Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 02 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Mustafa ÖZCAN

İttihatçılardan ulusalcılara...



Kürtçülük meselesi aslında Fransız Devriminin günümüze yansıyan akislerinden ve türevlerinden birisidir. Fransız Devrimi birkaç gelişmeyi tetiklemiştir. Birincisi, modernizm, ikincisi de, merkeziyetçiliktir. Modernizm içinde laiklik ve dine yabancılaşma da barındırmıştır. Klasik yapıyı darmadağın etmiş ve imparatorlukları çözmüş ve millî devletçikler dönemini açmıştır. Dine yabancılaşma olduğu nisbette din dışı ideolojiler; önce milliyetçilik sonra da komünizm şeklinde zuhura gelmiştir.

Fransız Devrimi modern bir Babil Kulesinin yıkılışıdır. Belki Sedd-i Zülkarneyn’in yıkılmasıdır. Zülkarneyn Seddinin bir başka bölümü de Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı’nın yıkılması ve Ekim Devrimi ile yıkılmıştır. Fransız Devrimi olmasaydı, Ekim Devrimi (17 Ekim) gerçekleşmez, Osmanlı yıkılmaz, Türkiye Cumhuriyeti ve İsrail devletleri kurulmazdı.

Modernizmle birlikte devletin merkeziyetçiliği de artmıştır. Bir taraftan merkeziyetçilik gelişirken diğer taraftan da dinin yerini milliyetçilik almaya başlamıştır. Modernizm dini açıdan tepki hareketlerini doğururken merkeziyetçilik de milliyetçiliğe bağlı olarak adem-i merkeziyetçi eğilimleri körüklemiş ve kışkırtmıştır. Esasında, bu suretle Yavuz’dan beri kaim olan dine dayalı üst yapı yavaş yavaş aşınmaya başlamıştır. Yavuz Sultan Selim ve hatta öncesinde kenar ile devlet arasındaki ilişki esnek ve gevşektir. Ama merkezileşmeyle birlikte bu gevşeklik zorlanmaya ve zorlanma da ayrışmaya yol açmıştır. Adem-i merkeziyetçilik merkezin değil, kenarın ve milliyetçilik ideolojisinin hizmetine girmiştir. Fransız Devrimiyle birlikte gelişen milliyetçilik, adem-i merkeziyetçilik umdesini (self determinasyon prensibi) ideolojik hale getirmiş ve ayrılıkçılığın aracı ve basamağı yapmıştır. Bu açıdan devlet Fransız Devrimi öncesi gevşek yapıyı muhafaza edemezken; artan milliyetçilik dalgalarıyla da nasıl başedeceğini kestirememiştir.

Fransız Devrimi’nin Mısır’daki ilk etkileri Mehmet Ali Paşa ile varlık sahasına çıkmış ve meyvesini Hidivliğin yıkılışı ve Nasır ile vermiştir. Nasır bizde Kemalist devrimlere tekabül eder. İttihatçılık üzerinden Fransız devriminin bir inikasından ibarettir. Zaten 1952 Hür Subaylar darbesini organize eden Aziz Ali Paşa Elmısri gibiler İttihatçı artıkları veya Arap İttihatçılarıdır. Irak’ta da onların yerinde Nuri Said Paşa ve Satı Hüsri gibilerini görmekteyiz. Fransız Devriminin estirdiği bu modernizm, merkezileşme ve adem-i merkeziyetçilik ile buna karşı koyma dalgaları ve fırtınaları arasında Osmanlı gemisini kayalıklara çarpmaktan ve köpek balıklarına yem olmaktan kurtaran Sultan Abdülaziz ile İkinci Abdülhamid Han’ın dirayetli ve hakimane idaresi olmuştur ve ikisini de Fransa’nın estirdiği karşı aynı akım ve cereyan alaşağı etmiştir. Osmanlı onlar sayesinde erken bir çöküntüden kurtulmuştur. Ama gemi su almaktadır. İşte bu hengâmede İttihatçılar devreye girmiştir. 1908 ve 1909 yılında tam muvaffak olmuşlar, ama onların 10 yıllık muvaffakiyeti Osmanlı’nın tasfiyesi yılları olmuştur. 1908 ile 1918 yılları arasında koskoca bir imparatorluk Titanik gibi tarihe gömülmüştür. Ondan 5 yıl sonra da cumhuriyet rejimi kurulmuştur. 1908 ile 1923 arasındaki yıkılış ve kuruluş devresi 15 yıl sürmüş ve buna mukabil, bir 15 yıl da Mustafa Kemal’in iktidar yılları vardır. Yani 30 yıl arasında bir devre kapanmış ve yeni bir devre açılmıştır.

