Click Here!
      "Gerçekten" haber verir 03 Kasım 2007

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

M. Ali KAYA

GELECEĞİ PLANLAMAK VE KADER



Kadere iman, imanın erkânındandır. Yani “Her şey Cenâb-ı Hakkın takdiri iledir”, “Yaş kuru ne varsa hepsi yazılmıştır” (En’am, 6:59), “Biz her şeyi kaderle takdir ettik” (Kamer, 54:49; Furkan, 25:2) âyetleri Allah’ın her şeyi yaratmadan önce plan ve program olarak takdir ettiğini göstermektedir. Plansız ve programsız hiçbir iş gerçekleşmeyeceğine göre Allah’ın da her şeyi plan ve program ile önceden takdir ettiği ap açıktır. Ağaçların programını çekirdeğinde ve insanın planını genlerinde yazıp muhafaza eden Allah, her şeyin kaderini tayin ettiğini isbat etmektedir.

Her mühendis binasını yapmadan önce planını çizer, her okul ve eğitim sistemi önce planlamasını yapar. Elbette Allah da önce her şeyin kaderini yazmış, sonra bu kader programı üzerinde takdirini yürütmektedir. Her şeyin plan ve programının önceden yapılmasına “kader” diyoruz. Bu kaderi programın işlemesine ve yerine gelmesine “kaza” adını veriyoruz. Yüce Allah’ın kazasını değiştirmesine de “atâ” kanunu diyoruz. (Mesnevî-i Nuriye, 175) Allah dilediği zaman kuluna merhametinden ve duâsı neticesi affından dolayı kazayı değiştirir. Kaza da kaderi değiştirir. Böylece Allah’ın “Fâil-i Muhtar” olup dilediğini, dilediği şekilde değiştirdiği anlaşılır. Çünkü “Allah dilediğini siler ve değiştirir, dilediğini de sabit tutar” (Ra’d Sûresi, 13:39) Peygamberimiz (asm) “Sadaka belâyı defeder” (Camiü’s-Sağir, 1: 44) buyurur. Yani “Belâ ve musibet takdir edilmiş iken sadaka önüne çıkar ve bunu değiştirir” demektir.

Kader, gayb ilmidir. “Gaybı ise ancak Allah bilir.” (Neml, 27:65) Hiç kimse, gelecekle ilgili olarak “Kaderim budur” diyemez. Kaderin kullanım şekli geçmiş olan olaylardadır, geleceğe biz teklif noktasından bakarız. Allah bize neyi teklif etmiş ve bizi ne ile mükellef kılmış ise vazifemiz onu yapmaktır. Allah’ı yargılamak değildir. Bundan dolayı biz aklımızla tedbir alarak, Allah’ın emirleri doğrultusunda hareket etmekle mükellefiz, neticeyi Allah’a havale ederiz. Sonuçta Allah’a güveniriz. İşte buna da “tevekkül” denir.

Öncelikle “Her şeyin yaratıcısı Allah’tır” (En’am, 6:102; Ra’d, 13:16; Zümer, 39: 62; Mü’min, 40:62) Dolayısıyla iradeyi de, hidayeti de, rızkı da, eceli de yaratan Allah’tır. Bu hususta ihtilâf yoktur. Ancak, bunların tasarrufu, insanın iradesine mi tabidir yoksa bu da Allah’ın iradesi ile mi olmaktadır? O zaman insanın sorumluluğu ne ölçüdedir? Bilinmesi gereken husus budur.

İrade, insanın hür olması demektir. İnsan, fiillerinin yaratıcısı değildir; ancak yaptığı işlerinde hürdür. Allah insanı hür yaratmıştır. Biz buna “cüz’î irade” diyoruz. Hürriyet olmazsa sorumluluk olmaz. O zaman cebren yapmış, o fiili yapmaya zorlanmış oluruz. Bu durumda da sorumluluk olmaz. Allah bilir, bilgilendirir, ama zorlamaz. Zorlamak zulümdür. Allah zulümden münezzehtir. Allah’ın “küllî irade”si vardır. “Allah dilemedikçe siz isteyemezsiniz.” (Tekvir, 81: 29) Ancak Allah’ın küllî iradesi, insanın cüz’î iradesine göre tasarruf eder. Yani kul ne isterse Allah onu yaratır. İsteyen kuldur, yaratan Allah’tır. Ancak Allah, hayırdan razı, şerden razı değildir. Bunu da kullarına bildirmiştir. Kul Allah’ın razı olmadığı işleri yüce Allah’tan ister ve öfkesini celb eder, razı olacağı amelleri ister rızasını celb eder. Allah’ı razı edenler Cennete girer, öfkesini çekenler ise azabı ve Cehennemi hak ederler. Bundan dolayıdır ki “Hidayet ve cennet fazl-ı İlâhî iledir, cehennem ise cezâ-yı ameldir” Hiç kimse hak etmeden cehenneme girmez. Hidayet ve Cennet ise Allah’ın yaratması, emretmesi ve fazlı ve rahmeti iledir. Bunun için hiç kimse ameli ile cenneti kazanamaz. İnsan sadece hayrı ve iyiyi ister. Yaratan Allah’tır.

