Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 31 Aralık 2006

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

Bayramiye kasideleri



Bugün bayram, yarın yılbaşı.

Kurban Bayramı, yılbaşını da içine alarak dört gün devam edecek.

Böylece halkının tamamına yakını Müslüman olmasına ve ecdadı asırlarca Hicrî takvimi kullanmasına rağmen devleti miladî takvimi tercih eden milletler aynı zaman içinde iki farklı hadiseyi birlikte yaşayacaklar.

Aslında dünün bu günden, bu günün yarından hiçbir farkı yok. Hilkatten bu yana aynı minval üzere akıp giden zaman içinde dün nasıl işledi ise bugün de yarın da ertesi günde müteakip günlerde de aynı şekilde geçip gidecek.

Lâkin zamana izafe edilen mânâ itibariyle bugün ve dün birbirinden çok farklı. Bugün İslâm Âleminin en büyük bayramı. Yarınsa Hıristiyan dünyası nezdinde kutsal bir gün.

Dinlerin ve medeniyetlerin husûsî mânâlar atfettikleri böyle zamanlara bazı fertler ve cemiyetler de kendilerine göre değerler yükleyince o günlere gösterilen alâka artacak.

Onun için bu günlerde önce tebrik mesajları karışacak birbirine. Bazı ağızlara hiç yılbaşı değmeyecek, bazılarına Kurban Bayramı. Bazıları önce muhataplarının bayramı, ardından yılbaşını tebrik edecekler, bazıları bunun tersini yapacaklar.

Lâkin hangisi olursa olsun mesajlarda hep basit ifadeler kullanılıp sığ mânâlar nazara verileceğinden tebrik mesajını gönderenler de alanlar da muhataplarının kutlu günlerini gönül rahatlığıyla tebrik ettiklerini bilmenin hazzını hissetmekten ziyade bir vazifeyi yerine getirmenin vicdanî rahatlığını duyacaklar.

Böylece bu yılı idrak eden insanlar iki değişik medeniyet mensuplarının nezdinde kutsal sayılan iki değerli zamanı birlikte yaşarken bunun bir dahaki tekrarına ömürlerinin yetmeyeceğini bilmenin burukluğunu duyacaklar.

Ne var ki hepsi bunu yaparken mürekkepli kalemle ve el yazısıyla yazılmış hususî mektuplarla, isme münhasır kartlarla, manzara resimli kartpostallarla, dâvetiyeli telefonlarla yapılan eski tebrik usûllerinin ve vasıtalarının hasretini hissedecekler.

Fakat muhtemelen kimsenin aklına bayramiye kasideleri gelmeyecek.

***

Halbuki eskiden en muteber bayram tebrik vasıtasıydı kasideler.

Şairler, aylar öncesinden başlarlardı bayramiye hazırlıklarına. Önce muhataplarını seçerler, onların hallerini, hassasiyetlerini, meziyetlerini, zevklerini, sıfatlarını, makamlarını tesbit ederler, manzumenin türünü seçerler ve yan kesilmiş kamışı, siyah mürekkepli hokkayı, terbiyeli kâğıtları alıp tenha yerlere çekilirlerdi.

Aralarında vezin, kafiye, redif gibi ortak âhenk unsurları olan ve birbirini tamamlayan çeşitli bölümlerden meydana gelen orta uzunlukta bir tür olduğundan genellikle kaside tercih edilirdi.

Girizgâh, methiye, fahriye, duâ gibi bölümler mevzua girişi sağlamaya, muhatabı methe, yazanı tanıtmaya, duâya, niyaza müteallik olduğundan şairler hayallerini sadece nesib bölümünde kullanabilirlerdi.

Kasidenin bu ilk bölümünde genellikle mevzu dışı tasvirlere yer verildiğinden şairler, edebî teâmüller içinde san’atkârâne ifadelerle kalıplaşmış mazmunlara hitap ederek muhataplarının dikkatini çekmeye çalışırlardı.

Divan şairlerinin içinde en çok bayramiye kasidesi yazanlardan biri 16. yüzyılın meşhur şairi Nevî idi. Onun kasidelerinin içinde ‘yılbaşı ve bayram’ tabirlerini birlikte kullandığı tek kasidesi de Siyavuş Paşa’ya yazdığı bayramiyeydi.

“Her yıl başında mah görüp îd ider avâm

Göster kaşun ki îd ide erbab-ı dil müdâm

Ebrûlarun kemânına nisbet hilâl-i îd

Gûyâ ki bir yabana atılmış şikeste câm

Çıktı kenare mahî-i simin değül hilâl

Benzer temevvüc itdi bu deryâ-yı nîl-fâm

Şest-i hilâli sahil-i deryâya saldılar

Çün yutdı mihr yûnusını mâhi-i zalâm”

Gerçi Şairin, bu beyitlerin matla mısraında kullandığı ‘îd’ yani bayram tabiri bugünkü bayramları hatırlatsa da ‘yılbaşı’ kelimesi çok farklı bir mânâda kullanılmış ama yine de bu yıl yaşanan ‘yılbaşı, bayram’ beraberliğini tedai ettirmesi açısından manidar.

