"Gerçekten" haber verir 24 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

İslam YAŞAR

SADULLAH NUTKU’YU ANARKEN



“Konya Hapishanesinde bir Dr. Sadullah vardı. Allah’ım ne adamdı o? Nasıl imandı onunki! Adam hapishânede idi, fakat gül gülistan içinde idi. Gülen gözlerle bakardı insana. Her şeyi unuturdum onun yanında. Adam âdeta teneffüs edilen bir şey gibiydi. Yanımdan bir ruh gibi uçuverip gideceğinden korkardım!..

“‘Şu pencereyi kapat. Sonra doktor uçar gider bu demirlerin aralarından’ demiştim yanımdaki arkadaşa. Fakat onun uçmaya, gitmeye niyeti yoktu. Bu kadar yüksek olduğu hâlde bizim gibi sürünenlerle beraberdi. Bizi bırakmıyordu, kurtaracaktı o.”

Osman Yüksel Serdengeçti işte böyle anlatmıştı Dr. Sadullah Nutku’yu.

Bir insana, hayatının akışına yön verecek kadar tesir etmek normal şartlarda bile pek mümkün olmazken, bunu hapishânenin ağır şartlarına rağmen yapmak değme insanın gösterebileceği bir maharet değildi.

Serdengeçti gibi ‘Mebus olacakken mahpus olan’ ve ‘öfke nöbetine girerek bir hamlede mahkemeleri, hapishâne duvarlarını yıkmak isteyen’ pürhiddet bir adamı, tahayyürlerini gazetede yazdığı yazı ile âleme ilân edecek kadar etkilemekse neredeyse imkânsız gibiydi.

Sadullah Nutku imkânsızı başarmıştı. Bu müessiriyette; onun doğup büyüdüğü ailenin, içinde yetiştiği cemiyetin, gördüğü terbiyenin, aldığı eğitimin ve geliştirdiği şahsiyetinin de tesiri var elbette.

Lâkin asıl sebep, hayatının orta yaşlarından sonra tanıyıp örnek aldığı büyük şahsiyet ve okuyup okutmayı, anlayıp anlatmayı hayatının gayesi addettiği eserlerdi.

Yani Bediüzzaman Said Nursî ve Risâle-i Nur Külliyâtı.

***

İbrahim Sadullah Nutku.

Aslen Trabzon’un Of ilçesinde mukîm bir ailenin en küçük çocuğu. Osmanlı Ordusunda deniz subayı olan babası binbaşı Süleyman Nutku Beyin sürgünde olması sebebiyle 1908 yılında Preveze’de doğdu.

Donanma-yı Hümayun’un meşhur zırhlılarından olan Mesudiye’de ve Aziziye’de vazife alarak çeşitli savaşlara katılan ve Deniz Müzesi’ni kuran Süleyman Bey, Üsküdar’a yerleştiğinden Sadullah’ın çocukluğu da orada geçti.

İlkokul, ortaokul ve lise tahsilini Üsküdar’da tamamlayan Sadullah, babasının da teşviki ile Askerî Tıbbiye’ye girdi. Başarılı bir tahsil hayatını müteakip tıbbiyeyi bitirdi ve kıta doktoru olarak askerî birliklerde vazife yapmaya başladı.

Bu arada ihtisasını tamamlayarak verem ve dahilî hastalıklar mütehassısı oldu. Asistan olarak ihtisas yaptığı yıllarda kendi çabası ile Almanca’yı öğrendi ve Alman Kralı Kayzer Vilhem’in, ‘Dahilî Hastalıkların Genel Teşhisi’ isimli eserini Türkçe’ye tercüme etti.

İki senelik hummalı bir çalışmanın neticesinde tamamladığı bu kalın kitabı, 1935 yılında kendi imkânları ile bastırıp dağıtınca, bu hareketini takdir eden hocası Prof. Abdülkadir Noyan, onun yanında asistan olarak kalmasını istedi.

