Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 13 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 


Şaban DÖĞEN

Peygambere saygı



Sahabede görülmedik derecede Resûlullah sevgisi ve saygısı vardı. Hudeybiye’de müşrik elçisinin itirafı şuydu: “Ben nice kral ve hükümdarlara gittim. Hiçbirinin etbâının, Hz. Muhammed’e etbâının gösterdiği saygı kadar saygı gösterdiğini görmedim.”

Sabit bin Kays, Hucurat Sûresi’nin “Ey iman edenler! Peygamberden daha yüksek sesle konuşmayın. Birbirinizle yüksek sesle konuştuğunuz gibi onunla da öyle konuşmayın ki farkında olmaksızın ameliniz boşa gitmesin” meâlindeki 2. âyeti inzâl olunca, evine kapanıp dışarı çıkmaz olmuştu. Uzun süre görünmeyince, Resûlullah araştırdı, adam gönderdi, görünmemesinin sebebini sordurdu. Sabit bin Kays şöyle dedi: “Mahvoldum ben. Çünkü ben Resûlullah’ın huzurunda yüksek sesle konuşurum. Amellerim hebâ olup Cehenneme gitmekten korkuyorum.”

Sabit bin Kays’ın sesi gürdü. Gelen âyetin kendisiyle ilgili olarak geldiğini zannedip, üzüntü ve korkusundan evine kapanmıştı. Oysa sesi fıtraten gürdü. Yapabileceği birşey yoktu. Özellikle sesini yükseltmiyordu da. Ancak münafıklar vardı ki, Resûlullah’ın (asm) sözü anlaşılmasın diye kast-ı mahsusla yüksek sesle konuşuyor, Resûlullah’ın (asm) sözlerini bastırmak istiyorlardı. Sabit bin Kays ise halis, sadık bir Müslümandı. Allah Resûlü (asm) onun bu endişesini duyduğu zaman, rahatlatıcı şu haberi gönderdi: “Sen âyet-i kerimede söylenenlerden değilsin. Sen iyi bir hayat sürmektesin. İyi bir şekilde öleceksin ve Allah seni Cennetine koyacak.”

Gerçekten bu sadık insan güzel bir hayat sürmüş, Müseylemetü’l-Kezzab’ın öldürüldüğü savaşta şehit düşmüştü.

Onun, şık giyinmeyi ve daima önde bulunmayı isteyen bir kimse olduğunu da biliyoruz. “Şüphesiz Allah kibirlenip gururlananları ve övünenleri sevmez” (Lokman Sûresi) âyeti nâzil olunca da korkup titrediğni, sonra Resûlullah’ın (asm) benzer tesellileriyle rahatladığını, gurur ve fahre girmemek kaydıyla güzel giyinmenin günah olmayacağını, aksine tahdis-i nimet olduğunu öğrenmişti. Kişi imkân ve kabiliyetleri ölçüsünde giyinecek, yiyip içecek ama şükrü elden bırakmayacaktı.

13.07.2007

E-Posta: [email protected]




Halil USLU

Kırşehir de çok renkli geçti



Türkiye her geçen gün her şekliyle yeniliklere, inkişaflara gitmektedir. Nüfusunun süratle inkişafı her cihetle yeni gelişmelere ve müşterek çalışmalara mecbur kılmaktadır. Dünyanın münevver insanları bir masanın etrafında toplanmanın hazzını duyarken, bizim Kırşehirli eğitimciler ve yüksek okullarından mezun olanlar her yıl geleneksel olarak yaptıkları piknik toplantılarını, her şekliyle kullanıma elverişli olan Kırşehir Dinekbağı Güzler Parkı’nda geçtiğimiz hafta tekrar deruhte ettiler. Bizi de misafir yazar ve konuşmacı olarak dâvet ettiler.

Makalemin başında “Kırşehir çok renkli geçti” dememin bir çok mânâsından bir kaçı şöyle:

22 Temmuz seçimleri için her partinin milletvekili adayları, mezkûr piknik alanlarına gelip bütün toplulukları ziyaret ederek kendilerini takdim ediyor, fikirlerini beyan ediyor ve rey talep ediyorlar. Bunlardan bir tanesi DP teşkilâtıydı. Kırşehir il başkanı başkanlığında, eski bakanlardan DP 1. sıra milletvekili adayı Prof. Dr. Ramazan Mirzaoğlu ve şair ve eğitimci DP 2. sıra adayı Bilal Işıklı ve diğer yöneticiler iştirak ettiler.

