Mevlânâ’nın hayatında Birinci ve İkinci Mevlânâ dönemi vardır. Bediüzzaman’da ise Birinci ve İkinci Said dönemi vardır. Geçiş dönemi her iki hakikat erinde de 40 yaşları civarında bulunmaktadır.
Bediüzzaman diyor ki:
“Kardeşlerim,
“Kalbime ihtâr edildi ki; nasıl ki, Mesnevî-i Şerif, şems-i Kur’ân’dan tezâhür eden yedi hakikattan bir hakikatin aynası olmuş, kudsî bir şerâfet almış; Mevlevîlerden başka daha çok ehl-i kalbin lâyemut bir mürşidi olmuş. Öyle de, Risâle-i Nur, şems-i Kur’âniyenin ziyâsındaki elvân-ı seb’ayı ve o güneşteki renk renk, çeşit çeşit yedi nûru birden aynasında temessül ettirdiğinden—inşaallah—yedi cihetle şerîf ve kudsî ve yedi Mesnevî kadar ehl-i hakikata bâkî bir rehber ve bir mürşid olacak.”23
Kur’ân-ı Kerim yedi vecihle mucizedir.
Bu vecihler:
1. Lâfzın fesahati ve belâgati,
2. Umur-u kevniyede gaybî esâsât ve İlâhî hakaikı beyan etmesi,
3. Lâfzında, mânâsında, ahkâmda, ilimde ve makasıtta mizan ve ölçülü olması,
4. Her asrın derece-i fehmine ve her tabakasına istidat ve kabiliyetlerine hitap etmesi,
5. Nakil ve hikâyâtında ihbâr-ı evvelîn, ahvâl-i âhirin, esrâr-ı cennet ve cehennemden görür gibi haber vermesi ve semâvî kitapların doğrularını tasdik ve yanlışlarını tashih etmesi.
6. İslâmiyet gibi bir dini, insanlığı iki cihan saadetine erdirecek şekilde tesis etmesi,
7. Bu altı esastan çıkan altı nurun imtizacı ile ortaya çıkan harikalık ve mükemmellik.24
Mesnevî, Kur’ân’ın “Temsilât-ı Kur’âniye” ile “Edeb ve Sevgi” yönünü nazara vermiştir.
Sadece kalb yönünü geliştirmeyi esas almıştır. Kur’ân’ın edebî yönünü nazara vermiş ve onunla bulunduğu asrı tenvir etmiştir. Bunun içindir ki Mevlânâ “Bî edeb mahrum başed ez lutf-i Rab” (Edebsiz Rabbinin lütfundan mahrum kalır) demiştir.
Risâle-i Nur ise, bütün bu yedi yönü ile Kur’ân’a âyine olmuştur. Bunun için Risâle-i Nur yedi Mesnevî kadar ehl-i hakikate bâkî bir rehber ve mürşit olmuştur.
Bediüzzaman İstanbul’da aklî ilimler ile meşgul olarak herkesin suâline cevap verecek bir tarzda bütün ilimlerde kendisini yetiştirdiği ve ulemanın ittifakla kendisine “Bediüzzaman” unvanını verdiği bir yüksek mertebede İmam-ı Rabbanî’nin kendisini gaybî bir tarzda “Tevhidi kıble et!” diyerek ikaz ettiğini duyar, hisseder ve anlar. Tevhid-i kıble ancak “Üstad-ı Hakikî olan Kur’ân”dır diyerek doğrudan Kur’âna yönelir.25
Mevlânâ da Konya’da aynı şekilde aklî ve naklî ilimlerde çok saygın ve yüksek bir mevkîde bulunduğu bir zamanda Şemsettin-i Tebrizî’nin ikazları ile Kur’ân-ı Kerim’in hakâikına yönelir ve dersini doğrudan Kur’ân’dan almaya başlar.
İmam-ı Gazali (ra), Mevlânâ Celâleddin-i Rumî(ra) ve İmam-ı Rabbânî (ra) ve Bediüzzaman (ra) kalb, ruh, akıl ve gözleri açık bir şekilde Kur’ân denizinde Kur’ân’ın dersi ve irşadı ile hakikate yol bulmuşlardır. Her birisi Tevhid hakikatinin bir meselesini alarak ders verirken Bediüzzaman Tevhidin bütün mertebelerini ders vermiştir.
Bediüzzaman İstanbul’da bulunduğu dönemde Mevlânâ (ra), İmam-ı Gazali (ra) ve İmam-ı Rabbani (ra) gibi akıl ve kalb ittifakı ile gittiği için önce her şeyden önce kalp ve ruhun yaralarını tedavi, nefsin evhamlardan kurtulmasına çalışıp “Mesnevî-i Şerif” gibi Mesnevî’ye benzer Arapça “Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şu’le, Lem’alar, Reşhalar ve Lasiyemalar” gibi risâleleri yazmıştır. Ancak Ankara’ya gelip Van’a gittikten ve sürgün ile Barla’ya geldikten sonra ise “dahilî nefs ve şeytanla mücadeleye bedel, hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalâlete giden ehl-i felsefeye karşı, Risâle-i Nur”u telif ederek doğrudan “imana hizmeti”ni esas almıştır. Böylece geniş ve küllî Mesnevîler hükmünde “Risâle-i Nur” ile, ömrünün sonuna kadar hizmetine devam etmiştir.26
—Son—
Dipnotlar:
23- Lem’alar, (2001-
İstanbul) s. 353
24- Sözler, Lemaat, 672–675
25- Mesnevi-i Nuriye, (1998-İstanbul) s. 10
26- Mesnevî-i Nuriye, s. 10
07.07.2007
E-Posta:
[email protected]
|