Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Ocak 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

Siyasette usûl-1



Bugün sınırların belli olması ve Müslümanların ittifak edemeseler bile kavga etmemeleri için siyasette bir usûl benimsenmesi gerekiyor. Bunlar dinî ve ahlâkî kriterlerdir. Dinî ve ahlâkî kriterler gözetilmezse siyasî sahaya egemen olacak maslahatçılık, pragmatizm bizi ilkesizliğe ve neticede kavgaya sürükleyecektir. Maalesef Irak işgalinde, iki düşman kampın maslahatçılığının izdivacı ve buluşması birinci derecede rol oynamıştır. ABD’nin bilinen politikası pragmatizm adı altında maslahatçılıktır.

İran da, Ayetullah Fadıl el Maliki’nin isabetle teşhis ettiği gibi burada maslahatçılık üzerinden fırsatçılık yapmıştır. Bu zıt cephelerin çifte maslahatçılık politikası sonucunda en azından Irak’ta bugüne kadar yarı resmî rakamlara göre 650 binden fazla insan hayatını kaybetmiştir. Bunun nedeni ilkesiz ve maslahatçı politikalardır. Bütüncül olmayan ve herkesin çıkarlarını temin etmeyen anlayış ve politikalar parçalayıcıdır. Parçalanmış bir vakıa ile karşı karşıya kaldığımızda ne yapmamız gerekir? Burada iki illetli yaklaşımla karşı karşıya kalıyoruz. Yine bunlardan birisini İran, diğerini de Kaide anlayışı temsil ediyor.

Kaide’nin köklerinin dayandığı anlayış 1980 öncesi Mısır’daki Cemaatü’l-Müslimin anlayışıdır. Bütünü temsil etmedikleri ve dolayısıyla bütüncül olmadıkları halde bütünü temsil ediyorlarmış gibi tekelci bir anlayışla başkalarını tekfir etmişlerdir. Polis de onlara ‘El Hicre ve’t-Tekfir’ adını koymuştur. Halbuki İsam Attar onlara ve onlar gibi düşünenlere kılavuzları olacak şu ilkeyi takdim etmiştir: “Biz Müslümanlardan bir parçayız veya Müslümanlardan bir cemaatiz demeye hakkınız var, ama Müslümanların tamamıyız veya Müslüman cemaatiz demeye hakkınız yok…’ Cemaatü’l-Müslimin anlayışı benimsendiğinde o şemsiye altına girmeyenler kendiliğinden kâfir oluyorlar. Ya da kendiliklerinden daire dışında kalıyorlar. Şükrü Mustafa ve arkadaşlarının kendilerine Cemaatü’l-Müslimin demeleri ne kadar yanlış ise, birilerinin veliy-yi fakihi ‘Rehberü’l-Müslimin’ ilân etmesi de o kadar yanlıştır. Bunu başkalarına dayatması daha da yanlıştır. Öyleyse: Tefviz yoksa temsil de yoktur. Ya da biat yoksa hilafet veya imamet de yoktur. Kısmî biat varsa kısmî hilafet veya imamet vardır. Meşrûiyeti tam değildir. Öyleyse kimse kimsenin rızası olmadan ona ne hilafet veya imamet bahşedebilir, ne de dayatabilir.

Siyasî nikâh da sosyal nikâh ve akit gibi karşılıklı rıza üzerine müessestir. İbni Haldun ve diğerlerinin dediği gibi siyaset Müslümanlar arasında şûrâ ile tedvir edilir. Müslümanların kendilerine bırakılmıştır. Kurallar çerçevesinde buna işlerlik kazandırılır. Mesafe farkı ve uzaklığı dolayısıyla tek çatı altında toplanma imkânsızlığına binaen müteehhirin ulema Müslümanların çift imama biat edebileceklerini kabul etmişlerdir. Bu durumda Müslümanlar arasında fiilî bir siyasî çoğulculuk olduğu gibi zarûretine binâen şer’î bir çoğulculuk da vardır.

Bunu ancak hakkı ve hakikatı kabul etmeyen inkâr edebilir.

Bu durumda, siyaset paralandığında Müslümanlar arasındaki ilişkileri belirleyecek kurallara azamî derecede ihtiyaç başgösterecektir. Bu kurallardan birisi şudur: Ne kadar fasık olursa olsun dahilde Müslüman yöneticilere karşı silâh kullanmamaktadır. Bunun tek istisnası küfr-ü bevvahtır yani açık küfürdür. Bu da teville değil, gerçekten de olmalıdır. Sözgelimi, Nasır ile Muhammed Teraki arasında bir ayrım yaptığınızda Nasır ulemanın dediği sınıra dayanmamıştır. Ama Muhammed Teraki gelmiş idi ve Müslümanlar ona karşı Afganistan’da huruç hareketi başlatmışlardır. Ancak Nasır da Müslümanların istediği salih bir kimse değildi. Buna karşı izlenecek yöntem nedir? Davet ve bazen güzel sözle, bazen de doğru sözlerle hakkı tebliğ etmektir. Yani irşattır. Dahilde mücadele yöntemi irşat eksenli olmalıdır. Bu uğurda Ömer Telmisani gibiler hapislerde yatarken Seyyid Kutup idam edilmiştir. İkinci kaide, Muhammed Mehdi Âkif’in, Amerikalıların, Mübarek rejimine karşı ayartmak istediklerinde söylediği kaidedir: “Biz Mübarek’e karşı Amerika’dan güç almayız. La nestakvi biamerika dıdda Mübarek...”

Bu konuya yarın devam edelim.

02.01.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (01.01.2007) - Kütüphanecinin dünyası

  (31.12.2006) - Kayzer kenti

  (29.12.2006) - Kitabistan

  (28.12.2006) - Antalya’dan Kayseri’ye

  (27.12.2006) - İstanbul Konferansının rövanşı

  (26.12.2006) - Benediktus-Bardakoğlu

  (25.12.2006) - Kanun ve hikmet

  (24.12.2006) - Mizana vurmak

  (22.12.2006) - Millî çizgi

  (21.12.2006) - Kaynaşma ve ayrışma çizgisi

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004