Kendilerine takdim konuşmaları için söz hakkı verdik. Hem bayanlara ve hem de beylere ayrılan kesimlerde mikrofon ve hoparlör teşkilâtı münasebetiyle, her iki aday da geniş topluluğa hitap ettiler. Kendilerini gayet şevkli ve moralli gördük. Akabinde program gereği şahsımızın “Risâle-i Nurlardan kesintiler” başlıklı sunduğumuz sohbeti dinleyerek ayrıldılar. Ayrılırken kendilerine hitaben dedim ki: “Türkiye’de 200 barajın ve 3 bin göletin üstündeki mührün yüzde 85’i şanlı kıratındır, yani demokrat misyonundur. Elbette barajı yapanlar barajın altında kalamazlar, Türkiye’de DP misyonunun kemikleşmiş yüzde 9’luk çekirdek kadrosu vardır. Artık bizimle beraber sizler bunu daha yukarılara çıkarmanın şevkini gösteriniz. Sizlerin burada fazla oturması doğru değil. 45 bin köyün, 3250 belediyeliğin ve 924 ilçenin hepsinde sizlerin ayak izleri olmalıdır.” Ve Zumer Sûresi 53’üncü âyeti de okuyarak, Hz. Bediüzzaman’ın nasıl bir demokrat vatanperver olduğunu söyleyerek kendilerini alkışlarla yolcu ettik...

Pikniğin bir gün öncesi de Kırşehir Demokrat gençlerine “demokrat misyonun mazisi ve kuruluş sebepleri, ezanın aslına nasıl çevrildiği, imam-hatip okullarının nasıl açıldığı, fikir hürriyetinin ne olduğu, ihtilâllerin açtığı yara, merhum Menderes’in ve arkadaşlarının idamı, seçim döneminde iç kavgaların yapılmaması ve bu partiye hizmet etmiş liderlerin aleyhinde asla konuşulmaması, ümitsizliğin yasaklanması, panel seminer ve konferansların daima yapılması, Menderes gecelerinin yapılması ve emsâli sosyal faaliyetlerin hayata geçmesi ve sandığa giden milyonlarca gencin neresinde olunduğu” gibi konular üzerinde hukukçu Ömer Peker Beyle birlikte konuştuk.

Aynı günde diğer bir faaliyet de; Yeni Asya gazetesinin Kırşehir temsilcisi N. Ceylan ve tüccar İ. Sulubulut’un evlâtlarının düğünleri idi. Meğer Kırşehir’de kız evi de, oğlan evi de yemek veriyor, sonra kına gecesi yapıyorlarmış. Çok yoğun ilginin olduğu bu düğünde sohbetlerimiz ve duâlarımız oldu. Evlenen genç kardeşlerimize iman ve vatan hizmetinde daimî saadetler niyaz ediyoruz.

Bu güzel ve anlamlı pikniğin bir bölümünde Yeni Asya gazetesinin Sivas, Kayseri ve Kırşehir illerinin bölge istişaresi de deruhte edildi. Ayrıca eğitimci arkadaşlar yeni ufuklar ve çağı yakalamak için ayrı bir gündemde dertlerini ve sorunlarını paylaştılar. Pikniğe iştirak çoktu. Ankara’dan, Yerköy’den, Kırıkkale’den, Kayseri’den, Aksaray’dan, Sivas’tan, Yozgat’tan, Kırşehir’den, Ortaköy’den ailece katılanlar oldu. Çok görkemli ve çok verimli geçti.

Emeği geçen arkadaşların hepsini saymak mümkün değil, hepsi bir değer. Başta Cemalettin, Şahin, Necati, Hikmet, Ercan, Remzi, Zeki, Osman ve Mehmet Beyler olmak üzere bütün ağabey ve kardeşlerimizi, bütün iştirakçiler adına gönülden tebrik ediyorum, müstesna bir güne vesile oldular. Kendilerini ayakta alkışlıyorum. İnanıyorum aziz Türkiye’mizin bütün beldelerinde, bilhassa bu ayda bu nev'î piknikler yapılmalı ve yapılmaktadır.

13.07.2007

E-Posta: [email protected]




Raşit YÜCEL

Zübeyir Gündüzalp’i okudunuz mu?