Bu cazip teklifi kabul etmeyen Sadullah Nutku askeriyedeki vazifesine döndü. Uzun yıllar memleketin değişik yerlerinde vazife yaparak binbaşı rütbesine kadar yükseldi. 1950 yılında, yarbaylığa terfî etmesine bir sene kala kendi arzusuyla ordudan istifa etti.

Zaten dindar bir insan olduğu ve vazife yaptığı yıllarda ibadetlerini pek aksatmadığı hâlde, sivil hayata geçtikten sonra, feyizlerinden istifade etme iştiyakıyla büyük insanları ziyaret etmeye başladı.

O günlerde, Beşiktaş’taki Vişnezâde Camii’nde imamlık yapan emekli Yüzbaşı Refet Beyden aldığı Haşir Risâlesi’ni okuyunca dinî hassasiyetleri daha da arttı ve zamanın menhiyâtına karşı çocuklarını muhafaza etmek maksadıyla Konya’ya yerleşmeye karar verdi.

Ailesinin muhalefetine rağmen Konya’ya taşındı, bir muayenehâne açtı. Hep şefkatle muamele ettiği hastalarına ancak zarurî hâllerde ilâç yazarken imanî telkinlerde bulundu. Hiçbirinden ücret istemedi, verdikleri ile iktifa etti.

Bu arada, şehirdeki bazı mânevîyat büyükleri ile tanışıp görüştü, çevre il ve ilçelerde yaşayanları araştırdı. Camide tanıştığı bir kişiden Bediüzzaman’ın Emirdağ’da ikamet ettiğini öğrenince onun ziyaretine gitti.

Kerâmetine şahit olma hissiyle huzuruna çıktığında ilk dikkatini çeken şey onun parmağındaki yüzükler oldu. Birini vermesini kalbinden geçirerek elini öptüğü sırada ikisini de kendi parmaklarında bulunca hayretler içinde kaldı.

“İkisi fazla, biri yeter” diyerek yüzüklerden birini geri alan Said Nursî ile sohbet ettikçe, yıllardır aradığı mânevî mürşidi bulduğunu anladı ve kendini tanıtıp hâlini arz ederek Konya’ya gelişinin sebebini anlattı.

“Kardeşim, sen gül bahçesindesin, gübrelere fazla bakma, çiçeklere, güllere bak, iyiliklere, güzelliklere bak. Bu dünyada tam istediğin gibi bir yer bulamazsın” dedi o da.

Üstadından bu ilk hayat dersini aldıktan sonra hadiselere bakış açısı tamamen değişti. Büyük mürşid, âsûde mekân arayışlarından vazgeçti ve her hâli ile İslâm’ı yaşayıp yaşatmaya azmetti.

Bu maksatla, doktorluk önlüğünü şeair-i İslâmiye saydığı cübbe yerine kullanırken, küfür alâmeti olarak gördüğü şapkaya ve fötre her rastladığı yerde müdahale etti.

Bediüzzaman Said Nursî’yi tanıdıktan sonra Risâle-i Nur’a hizmeti hayat meşguliyeti hâline getirdi. Muayenehânesinde, gelen hastalara Risâlelerden kısa bahisler okuyup Hastalar Risâlesini hediye etti.

Risâle-i Nur’daki Kur’ânî hakikatlere cami cemaati de dahil herkesin muhtaç olduğunu düşündüğü için 2500 lira vererek bir teyp aldı ve camilerde namazlardan sonra kalan cemaate risâle dinletmeye başladı.

Faaliyetleri şehirde şuyu bulunca makamına çağırıp tehdit eden Konya Valisine, o da aynı şekilde karşılık verip hizmetlerine devam edeceğini söylemesi üzerine polisler tarafından tartaklandı. Polislerden birinin vurduğu tokat yüzünden işitme duygusunu kısmen kaybetti ama o bundan ziyade meslek şahsiyetine ve hizmet haysiyetine karşı gösterilen saygısızlığa kızdı.

O hâlet-i ruhiye içinde gittiği ziyaretlerinden birinde meseleye muttalî olan Said Nursî, “Kızmayacaksın, o polisler senin elini öpecekler, sana hürmet edecekler” diyerek onu teselli etti.