Rızk, insanın faydalandığı her şeydir. Sadece yiyecek ve giyeceğe mahsus değildir. Allah, hayatı verdiği gibi hayat için lâzım olan her şeyi de veriyor. Çünkü hayatın sebebi rızktır. Allah “Müsebbibü’l-Esbâb”, yani sebepleri yaratandır. Bir şeyi takdir ettiği zaman sebebini de takdir etmiştir. Bunun için rızk, Allah’ın takdiri iledir. Biz buna nasip diyoruz. Yüce Allah, rızkı takdir ettiği gibi rızkın sebeplerini de takdir etmiştir. Rızkın sebebi de çalışmak, gayret ve kuvvettir. Birisine rızkı vereceği zaman bu sebepler tahtında verir. Bunun için Allah, bir şeyi vermek istediği zaman önce o işin sevgisini verir, sonra gayret verir. Sonra onun için çalıştırır. Sevgi, gayret ve çalışmayı takdir etmemiş ise, o zaman o işi de takdir etmemiş demektir. Bunun içindir ki, tembel, fakir olur. Çalışan başarılı olur. Çalışma başarının, tembellik de mahrumiyetin sebebidir. Bundan dolayıdır ki “Sebeplere sarılmak peygamberlerin sünnetidir.” Sebeplere yapıştıktan sonra neticeyi Allah’tan beklemek, vermezse, mahrum ederse sabretmek ve neticeyi Allah’tan bilmek tevekküldür.

Her şeyi yaratan Allah’ın, eceli takdir etmemesi düşünülemez. Zira bunu yapmadığı takdirde her şey birbirine karışır. Kimin, ne zaman, nasıl ve kimden doğacağı; nerede, ne zaman ve nasıl öleceği hep takdir-i İlâhî iledir. (Yunus, 10: 49; Münafıkun, 63: 11) Maktul de eceli ile ölmüş olur. Allah, sebepsiz ölüm yaratmamıştır. O da onun ölüm sebebidir. Katilin sorumluluğu da Allah’ın yasakladığı bir fiile teşebbüsten ve Allah’a asi olmasındandır. Ölümü yaratan ise Allah’tır.

Geleceği planlamak, insan akıl ve iradesinin gereğidir. Allah insanı hür yaratarak geleceği planlama ve iradesini kullanma yetkisini insana vermiştir. Bu, Allah’ın işine karışma ve kadere karşı gelme anlamını taşımaz. Bilâkis Allah’ın insan fıtratına yüklediği bir sorumluluk gereği ve Allah’ın isimlerine sarılmanın sonucudur. Çünkü yüce Allah “Mukaddir”dir, her şeyi takdir eder. “Munazzım”dır, her şeyi tanzim eder ve düzenler. “Müdebbir”dir, her şeyin tedbirini önceden alır. “Hasîb”dir, her şeyi sayar, her şeyin hesabını tutar, sayısını bilir. İmam-ı Gazâlî “Kader, yüce Allah’ın planıdır” demiştir.

İnsan da Cenâb-ı Hakkın esmâsına yapışmakla “tevfîk-i İlâhîye uygun” davranmış olur. O zaman da Allah’ın tevfîkine/yardımına mazhar olur. Bundan dolayıdır ki geleceği planlamak kadere karşı çıkmak değil, kadere uygun hareket etmek demektir. Bunun için geleceği planlayan ve bu planı hayata geçirmek için Allah’tan yardım isteyen kimse, Allah’ın yardımına mazhar olarak çalışmalarında muvaffak olur.

03.11.2007

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (01.11.2007) - Cihad ve İ’lây-ı Kelimetullah

  (26.09.2007) - Beklentilerimiz ve geleceğe ümitle bakmak

  (08.09.2007) - Nefis

  (07.09.2007) - Tevekkül

  (17.08.2007) - Dinde muhakeme ve muvazene

  (29.07.2007) - Kalben buğzetmek ne demektir? (2)

  (28.07.2007) - Kalben buğzetmek ne demektir? (1)

  (27.07.2007) - Doğru ve güzel konuşmak

  (22.07.2007) - Peygambere salâvat getirmenin mahiyet ve önemi

  (07.07.2007) - Risâle-i Nur’da Mevlânâ ve Mevlevîlik (3)

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdurrahman ŞEN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Faruk ÇAKIR

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hülya KARTAL

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Hüseyin YILMAZ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Murat ÇİFTKAYA

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Raşit YÜCEL

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet Bayri FİDAN

  Sami CEBECİ

  Sena DEMİR

  Serdar MURAT

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin Uçal ABDULLAH

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Zeynep GÜVENÇ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT


 Son Dakika Haberleri