Yıllardır onun ismini hayır ile yâd ederim.

Onu tanıyan, onunla yaşayan, onun ile konuşan nice insanlar ile ben de konuştum. Onunla ilgili yazılan kitapları ve çıkan makaleleri hep okudum.

Onunla vicâhen görüşmek nasip olmadı.

Ona hayran ve yanında uzun yıllar bulunan merhum ‘Baba Sadık’ lâkaplı, aslen Tosyalı, fakat uzun yıllar Çorum’da hayatını devam ettiren Sadık Büyükkaragöz ağabeyimden uzun yıllar Zübeyir Ağabey ile geçen hatıralarını dinlemiştim.

Necmeddin Şahiner’in kitabında Zübeyir Ağabey ile bir gazetedeki resminde bulunan Sadık Ağabey, gazete muhabirinin sorusuna ve sorgulama esnasında ‘Ben Bediüzzaman’ın korumasıyım’ diyerek büyük bir cesaret örneği gösterdiği, kitaba alınmış.

Ve uzun yıllar Mehmet Kutlular Ağabey’den Zübeyir Ağabey ile ilgili hatıralar dinledim.

Onun farklı ve üstün fedakârlıklar ile geçen ömrünü romanlaştırmanın büyük bir hizmet olacağını hep anlatmıştım değerli romancımız İslâm Yaşar’a. O da her seferinde bu işi bana havale etmişti.

Şimdi İbrahim Kaygusuz kardeşimin kaleme aldığı ‘Nurun Sadık Kahramanı Zübeyir Gündüzalp’ kitabını okuyorum. Mehmet Kutlular Ağabey’in, Oğuz Umurca ve Ali Toker Ağabey’in yönlendirmesi ile meydana çıkan bu eser, hakikaten Zübeyir Ağabey’in birçok bilinmeyen yönlerini meydana çıkarıyor.

Kendisini telefon ile arayıp gönülden tebrik ettim.

Zübeyir Ağabeyin metanetine hayran kalırken, kendimiz de bundan büyük dersler çıkarıyoruz. Üstadımızı daha iyi anlama imkânı buluyoruz.

O, nurun halis bir kumandanı, Sadık Ağabey’imin tâbiri ile bir ‘kurmayı’dır.

Risâle-i Nur hizmetinin sistemleşip ülkemize ve bütün dünyaya duyurulmasında, onun yıllar boyunca büyük bir titizlik içinde hizmet fedailerini yönlendirmesi, göz ile görünen bir gerçektir.

Bu bakımdan siz değerli okuyucularımız, Zübeyir Ağabey’in hayatını bir kere değil, her yıl bir defa okuyunuz. Görünüz hayat ne imiş, hizmet ne imiş, fedakârlık ne imiş...

Emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.

13.07.2007

E-Posta: [email protected]




Kazım GÜLEÇYÜZ

Statüko ve AKP



Genelkurmay’ın 27 Nisan bildirisi ve akabinde Anayasa Mahkemesinin 367 kararı, Türkiye’nin bir kez daha siyaseti devredışı bırakıp ülke yönetimini bürokratik oligarşiye teslim eden bir sürece girdiği kaygılarına yol açmıştı.

Ancak Meclisin, parlamentoda temsil edilen bütün partilerin mutabakatıyla 22 Temmuz’da seçime gitme kararı alması, eğer işin arkaplanında böyle niyetler varsa, onların önünü kesti.

27 Nisan sürecinin en sıcak anlarının yaşandığı bir konjonktürde, hukuku ve yerleşik teamülleri hiçe sayarak 367 kararını vermiş olan Anayasa Mahkemesinin, bilâhare cumhurbaşkanını halkın seçmesini öngören anayasa paketi için CHP ile Sezer’in yaptığı iptal başvurularını reddetmesinde bunun önemli bir payı olsa gerek.

Genelkurmay’ın 27 Nisan sonrasındaki tavrının tedricî bir itidal çizgisine yönelmesinde de.

Gerçi asker 8 Haziran gecesi de teröre karşı “kitlesel refleks” çağrısı yapan bir e-bildiri yayınladı. Ama bu ifadenin farklı yorum ve eleştirilere konu olması üzerine, kastının şiddet içermeyen ve demokratik kurallara uygun eylemler olduğu yönünde bir tavzih açıklaması yapma gereği duydu. Ve bu, askerde görmeye pek alışık olmadığımız bir değişikliğin habercisiydi.

Şimdiye kadar yapıcı ve iyiniyetli değerlendirmelere dahi “kasıtlı ve yıpratma amaçlı” yaftası vurarak sert tepki gösterdiği bilinen asker, galiba eleştirilere kulak verip, haklı bulduklarının gereğini yapma noktasına yaklaşmaya başlıyor.

Öte yandan, kurumlardaki bu olumlu değişiklik sinyallerinde, erken seçim kararının da ötesinde, bilhassa AB sürecinde elde edilen demokratik kazanımların ve bunlarla bağlantılı olarak kamuoyunda gelişen demokrasi bilincinin rolü de çok önemli.

Gelinen noktada Türkiye’nin, 28 Şubat’ta olduğu gibi, hayatın tüm alanlarını kuşatma amaçlı toplum mühendisliği projelerinin uygulanacağı uzun soluklu süreçleri taşıması çok zor.

Ki, 28 Şubat bile aradan on yıl geçmesine rağmen, din eğitimine vurduğu darbeler ve başörtüsü yasağı haricinde, hedeflerinin çoğuna ulaşamadı. Ulaşması da artık mümkün değil.

Bu itibarla, kendi açısından “durumu muhafaza” konumunda iyice sıkışmış olan statükonun, “nokta atışları”yla geçici “savuşturma” ve “rahatlama”lardan öte yapabileceği birşey yok.

Nitekim “27 Nisan bildirisinin amacı cumhurbaşkanlığına istenmeyen birini çıkartmamaktı. Başarıldı ve asker tekrar kriz öncesi sınırlarına çekildi” yorumu bir cihetiyle bunu ifade ediyor.

Laiklik mitinglerinin arkası gelmezken, Genelkurmay’ca yapılıp ertesi gün tavzih edilen “kitlesel refleks” çağrısına rağmen teröre lânet mitinglerinin düşük profilde gerçekleşmesi ve Anayasa Mahkemesindeki tavır değişikliği de.

Bu demektir ki, sırtında kendisini zora sokacak kamburları olmayan ve demokratlıkta samimî bir siyasî irade, Türkiye’de birçok şeyi fazla zorlanmadan, olumlu anlamda değiştirebilir.

İşte AKP’nin handikapı burada. Hâlâ geçmişinden gelen kamburları var. Bunlardan kurtulduğunu ispatlamak için herşeyi yapıyor, her türlü tavizi veriyor, ama yine inandırıcı olamıyor.

Verdiği tavizler ise, iyice çaptan düşen ve tâkatsiz kalan statükoya can verip ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramıyor. Maalesef...

13.07.2007

E-Posta: [email protected]




Faruk ÇAKIR

Neticeleri iyi okumak gerek



Hafta başında, ortaöğretim öğrencilerinin ‘lise’lere girmek için yarıştıkları OKS sınavının sonuçları açıklanmıştı. Dün de lise mezunlarının ‘üniversite’ye girmek için yarıştıkları ÖSS sonuçları açıklandı. Her iki netice de eğitim sisteminin sıkıntılarının devam ettiğini ortaya koyuyor.

İsterseniz, son sözü en başta hatırlatalım: Mevcut durum, sadece bir kişi ya da bir iktidarın problemi değildir. Baştan beri, eğitim sisteminde yaşanan ‘hastalık’ için konulan ‘teşhis’in yanlış olduğunu görmek lâzım. Hemen her yıl, bozulma artarak devam ediyor ve bu gidişle de düzelme ihtimali azalıyor. Çünkü, ‘hastalık’ yanlış teşhisle tedavi edilmeye çalışılıyor...

Ortaöğretim Kurumları Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Sınavı (OKS) sonucunda 27 bin öğrencinin belirlenen ‘barajı’ aşamadığı ve bu sebeple puanlarının hesaplanmadığı açıklanmıştı. (Yeni Asya, 10 Temmuz 2007) Üniversite imtihanı sonrası yapılan açıklamada ÖSS’de de durumun iç açıcı olmadığı görüldü. ÖSYM Başkanı Prof. Dr. Ünal Yarımağan, üniversite giriş imtihanında ‘sıfır’ alan öğrenci sayısının 47 bin olduğunu ifade etti. (AA, 12 Temmuz 2007)

Eğitim noktasında iyiye doğru gidişin olmadığını gösteren bir rakam daha var: Geçen yılkı ÖSS imtihanında ‘sıfır’ alan öğrenci sayısı 27 bin civarındaymış. Bu yıl ‘sıfır’ alan öğrenci sayısı ise neredeyse yüzde yüz artmış.

Tabiî ki sadece ‘sıfır’ alanları göz önüne alarak eğitim sistemini değerlendirmek doğru olmaz. Ancak, herhangi bir lise mezunu ya da ortaöğretim okulu mezunu öğrencinin ‘bir’ soruya bile doğru cevap veremiyor olması başlı başına bir problem değil midir?

ÖSYM Başkanı ayrıca, sınavda ‘ortalama başarı’nın geçen yıllara göre daha yüksek olduğunu söylemiş ve ‘’Bunda bir ölçüde bizim soruları biraz kolaylaştırmamızın etkisi oldu’’ demiş. Soruları kolaylaştırarak ulaşılan ‘başarı’ gerçek başarı mıdır, onu da eğitimciler tartışsın...

Maksadımız kimseyi suçlamak değil. Başarı ya da başarısızlık, en başta veliler olmak üzere bütün eğitim camiasına aittir. Milletin arzusu, ortaya çıkan bu neticelerin doğru değerlendirilmesi ve kangren halini alan sisteme kalıcı çarelerin üretilmesidir. Gerek OKS ve gerekse ÖSS neticeleri doğru dürüst tartışılmaz ve sistem masaya yatırılmazsa, geçen zaman zarfında sadece ‘sıfır’ alan öğrencilerin sayısı artar. ‘Sıfır’ alan öğrenci sayısının artması da her halde kimseyi memnun etmez.

ÖSS ve OKS sonuçlarını bir anlamda ‘seçim sandıkları’nın açılmış olması gibi de değerlendirebiliriz. Sırada 22 Temmuz seçimleri sonrası çıkacak olan ‘netice’ler var. Nasıl ki bu imtihanlarda bazı öğrenciler ‘sıfır’ aldı, muhtemelen bazı partiler de seçim sandığında ‘sıfır’ alacak.

Seçim sandığında ‘sıfır’ alacak olan parti ve adaylar da; eğitim sistemindeki ‘sıfır’lar gibi hayatın bir gerçeği. Öğrenciler ve veliler imtihan sonuçlarını, siyasî parti ve adaylar da seçim neticelerini doğru okumalı.

Şimdiden hatırlatalım istedik...

13.07.2007

E-Posta: [email protected]




Mustafa ÖZCAN

Referans sisteminin iptali



Tarih mahkemesi kurulsa ve önünde mürafaa olsalar; mahkeme Milli Görüş hareketini usulden, AKP anlayışını da esastan bozardı. Nitekim bendeniz iki veya üç yıl kadar önce bir makalemde Erbakan Hoca’nın hareketinin usul ve metod yönüyle hatalı olduğunu ama esasatta sağlam olduğunu buna mukabil vaktiyle Yenilikçi hareket olarak anılan AKP’nin esasatta kırılma yaşadığını söylemiştim. AKP usul yanlışından çarkederken esasatta bir kırılma yaşamıştır. Yani yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştur. Bu da ahengini ve dengesini bozmuştur. Ve onu diğer merkezi partilerden ayıran temel vasfı da budur. Çıkış noktasında kırılma var. Halbuki Menderes ve arkadaşlarının çıkış noktaları eksi değil artı. Dolayısıyla birincisinin (Erbakan Hoca) mahzuru iktidara gelememek ve kalamamak iken ikincisinin mahzuru ise referans sistemiyle oynayarak değerler yargısında velvele ve belbeleye neden olmasıdır. Bu da kendisini savurduğu gibi kitleleri de dönüştürmüş ve alabora etmiştir. Gerçekten de her ne kadar AKP esasatta ricat etse de halk kitleleri bunun farkında değildir ve bunu içselleştirmektedir. Gelinen esasta ve temelde kırılmayı doğru kabul etmektedir. Bu kırılmaya rağmen işin farkında olmadığından AKP’yi referans almaktadır. Dindarlığının istikameti görmektedir. Halbuki AKP referans sistemini iptal etmiştir. Kendisi de bu misyondan istifa etmiştir. Bu durumda halk kitleleri referans olmayan bir referansa yapışmakta ve tabi olmaktadır. Bu da dini hayatlarına yansımaktadır. Bu da müteselsilen içtimai dejenerasyona hizmet etmektedir. Bu açıdan, AKP anlayışı dindarlar için gizli tehlikedir. Belki devrimci çizgi de kendisi açısından AKP’yi böyle görmektedir; kabul, ama onlarınkisi paranoya ve onun da ötesinde bir kadro kavgasıdır. Evrimci yapı ile devrimci yapının mevkii ve mevzii kavgasıdır. Dindar kesimler AKP anlayışının nasıl bir tehlike olduğunu görmüyor veya göremiyorlar. Halbuki dışarıdan bakanlar ve objektif gözlemciler bunu farketmekte gecikmiyorlar. AKP’nin esasatı terkettiği yönündeki tesbitimiz Baskın Oran gibiler tarafından da değişik ifadelerle tasdik ve teyid edilmekte ve paylaşılmaktadır.