Konya’da altı sene kadar çok zor şartlar altında hizmet ettikten sonra, hem mukaddes mekânların ruhaniyeti ile hemhâl olmak, hem de mesleğini orada da icra etmek maksadıyla Suudi Arabistan’a gitti.

Mekke-i Mükerreme’de, Medine-i Münevvere’de iki sene kadar mânen mesrûr bir hayat yaşasa da maddî sıkıntılara, meşakkatlere daha fazla dayanamadı ve İstanbul’a dönerek Beşiktaş’a yerleşti.

Orada da bir muayenehâne tuttu fakat vakit namazlarını camide cemaatle eda etmeye, namazdan sonra da cemaate risâle okuyarak Nurları tanıtmaya çalıştığı için zamanının çoğu camilerde geçti.

O kimseyi zorlamasa ve kalan insanların çoğu okuduğu bahisleri iştiyakla dinlese de, bazı cami imamları çekindiklerini ihsas edince daha uzak camilere gitmeye gayret etti.

Sık sık gittiği yerlerden biri de Polis Müdürlüğünün yanındaki cami idi. Namazdan sonra o bir kenara çekilip risâle okumaya başlayınca namaza gelen bazı polisler etrafında toplanıp dinlediler.

Onun okuduğu bahislerden çok istifade eden polisler, her gelişinde onu hürmetle karşıladılar. Hastalanarak camiye gelemediği zamanlarda evine gidip elini öperek saygı gösterdiler ve Üstadının yıllar önce Konya’da söylediği sözleri hareketleri ile tasdik ettiler.

Sadullah Nutku İstanbul’a yerleştikten sonra da Said Nursî ile irtibatını kesmedi. Fırsat buldukça Isparta’ya, Emirdağ’a ziyaretine gitti. O İstanbul’a geldiği zaman da yanında yer aldı.

Bediüzzaman mahkemede ifade vermek için Samsun’a gitmek üzere İstanbul’a geldiğinde, onun gaddarâne bir emirle oraya celbedildiğini anlayınca, hastahaneden, sıhhatinin hiçbir şekilde seyahat etmeye müsait olmadığını gösteren bir heyet raporu çıkartarak ifadesini İstanbul’da vermesini sağladı.

Üstad o zaman uzun süre İstanbul’da kaldığı için otelin kapısında bekleyen polislerin; ziyaretçilerin isimlerini, mesleklerini sorup adreslerini almalarına aldırmadan sık sık yanına giderek hizmet etmeye çalıştı.

Said Nursî’nin vefatına kadar her fırsatta onunla görüşmeye çalışan Sadullah Bey, onun ahirete irtihalinden sonra da Risâle-i Nur hizmetlerine aynı sebatla ve sadakatle devam etti.

Konya’yı kendi hizmet muhiti olarak gördüğünden İstanbul’a yerleştikten sonra da irtibatını kesmedi ve her vesile ile oraya gidip eski hastalarını ziyaret etti, muhatap olduğu insanlara Risâle-i Nurları anlattı.

Altmış ihtilâlinin, Müslümanlar için kâbus hâlini alan karanlık günlerinde de oradaydı. Yaşı elliyi aşkın olmasına ve pek çok zulme, eziyete maruz kalmasına rağmen hem hizmetlerine devam etti, hem de Kur’ân-ı Kerim’i hıfzetmeye başladı.

Nurculuk propagandası yaptığı iddiasıyla karakola götürüldü, günlerce işkence edildi, birkaç sefer bayıltıncaya kadar dövüldü. Çıkarıldığı mahkemede tevkif edilip hapse atıldı.

Fakat o, Üstadından ‘gübrelere değil, çiçeklere güllere bakma’ dersi aldığından kendisine reva görülen bed muâmelelere aldırmadı. O hâliyle dikkatini çektiği Osman Yüksel’in de dediği gibi kendisini hep ‘gül, gülistan içinde hissetti ve herkese gülen gözlerle baktı.’