Hicrî takvime göre ayların, dolayısı ile de bayramların ve yılın, ayın görünmesi ile başladığını düşünen ve halkın nazarında yılın başlamasının da bayram telâkki edildiğini bilen Nevî duygularını, güzelliğin sembolü sayılan bir mazmunu muhatap alarak anlatmak istemiş.

Bütün divan şairlerinin kullandığı edebî bir mazmun olan muhayyel sevgiliye seslenmiş ve onun da hilâle benzeyen kaşını göstererek gönül ehli insanların bayram etmelerini sağlamasını söylemiş.

Nesibin diğer beyitlerinde sevgilinin kaşını hilâle, gözünü denize benzetip kaşın göze aksettiğini düşünerek çeşitli san’atlar vasıtasıyla mısraların mânâ derinliğini zenginleştirmiş.

Oltanın kancasına benzettiği kaşın denize atılması neticesinde lâcivert denizin dalgalandığını; bu dalgaların arasında karanlığın balığının, güneşe benzeyen Yunus’u yuttuğunu anlatarak mânâyı derinleştirmiş.

Bilhassa dinî unsurları ve peygamber kıssalarını san’atına malzeme yapmış ve bayramların mânevî taraflarına dikkat çekerken, her teşbihin neticesinin insanlara bir nev’î bayram mutluluğu yaşattığını hissettirmek istemiş.

Buna benzer hâlleri ve hayalleri hayatlarına aksettiren insanların her zaman hayata o nazarla bakmayı arzu edeceklerini düşünen Şair, muhataplarına da böyle bir bayram içinde bayram yaşama zemini hazırlamaya çalışmış.

Gerçi tebrik ettiği bayramın ne bayramı olduğunu açıkça söylememiş ama nesib bölümünde hilâl, ay, güneş gibi parlak cisimleri işleyerek bu bayramın ‘îd-i fıtır’ da denen Ramazan Bayramı olduğunu ihsas etmiş.

Çünkü bayram içinde bayram yaşama hazzı; ancak zamanı, ona izafe edilen mânâya münasip hâller ve hareketlerle yaşamakla mümkündür. Bu hassasiyeti taşımadan hareket edenler bayram içinde bayram yerine hüsran yaşarlar.

Eskiden insanların hâlleri asil, hayalleri hür olduğundan bunu yapmak çok daha kolaydı. Fakat günümüzde hafızaları medyanın yalanları ve yaygaraları istilâ ettiğinden hâller sathîleşip hayaller sığlaştığı için değil sair zamanlar, bayramlar bile ruhlara hasreti çekilen bayram huzurunu ve mutluluğunu veremiyor.

Bilhassa bu sene Kurban Bayramının heyecanına yılbaşı hevesi de karışacağından bazı müfsit çevreler yılbaşı kutlamalarını bahane ederek insan fıtratına zıt hâlleri ve edebe mugayir sahneleri hayasızca sergilemeye başladıkları için bayram hazzını hissetmek çok daha zorlaştı.

Bu gibi malayanî meşguliyetler ve basit hevesler yüzünden bayramlaşma hassasiyeti zayıfladığı için yeni kuşaklar eskilerin bayramlarını birkaç kelâmlık basit mesajlarla veya kısa telefon konuşmalarıyla geçiştirerek zamanlarını tatil beldelerinde geçirme hevesine kapılıyorlar.

Bu yüzden insanların çoğunun içine düştükleri bu ruh hâline, hasretini çektikleri simaları görememe, umduklarını bulamama kırgınlığı da eklenince bayramı hüzün ve hüsran içinde geçirenlerin sayısı hızla artıyor.

Bilhassa evlâtları gurbette olan anneler, babalar; konu komşunun, yârânın, akrabanın ilgisine ve ihtimamına rağmen dışa karşı mutlu görünmeye çalışsalar da içlerinde sair zamanlardan daha büyük acılar çekiyorlar.

Yaşanan zaman bayram olmasa da hasretliklerine kavuşanlar, beklediklerini bulanlar, hayallerini gerçekleştirenler ve hayat hedeflerine ulaşanlar kendilerini bayramlardaki kadar mutlu ve huzur içinde hissediyorlar.

Eskiden bilhassa bayramlarda insan fıtratının iktizası olan bu gibi hissî hâller gözden uzak tutulmadığından insanlar asıl bayram mutluluğunu, yaşanan hadiselerden ziyade gönülde hissettirmeye çalışırlardı.