***

Neşe Düzel’in ‘Sizce şeriat tehlikesi var mı?’ meyanındaki bir sorusuna hiçbir istibasa ve karışıklığa meydan vermeden Baskın Oran şu cevabı yapıştırmaktadır: “Hayır, şeriat tehlikesi yok. Çünkü bu adamlar artık şeriatçı değiller. Bu adamlar artık küçük burjuva. Şu anki kavganın dinle ilgisi yok. Bu kavga, küçük burjuvaların kavgası. Bu kavga, bir zamanlar ‘Anadolu sermayesi’ denilen kasaba eşrafının artık küçük burjuvalaşarak, 1930’lardan beri ülkeyi yöneten yerleşik ve eski seçkinlerin karşısına ‘yeni bir elit’ olarak çıkması sonucunda meydana geldi. Bakın... Küçük burjuvazi bir sınıf değildir, bir tabakadır. Ve, ikiye ayrılır. Okumuş kanadına ‘aydın’, okumamış kanadına ‘esnaf’ denir. Gerçi esnaf daha sonra üniversite mezunu olabilir ama ticaret yaptığı için o esnaftır. Bugüne kadar aydın kanat iktidara hâkimdi. Şimdi esnaf gelip iktidara ortak olmak isteyince korkuluyor. Çünkü esnaf, kasabanın ortamını, ‘İslam’ı ve muhafazakârlığı’ sırtında taşıyor. Halbuki o İslam artık ehlileşti. Çünkü burjuvaziye katıldığında esnafın artık tek kuralı kârını maksimize etmektir...”

Bunun üzerine Neşe Hanım kaygılarını soru kipinde şöyle soruyor: “Peki şeriat tehlikesi yok, ılımlı İslam tehlikesi de mi yok? Hayatın son derece muhafazakârlaştırılması, bu muhafazakâr baskının güçlenmesi tehlikesi yok mu?” Aldığı cevap yine aynı doğrultuda: “Bu, potansiyel bir tehlike değil. Bu, şu anki mevcut durum. Kasabalarda ve büyük kentlerin kenarında cemaat baskısı tabii ki yaşanıyor. Fakat bu, gün geçtikçe artmayacak. Bu insanlar sınıf olarak yükseldikçe, cemaat baskısı azalacak. Ne varki, onların sınıf olarak yükselmesi, kitlelerin korkusunu artırıyor. Oysa bu muhafazakârlık tırmandığı kadar tırmandı artık. Bu insanlar aynı zamanda sınıf merdivenlerinde de tırmanıyorlar. Bunların çocukları artık İslamı referans almayacak. Ayrıca yönetime dahil olmak da bu kesimleri ehlileştiriyor. Korkmamak lazım. İnsanlar, ‘Laiklik elden gidiyor’ derken, cemaatin bireyi mahvetmesine karşı çıktıklarını gösteriyorlar ama, devletin bireyi mahvetmesine de karşı çıkmalılar. ‘Laikliği gerekirse ordu korur’ diyerek, devletin bireyi mahvetmesinin önünü açtıklarını görmeliler. Hem cemaat hem de devlet baskısına karşı mücadele etmeliler...”