***

Osmanlı’yı dağıtan ise bütün iyi niyetine rağmen İttihatçı mantığı olmuştur. Ancak Osmanlı’nın dağılmasından sadece İttihatçılar sorumlu değildir. Büyük Arap Devrimi adıyla yapılan Şerif Hüseyin’in isyanı da karşı darbeyi oluşturmuştur. Yani Osmanlıyı yıkan Cemal Paşa anlayışı ile Şerif Hüseyin’in ona mukabelesi olmuştur. Bugün de Türkiye’de ulusalcılık İttihatçılığın oynadığı rolü oynuyor. Şerif Hüseyin’in yerinde de Kürt partileri bulunmaktadır. Şerif Hüseyin nasıl Magmohon veya Lawrence ve onların üzerinden İngiliz tahtıyla işbirliği yapmış ve münasebet kurmuşsa bugünkü Şerif Hüseyin’in makamında olan Barzani ve Talabani de Bush’un ilk Irak Valisi Jay Gardner ile aynı ilişki türünü yürütmüştür. Az gittik uz gittik 90 yıl sonra yine aynı noktaya geldik. Ama İttihatçılık nasıl çözüm olmamışsa Şerif Hüseyin’in bilvekâle misyonu da ne kendisine ne de bölgeye saadet ve huzur getirmiştir.

Yine bölge karar aşamasında. İkinci Churchill dönemi ile karşı karşıya. Lâkin bu defa tarih İngiliz-Amerikan imparatorluğunun nöbetleşmesi şeklinde değil 100 yıllık fasıla ile Osmanlı’nın yeni Osmanlı’ya kavuşması şeklinde olacak ve tezahür edecektir. Bunun önündeki bütün engeller yıkılacaktır. Bu çerçevede elbetteki Kürt meselesi gibi meselelere yeniden çözüm bulunacaktır. Bu çözüm, belki de içinde gevşek idareyi barındıracak ama bu gevşek idare Batı anlayışı tarzında olmayacaktır. Bunun maksadı bölmek değil toparlamak olacaktır. Bediüzzaman’ın karşı çıktığı adem-i merkeziyetçi veya Prens Sabahaddinci anlayış Batıcı ve bölücülüğe kapı aralayan anlayıştır. Maalesef Batıcı Kürtçü zümreler Bediüzzaman’ı da kendilerine dayanak yapmak istiyorlar. Halbuki Bediüzzaman onların panzehiridir. Yoksa o Yavuz dönemindeki yapıya karşı değildir. Dolayısıyla Yavuz ve önceki dönemlerde gevşek ve rahat idarî yapı ile Batıcı adem-i merkeziyetçi anlayış zinhar birbirinden çok farklıdır. Batıcı anlayışla varılan adem-i merkeziyetçiliğin sonu bölünme ve dağılmadır. Bunun aksini iddia eden tarihten bir şey anlamamıştır.

***

Bugün maalesef tarih İttihatçı kalıntılarıyla Şerif Hüseyin kalıntıları arasında yeni bir kamplaşmaya ve yeni tur ve fasıl mücadelelere sahne oluyor. Bir tarafta ulusalcılar diğer tarafta Buti’nin deyimiyle partizan Kürtler var. Kısaca şunu söylemek mümkün: Bush’un misyonunun yarım kalması kaçınılmazdır. Bundan dolayı ikinci defa bölünme hiç gerçekleşmeyecektir. Fiziken bölgede bir Kürt devletinin kurulması imkânsızdır. Kimse boşuna zahmete girmesin. Kurulsa bile sonu Mehabat’tan farklı olmayacaktır. Bundan dolayı, bu şartlar altında iki tarafın ulusalcılarının da gidebileceği nokta sınırlıdır. Tih sapağında ve çıkmazında sağa sola rahatsızlık vermekten öteye gidemeyeceklerdir. İnatlaşma ile tıkanma ve çıkmaz sokaktan başka bir yere varılmaz.

02.11.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (01.11.2007) - Abartılı tepkiler

  (31.10.2007) - İsrail’in uzun kolu ve PKK

  (30.10.2007) - Alamut, Bekaa ve Kandil

  (29.10.2007) - Kontrol dışı

  (28.10.2007) - Birlik ve bütünlük

  (27.10.2007) - 11 Eylül’ün gölgesinde İslâm dünyasında eğitim

  (26.10.2007) - ‘Siyasî çözüm’

  (25.10.2007) - Sanal kuşak

  (24.10.2007) - İki sürpriz

  (23.10.2007) - Tezkereye psikolojik mukabele mi?

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri