Gideceğim beni alı koymayın. /Artık içimdeki son volkan taştı, /Yollarıma artık mani olmayın. /Gideceğim yolum Resul yoludur, /Gideceğim içim hasret doludur. /Gideceğim beni alı koymayın, /Gideceğim yerden yere vurmayın. /Sultanım diyerek yaşları döktüm, /Sabır diye diye belimi büktüm. /Yalan ile dolu dünyamı yıktım, /Gideceğim bana engel olmayın. /Nasihatinizi alın götürün, /İçimdeki ıztırabı dindirin. /Bırakında beni artık güldürün, /Gideceğim bana engel olmayın. /Anlamıyor musunuz aşkın halinden? /Gecelerim farksız gündüzlerimden. /Dinleyemem sizi dönmem sözümden, /Gideceğim bana mani olmayın…”
Yanında bulunanlarda eşlik ediyordu bu güzel ilâhiye. Sıranın uzun süreceği üzüntü ile yıllardır beklediği, hasretiyle gözyaşı döktüğü sevgilisinin yanına gideceğinin mutluluğu farklı duygular yaşatıyordu.
Nihayet beklediği sıra gelmişti. Bir an önce bitsin istiyordu bu hasret. Görevli de anlamıştı Ahmed Salih’in halinden, ne kadar da heyecanlı olduğunu. Heyecanı ilk defa işe yaramıştı. Görevli işlemlerini biraz daha hızlandırmış ve Ahmed Salih sevdiği uğrundaki engellerden birini daha aşmış olmanın mutluluğu ile uçağa doğru hareketlenmişti. Bavullarını görevlilere teslim ettikten sonra uçağa binmek üzere hızlı adımlarla ilerlemeye başladı. Uçağın merdivenine geldiğinde basamakları besmele ile çıkmaya başladı. Heyecanından dizleri tir tir titriyordu. Yorgun ve duygulu bakışlarla geriye doğru baktı son basamağında merdivenin. Geride neler bıraktığını düşünüyordu. Elbette sevdikleri vardı ardında; ama en çok sevdiğine, en sevgiliye gitmenin vermiş olduğu mutluluk unutturmuştu ardında bıraktıklarını.
Uçağın içine girdiğinde heyecanı biraz azalmıştı. Koltuğuna oturdu ve yıllardır duygularını döktüğü şiir defterini çıkardı çantasından. Belli ki yine duygulanmıştı. Temiz, tertemiz bir sayfa açtı ve sayfanın başına besmele yazarak, yüreğindeki sevda ateşinin kavurduğu duygu yüklü harfleri nakşetmeye başladı. Böylece hem zamanı biraz daha çabuk geçirmek hem de yüreğindeki heyecanı bir nebze azaltmak istiyordu.
Uçak hareketlenmeye başladığında, Mekke’yi düşünüyordu. Siyah örtüsüne bürünmüş, heybeti ve mübarekliği ile onu bekliyordu. Pervane gibi tavaf edecekti. Elini, yüzünü sürecekti. Koşacaktı Hz. Hacer gibi Safa ile Merve arasında. Çıkacaktı, Efendimizin (asm) tefekkür yeri olan Nur Dağına. Bir bir düşünüyordu Ahmed Salih, Mekke’de yapacaklarını. Medine’ye arınmış olarak gitmeliydi günahlarından. Bu yüzden şu cümleler çıkıyordu dudaklarından:
“Adını andıkça titrer yüreğim, /Sana kul olmaktır arzum, dileğim. /Ya Râb! Sen varken kime gideyim, /Dağ gibi günah ile affına geldim. /Rahmetin çok Senin, Bize rahmeyle. /Affına sığındık, bizi affeyle. /Bizleri sevdiklerine dost eyle. /Dağ gibi günah ile affına geldim…”
Lebbeyk nidaları yükseliyordu her koltuktan. Lebbeyk nidaları ile heyecanını dindirmeye çalışıyor ve adeta haykırıyordu Ahmed Salih. Uzun süren yolculuktan sonra, pencereden görünmeye başlamıştı Cidde şehri. Uçak Cidde Havaalanına indikten sonra hemen işlemleri halledip, Mekke’ye gideceği araca binmek istiyordu. Ahmed Salih öyle istiyordu, ama onu beklenmedik bir sürpriz bekliyordu.
Devam edecek…
NURULLAH ÇETİN