***

‘Bunların çocukları İslamı referans almayacak’ ifadesi korkunç bir tespit. Bu da AKP’nin geleceğimizi mahvetme istidadında olduğunun bir resmidir. Dindar kitlelerin önündeki gizli ve derin tehlike budur. Birileri rüyalarımıza paranga ve gem vururken birileri de rüyalarımızı sulandırıyor ve unutturuyorlar. Bu muhafazakârlık anlayışı muhafazakârlığı sıfırlayan ve referans taleplerini öteleyen bir anlayıştır. Netice itibarıyla, AKP belki muvakkat bir araç olarak bir dönem zaruretin adresiydi. Ama sonuçta bir çıkmaz sokaktır. Ona destek vermek, çıkmaz sokaktaki yolu ve sistemin ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. En iyisi hem evrimci hem de devrimci kavgadan ilelebed kurtulmaktır. Akibeti, ya onu anlamayan hamakat içindeki devrimci kitleler tarafından kırılmak ya da evrimci olarak ANAP’ın kaderini paylaşarak çözülüp milletimizin ufkundan uful edip gitmektir. Milletin yakasından düşmektir.

13.07.2007

E-Posta: [email protected]




Davut ŞAHİN

“Uzlaşma”



Siyaset kazanı fokur fokur kaynıyor.

Seçimler, cumhurbaşkanlığını etkileyecek gibi... Bu yüzden Çankaya tartışmaları meydanlara taşındı.

Bu günlerde “uzlaşma” kelimesi anahtar rol oynuyor.

Uzlaşma bana bir film adını hatırlattı.

Hani, Abdi İpekçi suikastı üzerine yapılan film... (1991).

Yönetmen Oğuzhan Tercan’ın ilk filmiydi bu. İpekçi olayını kendi üslûbuyla anlatmış, neticede “sağ/sol” çatışmasını gündeme taşıyordu.

Gariptir; şimdi MHP ve CHP’nin el ele tutuşup istikbalde “koalisyon” hesapları yaptığı günleri konuşuyoruz. Cumhuriyet’ten İlhan Selçuk “işkencecilerle” el ele vermenin “yurtseverliğin” gereği sayıyor.

Nereden nereye?

Dünya mı tersine döndü, yoksa “su mecrasını mı buluyor” diye düşünmeden edemiyoruz.

Uzlaşma filminde Halil Ergün ve şimdi CHP saflarında yer alan Berhan Şimşek başrolleri paylaşıyordu. Filmin müziğini yanlış hatırlamıyorsam Zülfü Livaneli üstlenmişti.

Görünen o ki; hem Cumhurbaşkanlığı meselesinde, hem de hükümet seçimlerinde sağ (MHP) ile sol (CHP) “uz”laştı.

Öte yandan, atv’de geçen hafta sezon finalini ekrana getiren “Hatırla Sevgili” dizisinde bile “sağ-sol” çatışması “soft” verdi... Neredeyse sağ gençler ve sol gençler arasında bile “uzlaşma” havası vardı.

“HAYATIMIZ SINAV”

“Hayatımız Sınav” TRT’nin vazgeçilmez yapımlarından. Farkındayım yetişkinler izlemiyor ama gençlerin özellikle üniversite gençliğin ilgi alanında.

Tercih döneminde gençlere yardımcı olan ve eğitimci Cihat Şener tarafından hazırlanan programın, ekranda uzun süre yayın yaptığını biliyor muydunuz?

Özel kanallar gençlere “Bodrum” soslu magazin haberleri vereceğine, eğitime destek veren türde yayın yapsa ne olur?

DAHA KAÇ KURBAN LÂZIM?

Bu kadar tartışma yaşandı, kurban verildi. Sanki şöhretin getirdiği acı sonuç hiç yaşanmamış gibi Biri Bizi Gözetliyor’un yeniden ekrana döneceği haberi geldi.

Şimdiden başvuru için “form doldurun” çağrısı yapılıyor (Show TV).

Demek ki, ekranlar “kan”a ve “can”a susadı... “Yeni kurbanlar” istiyor.

Öte yanda, Samanyolu TV’de “Geride Kalanlar” programında şöhretin acı sonucu tekrar hatırlatıldı. “Gelinim Olur Musun?” yarışma programından sonra şöhret olan ve bunun bedelini hayatıyla ödeyen Ata Türk’ün ölümü ekrana geldi.

Biri Bizi Gözetliyor, Gelinim Olur Musun gibi “can” alan yarışma programları son bulsun.

13.07.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri



 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004