Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 07 Temmuz 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Habib FİDAN

Bir ölüm analizi



Ahmet Muhip Dıranas, “Uzaktadır her şey, hep... yalnız ölüm/Her yerde, her an yakınımız, ölüm” derken, çoğu zaman gaflet uykusu diyebileceğimiz bir düşüncede oluşumuzu ne güzel hatırlatıyor. Çünkü şâirin aksine, biz hayatı doyasıya yaşamaya, hep eğlenmeye veyahut dünya hırsına dalmışken, neredeyse kulak ardı ettiğimiz ölümün bizi ansızın ensemizden yakalayıvereceğini çoğu zaman unutuyoruz. Öyle ki, biz ya da yakınımız ölümle kucaklaştığında, inanılması zor bir durum gibi algılanıyor. Oysa ölüm kadar inandırıcı ve gerçek başka bir şey var mı? Hem de hayatın ta kendisi kadar inandırıcı ve gerçek…

Geçirdiği trafik kazası sonunda ölen şarkıcı Barış Akarsu’yla ilgili haberi ve dolayısıyla yaşananları TV ekranından izlerken, ister istemez söz konusu duygulara kapılıyor insan. Her ne kadar ölmeden önce, “O yaşayacak, buradan yaptığımız tezahüratları duyup sağlığına kavuşacak” sözleri ile ölümünden sonra, “Henüz gencecikti… Niye öldü? Bunca teknolojik araç neden onu hayata döndüremedi?” gibisinden sözler, ölümü karşılama kültürümüzden ne kadar uzaklaştığımızı gösterse de yine insanoğlunun, ne olursa olsun, ölüm karşısında çaresizliğini gösteriyordu. Ve bu çaresizlik, hemen her an bizi koynuna alıp götürecek ölüme hazırlık yapılması gerektiğinin de altını çiziyordu. Çünkü Bediüzzaman Said Nursî’nin deyimiyle, “Ölüm, o kadar kati ve zâhirdir ki, bu günün gecesi ve bu güzün kışı gelmesi gibi ölüm başımıza gelecek. Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapısı kapanmıyor, elbette bu ecel cellâdının elinden ve kabir haps-i münferidinden kurtulmak çaresi varsa, insanın en büyük ve her şeyin fevkinde bir endişesi, bir meselesi bu olmalıdır.” Velev çoğu insanlar bunu görmezden gelip anlamak istemeseler de…

Aslında dikkatli bir nazarla bu ölüm incelendiğinde, nice ibretlik olayların varlığı görülecektir. Evvela son yıllarda artan “şak şak”çılık kabilinden ölü alkışlayıcılığı bir son bulsa, iyi olacak. Özellikle ölüm döşeğinde bulunan birisi için en evvel önemli olan duâ iken, tezahüratta bulunulması akıl kârı değildir. Ayrıca toprağa verilmeden önce kendisi için yapılacak Kur’ân okumalar, duâlar ve benzeri aktiviteler ağırlıkta olması gerekirken, tutup sahilde şarkı söylemek kadar bir biri içinde tezat teşkil eden bir davranış modeli var mıdır? Bu davranış, bana yıllar önce ölen Barış Manço’nun mezarı başında söylenen şarkıları hatırlattı. Oysa bizim mezar ve ölüm kültürümüzde öyle bir şey yoktu. Hatta ve hatta, Cem Karaca bu ve benzeri davranışlardan olacak, “Beni tekbirlerle defnedin” gibi bir vasiyette bulunmuştu. Bazen her türlü kültürel dokumuz tahrip olduğu gibi, dinî duyguların inkâr edilemediği ortak paydalardan olan ölümle ilgili kült ve motiflerimizin de bilinçli bir şekilde dünyevîleştirildiği hissine kapılmıyor değilim…

Barış Akarsu’nun trafik kazası sonucu ölümü, popüler insanın ölürken daha bir değerli olduğu gerçeğini de gözler önüne serdi. Çünkü Barış Akarsu’yla birlikte iki kız da ölmesine rağmen, basit bir şeymiş gibi geçiştirilmesi; insanların, ölen insana göre ölüme anlam verdiğini de gösteriyor. Nitekim feci kazaya kadar daha önce de kaza olmasına rağmen, Torba Kavşağı bu denli protesto edilmemişti. Bununla birlikte, meselâ Akarsu’nun kaza haberi sırasında bir evden 7 kişinin kaza sonucu öldüğü haberi bu denli hüzünlü bir şekilde verilmezken, Barış Akarsu’nun kaza ve ölüm haberi çokça yer kapladı. Demek ölümün bu yüzü de var… Ve bence ölümün biçim değiştiren bu yüzüne göre kamuoyu tarafından bir tutum sergileniyor.

Her şey bir yana, ölüm kime uğrarsa uğrasın; değişmiyor. Ve alıp götürüyor sonsuzluğa. İster zengin, ister fakir; ister ünlü, ister ünsüz olsun; Bediüzzaman’ın, “Madem ölüm öldürülmüyor ve kabir kapanmıyor ve dünya misafirhanesinde yolcular gayet sür’at ve telâşla, kafile kafile arkasında toprak arkasına girip kayboluyorlar; elbette pek yakında birbirimizden ayrılacağız” şeklinde ifade ettiği hakikatle çalıyor her kapıyı. Tipik Cahit Sıtkı’nın, “N’eylersin, ölüm herkesin başında/Uyudun uyanamadın olacak/Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?/Bir namazlık saltanatın olacak/ Taht misali o musalla taşında” dediği gibi…

07.07.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (30.06.2007) - Kitle(sel)leşmek üzerine düşünceler...

  (23.06.2007) - Bir kıvrımlık “s”dir hayat

  (02.06.2007) - Fetihten arta kalan düşünceler

  (26.05.2007) - Keşkeli cümleler kuruyorum, gözlerim kapalı

  (12.05.2007) - Yunusvârî nazarlara ihtiyaç var

  (05.05.2007) - Dilimize bayram ola(mı)

  (28.04.2007) - Hayatımız formalite

  (21.04.2007) - Anlatılmalı, anlaşılmalı, yaşanmalı...

  (14.04.2007) - Kutlu olsun!

  (18.02.2007) - Edebiyat, günlük dile başkaldırıdır

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN


 Son Dakika Haberleri
Kadın ve Aile Dergisi Çocuk Dergisi Gençlik Dergisi Fikir Dergisi
Ana Sayfa | Dünya | Haberler | Görüş | Lahika | Basından Seçmeler | Yazarlar
Copyright YeniAsya 2004