Bayramiye kasideleri de işte o hassasiyetin tezahürü idi.

***

“Gûşuma çalınsa ol kûs-ı beşâret subh-dem

Yani îd olsa gelüp dîdâra nevbet subh-dem

Sûre-i Feth okuyup üstine üfürse sabâ

Açılup dergâh-ı şâh itse kerâmet subh-dem

Mihr ile meh meş’al-efrûz-ı der dîvân olup

Âyet-i Nûr u Duhân itse kıra’et subh-dem”

Nevî, Sultan Mehmed Han için yazmış bu bayramiyeyi de.

Nesib bölümünde zaman olarak seher vaktini, tasvir tablosu olarak da kanı hatırlatan kırmızı renkli fecir manzaralarını seçerek bu bayramın ‘îd-i adhâ’ denilen Kurban Bayramı olduğunu ima etmiş.

Bunu yaparken insanların bayrama bakışlarını, o kudsî zamanın feyzinden bekledikleri mânevî füyuzâtı, Kur’ânî, imanî tereşşuhâtı ve cemiyetin âdet hâline getirdiği hareketleri anlatmayı da ihmal etmemiş.

Meselâ yukarıdaki beyitlerde sabahleyin bayramın geldiğini müjdeleyen davul seslerini duyduğunda, bunun aynı zamanda dîdârı ziyaret edip onunla bayramlaşma vakti olduğunu hatırladığını ve ruhunu bayram içinde ayrı bir bayram mutluluğunun daha sardığını ifade etmiş.

İnsanların yaşadığı bayramların aynı zamanda mevcudatın da bayramı olduğunu düşünen Şair, sabah yelinin Fetih Sûresini okuyup dîdârın üzerine üfleyerek o şahın dergâhının kapısının kerâmetvârî bir şekilde açılmasını sağlamasını istemiş.

Ardından güneşin, ayın ve diğer semavî cisimlerin; Nûr ve Duhan Sûrelerinden âyetler okuyarak divanı, yani bayram yeri olarak düşündüğü bütün âlemi aydınlatan birer meş’ale olmasını arzu etmiş.

Eskiden bütün bayramlaşmalarda, bayramlık hediyelerinde, bayramiye manzumelerinde san’at inceliğinin yanı sıra mânâ derinliğine ve teâmüllere riâyet edildiğinden Şair de şiirinde san’atlı, âhenkli, akıcı bir dil kullanmaya itina göstermiş.

Zaman olarak sabahın seher vaktini, muhabere vasıtası olarak da sabah rüzgârını seçerek, sultanın bayramını ilk tebrik eden yakınlarından biri olmak istediğini ima etmiş.

Bâd-ı sabânın, bayramlaşma faslında manzumenin muhtevasına mânâ derinliği kazandıran Kur’ân âyetlerini okumasını isteyerek bedii hisleri bayram hazzı ve fecir tazeliği ile canlandırmaya çalışmış.

Çünkü bir bayram sabahı böyle san’atlı, âhenkli ve manidâr hitaplara muhatap olan kişilerin de sıfatı, seviyesi ne olursa olsun en az söyleyenler kadar san’attan, edebiyattan anlayan ve gerektiğinde ayniyle mukabele edebilen zevk-i selim sahibi insanlar olduğunun farkındaymış.

Şimdi öyle şairler de yok, böyle bayramiyeler yazılacak muhataplar da.

Gerçi sizler varsınız ve her biriniz böyle manzum, mensur nice bayramiyeler yazılmaya lâyıksınız. Fakat ne yazık ki bizde pek şairlik yok.

Onun için Kurban Bayramınızı tebrik etmek niyetiyle, edebiyatımızın bütün bayramiye kasideleri yerine Nevî’nin beyitlerini size ithaf ediyorum.

“Mübârek eylesün Mevlâ sanâ bu îd-i kurbanı

Dahı devründe böyle îd-i kurbân sad hezâr olsun

Sana kurbân olan sürsün safâ-yı kebş-i İsmaîl

Cenâbun Merve’si erbâb-ı hâcâta medâr olsun”

31.12.2006

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (24.12.2006) - “Ankara’nın sisli yamaçları”

  (17.12.2006) - Ay yükseldiği yerde parlar

  (10.12.2006) - İmam-ı Rabbânî’nin hatırasına

  (03.12.2006) - Bir sürgün yeri

  (26.11.2006) - Öğretmenler Günü komedisi

  (19.11.2006) - İstanbul’un hazireleri

  (12.11.2006) - Ebedî yaşama iştiyakı

  (05.11.2006) - Bir şairin çocukluk yılları

  (29.10.2006) - Taştaki tekâmül temayülü

  (22.10.2006) - Bayram sabahları

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Metin KARABAŞOĞLU

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahaddin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  Ümit ŞİMŞEK

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri

Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004