O bir azim ve irade âbidesiydi. Hapishanenin ağır şartlarına ve tağutların gadrine rağmen hizmetlerine de, hıfzına da ara vermedi ve üç senede Kur’ân’ı hıfzederek 55 yaşında hafız oldu.

Hapishâneden tahliye edildikten sonra bir süre daha Konya’da kalıp İstanbul’a döndü ve Zübeyir Gündüzalp’in çevresinde teşekkül eden hizmet kadrosu içinde yer aldı. Onun gayretleri neticesinde yayın hayatına başlayan İttihad ve Yeni Asya gazetelerinde ‘Hekim Gözüyle’ köşesinde yazı yazdı.

Yıllar, bu hizmet heyecanı içinde geçti.

***

Altmış üç yaşında ölmek!..

Artık bu hedef vardı Sadullah Nuktu’nun önünde.

Muhabbet-i Muhammediye (asm) meftunu pek çok muttakî mü’min gibi o da, Peygamber-i Zîşanın Hicrî altmış üç yaşında vefat etmesini nazara alarak ömrünün hududunu tayin etmek istedi.

Bunun kendi elinde olmadığını, takdir-i İlâhî neticesinde tecellî edeceğini bildiği için de duâlarında, niyazlarında Allah’tan onu dilemeye başladı. O yaşında ölmeye o kadar müştaktı ki, samimî dostlarından duâ istemeyi bile ihmal etmedi.

"Resûlullah, altmış üç yaşında vefat etmiş. Bunda da hikmet var. Demek ki, altmış üç yaşından sonra erzel-i ömür devresi başlıyor” dedi bu isteğinin sebebini soranlara.

O günlerde bazı maddî sebeplerle Fatih’e taşındı. Ailesi ile birlikte evine yerleşti, muayenehânesini açtı ve yabancısı olmadığı bu muhitte yaşamaya başladı.

Tarih 25 Ağustos 1972 idi.

Hicrî takvime göre 63 yaşına girdiği günden beri yaptığı gibi o gün de aile efradı ile helâlleşerek çıktı evinden. Hizmet merkezlerine uğrayıp arkadaşları ile görüştü, bazı dostlarını ziyaret etti. Muayenehânesine gidince bekleyen hastalarına baktı, kitaplarını düzeltti, risâlelerden birini alıp okumaya başladı.

Kitaptan başını kaldırdığında namaz vaktinin yakın olduğunu görünce hemen hazırlandı. Geride kalanlara, kendisi öldüğü takdirde neler yapmaları gerektiğini hatırlattı ve cemaati kaçırmamak için hızlı adımlarla çıktı.

Yoldan karşıya geçmeye çalıştığı esnada, hızla gelen bir araba ona çarpınca hemen hastahaneye kaldırıldı ise de meslektaşlarının müdahaleleri ve yakınlarının yalvarışları, yakarışları o müstecap duâların tecellîsini değiştirmedi.

Sadullah Nutku’nun vefat haberini alanlar, örnek hareketlerini anlatarak birbirlerini tesellî etmeye çalışırken, arştaki makamına konan ruhu, onun mütebessim simasını andıran nuranî bir yıldız hâlini alarak arzı seyre daldı.

Otuz altı sene önce başlayan o mesrur temâşâ hâli hâlâ devam ediyor.

24.08.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (17.08.2008) - Bediüzzaman’ın gençlik yılları ( 2 )

  (10.08.2008) - Bediüzzaman’ın gençlik yılları ( 1 )

  (03.08.2008) - RUSYA’DA NUR’UN İNTİŞARI

  (27.07.2008) - BİR NUR TALEBESİ PORTRESİ (2)

  (20.07.2008) - BİR NUR TALEBESİ PORTRESİ

  (14.07.2008) - Nur talebesi olmak

  (06.07.2008) - ‘LEBBEYK...’ DEME ZAMANI

  (29.06.2008) - O ARTIK BEDİÜZZAMAN

  (22.06.2008) - ÂLİM AHVÂLLİ SABÎ

  (15.06.2008) - HARİKA BİR ÇOCUK

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır