"Gerçekten" haber verir 23 Ağustos 2008
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formu | İletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi
[email protected]
adresine bekliyoruz.
 

Selim GÜNDÜZALP

Kalbinin sesini dinle



“Kim duâsının kabul edilmesini istiyorsa,

zorda olan birinin işini kolaylaştırsın.”

Hz. Peygamberimiz (asm). (Ebu Ya’la, Müsned, 5-143)

Çiçekler nasıl her sabah güneş gibi açarsa, kalbimiz de her seher, bir emir bekler... Açmak ve güne başlamak için... Kalbin gıdası gecelerde, seherlerde gizli. Sesten ve kalabalıktan uzak yerlerde… Kaybolan var mı tenhada?

Asırlar önce kutlu bir ses, tenhadan uyandırmadı mı insanlığı? Oradan, Hira’dan.

Bir köşede kalmaktan değil, asıl kalabalıklar arasında kaybolmaktan korkmalıyız. Allah (cc.) ile olmadan, insanlarla olamazsın.

İçimin tâ içinde, ne hazineler gizli kim bilir? İzin verirse Allahım. Ben de nasibimi ararım. Her kalbe açık bir sofradır seherler. Her kalbi besler. Kalp doymaz, başka şeyle tatmin olmaz.

Kalbin sesini dinle...Aldanmazsın. Her kalbin güçlü bir anı, asil bir yanı vardır. Hangi sestir acep, o sesi dinleyelim bir, kalbimize girip.

Madem her nefeste, bir nasip var herkese. Rızkımız, neşemiz içimizde. Kalbinin sesini dinle. Yanılmazsın. Bir çocuk gibi yalvardığını duyacaksın. Ne olur, bir defacık bana kulak ver diye. Eteğinden çeken, delice isteyen bir çocuk gibi, inleyen sesini duy artık kalbinin ne olur?..

Çiftçiler durmadan ne ararsa o toprakta, balıkçılar ne ararsa karanlık gecede denizin içinde. Sen de o sesi ara, ey nefsim.

Uykulara, rüyalara kıymadan olmuyor. Uyanmadan evvel o ses duyulmuyor. Geçen günler, kaybolan vakitler için ağlayalım. “Bir damla gözyaşı nedir ki?” deme. Bir damla gözyaşı, bir kalbin uyanışıdır. Gül gibi açışı, tövbeyle yanışıdır. Sakın küçümseme. Kalbe ait her şey kıymetlidir. Bir kalbe sahip olmaktan çok, o kalbin sırlarına yakın olmaktır aslolan. Tuhaf şeyler oldu son zamanlarda. Kalbin sesi kaybedildi. Nasıl bir çağdayız, nasıl bir zamandayız şair de hayrette zaten:

“Kuş maviye acıkmıştı / mavilik içinde. /Balık susamıştı / su içinde. / Tohum çatlamıyordu / toprak içinde. / İnsan yolunu seçemiyordu / ışık içinde.” (Gökhan Evliyaoğlu)

Şükür ki, sulardaki mavilik, semadaki derinlik gibi, o ses bizi kendine çekiyor. Kalbinin sesini dinle. O ses seni; sahibine, Rabbine götürür. O sesi izle.

Sevgiyle, besmeleyle başlayalım hayatımıza yeniden. Rabbim izin verince, ona uygun bir sürece de girince, kalbimizin sesini, dinleyeceğiz inşaallah.

Nasıl aldanmış bunca insan hayata? Nasıl kaptırmış da kendini yaşamaya, ölüme hiç aldırmıyor? Acıyı, kalbinde duymadan, nasıl yaşıyor bunca insan? Hangi masallar, hangi arzular aldatıyor kalbimizi? Bu kadar çabuk kırılıp, bu kadar çabuk üzüldüğüne göre, hayra alâmet bir yanı kalmış demek. Kalbimiz, en çocuk ve en saf yanımız.

...

“Yakın, bazen uzak olur” diyor Hz. Ali (kv.).

Her bir insanın hayatı, dünyanın merkezini, orta noktasını oluşturur.

Rivayet edilir ki, bir gün merhum Nasreddin Hocamızı imtihan kasdıyla bir grup ziyaretine gelir. “Hocam” derler, “dünyanın merkezi neresi?” Hoca Efendi; “Eşeğimin ayaklarını bastığı yerdir,” deyince, “nerden bildin?” derler bu defa. Hocamız; “İnanmazsanız ölçün gelin” der.

Bu fıkrada çok hikmetler var.

Her insanın hayatı, kendi dünyasının merkezidir. Böyle olunca, her hayat kıymetlidir. Dünya, her insanın çevresinde bir Mevlevi gibi döner, raks eder. Bizden hayırlı bir davranış bekler. Uslu uslu dolanır. İnsanı bulunduğu yerden, ibretle seyre davet eder. Yaşadığı her gün, her insan için bu dünya tarihinde en son ve en doruk noktasını oluşturur. Binlerce yıllık insanlık tarihi geridedir artık.

İşte o insanın, önünde ve elinde yaşanılan andan, yani bir şimdiden başka hiçbir şey bulunmamaktadır. Bundan önce, dünya sahnesinde rol alanların hepsi, hesap alemine göçmüşler. Sıra bu asrın insanları olan bizlerdedir.

Dünya tarihinin o büyük çarkları, bir şimdinin ve bir de şu anın tepe noktasına hizmet eder gibidir âdeta...

Bu dünya, perdeleri açılıp kapanan bir sahne gibidir. Fakat oynanan oyunların hepsi gerçektir. Herkes hayat filminin başrol oyuncusudur. Yaşadığımız sürece, küçük büyük, az çok her söz ve hareketimizi melekler kaydedip, yazar. Ölünce filmimizin çekimi bitecek ve ahirette gösterime girecek. Bunu düşündükçe, hayatımıza ve davranışlarımıza ne kadar dikkat etmemiz gerektiğini daha iyi anlarız. Kalbimizin çekicisi ne kadar güçlüyse, bu mesajı o kadar çabuk alırız.

Kalbimize güç ve kuvvet ver Allahım. Ot gibi yaşamaktan kurtulalım. Kalbimizi sen topla yâ Rab. Rahmetinden ümitvarız, boşa çıkarma Allahım.

...

Bazen içimizden bir ses; bu gün başka, bugün güzel şeyler olacak diye fısıldar ya, çoğu defa da yanılmaz o ses. Kalbime gelen mesajlara güvenirim. Onları Rabbimden bilirim. Bu dünyanın keşmekeşleri içinde en güçlü yanımız orasıdır. En kestirmeden dönüp dolaşacağımız ve doğru cevaba ulaşacağımız yer orasıdır.

Bir de o kalp, şiddetli bir acz ve fakr içindeyse... Kalbine giren, Rabbini bulur. Kim ne derse desin ey kalbim; Biz Allah der gideriz. Rabbimizden geleni dinleriz.

Hüzün ve keder bulutlarımızı dağıtmak için Saadet Asrına bir yolculuğa var mısınız?

Bir gün Hz. Peygamberimiz (sav.) mahzun mahzun otururken Cebrâil (as) gelerek, şöyle haber verdi:

“Yâ Hz. Muhammed (sav.) niçin böyle kederlisin? Yüce Allah, daha önce hiç kimseye nasip etmediği beş şeyi senin ümmetine verdi:

1. ‘Ben kulumun zannı üzereyim’ buyuruyor.

2. Dünyada günahını yüzüne vurmayıp örttüğü gibi, kulunu kıyamet günü mahcup düşürmez.

3. Son nefesine kadar tövbe kapısını açık bırakır.

4. Senin ümmetin yer dolusu günahla gitse yine bağışlanır.

5. Dirilerin duaları ile ölülerin azaplarını kaldırır.

...

Allah Resûlü (sav.) Cebrail’e (as.) son anlarında sordu:

“Ey Cebrail! Kıyamet günü ümmetim ne olacak?”

Cebrail (as.) cevap verdi:

“Sana şunu müjdeleyim ki, Yüce Allah şöyle buyurdu: Ey Muhammed! Sen girene kadar cenneti diğer peygamberlere haram kıldım. Ümmetin girene kadar da diğer ümmetlere yasakladım.”

Hazret-i Muhammed’in (sav.) ümmeti olmak kadar, hiçbir mutluluk tasavvur edilemez.

Hazret-i Mûsa gibi, Hazret-i İsa gibi büyük peygamberler, peygamberlik hırkalarını bir yana bırakıp Hazret-i Muhammed’in ümmeti olmayı arzulamışlar ve Allah’a öyle duada bulunmuşlardı.

Allah Resûlü, ashabına bir gün:

“Kardeşlerimi çok özledim,” buyurduğu zaman ashab-ı kiram sorarlar:

“Yâ Resulallah! Bizler senin kardeşlerin değil miyiz?”

Allah Resûlü o zaman şöyle buyurdu:

“Hayır. Sizler benim ashâbımsınız. Benim kardeşlerim; sizlerden çok sonra dünyaya gelecekler ve beni görmedikleri halde iman edeceklerdir.”

Resulûllah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizi görmeden inanan milyarlarca insan vardır. Bu inananlar O’nu görmek için can atan talihli insanlardır. Bir kısmı rüyalarında görmenin hazzını duymuşlardır.

Kur’ân, gayba iman eden takva sahiplerinden bahseder.

Hz. Peygamberi (sav.) görmedikleri halde inanan insanların apayrı bir özellikleri işte bu tasdiktir. Allah sevgisinin, Hazret-i Muhammed (sav.) muhabbetinin bir ispatıdır.

Sevgili Peygamberimize (sav.) her an selâmlar göndermek, salâvatlar söylemek bu samimi ve içten bağlılığın bir ifadesidir. Resulullah Efendimiz (sav.) buyurdular:

“Ben vefat ettiğimde Allah bir meleği benim kabrimde bekletir. Bana salâvat getireni o melek adıyla, sanıyla bana haber vererek selâmını bildirir. Ben de o mü’minin selâmını kabul eder, ona duada bulunurum.”

Kâinatın sultanının huzurunda isminizin geçmesi ne büyük bir saltanattır. Selâmınızın Resûller sultanına ulaşması ne güzel bir bahtiyarlıktır.

Hele o mahşerin şefaatçisinin duasını kazanmak nimetlerin en büyüğüdür. Bir salâvat hem adınızın zikredilmesine, hem de günahlarınızın silinmesine sebep teşkil ediyor. Bu konuda Peygamberimizin müjdesini dinleyelim:

“Ümmetimden kim ki ihlâsla bana salât ü selâm getirirse, Allah ona on salâvat sevabı yazar. On hasenat verir. O kişiden on kötülüğü siler.” (Muhtârü’l-Ehâdis: 133)

Size, isminizin unutulmaması nimeti verilmiştir. Daha ne istiyorsunuz, daha ne duruyorsunuz? “Esselâtu vesselâmu aleyke yâ Rasulallah.”

Rivayetlerde vardır ki; Hz. Cebrâil (as.) Hz. Âdem Peygambere oniki defa, Hz Nuh Peygambere onbeş defa, Hz. Musa’ya dörtyüz defa gelmesine rağmen Hz. Muhammed’e (sav.) ise, yirmi yedi bin defa gelmiştir.

O’na ümmet olmak ne büyük bir şeref:

“Ümmetimden bir kişi cehennemde kalacak olursa asla razı olmam” diye Allah’tan merhamet talep eden bir Peygamberin ümmeti. Her an ümmetini düşünen bir Peygamber (sav.).

“And olsun, size, içinizden bir peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz Onu incitir. Ve üzer. Size çok düşkündür. Mü’minlere çok merhametlidir. Onlara hayırlar diler...” (Tövbe Sûresi, 128)

İşte, ümmetine düşkün bir peygamber. Onun ümmeti olma şerefi, şereflerin en güzelidir. Miraç’ta Allah ile olan ânı anlatırken Hz. Peygamberimiz (sav.) şöyle der:

Allahu Teâlâ bana:

“Konuş yâ Muhammed!” buyurdu. Ben hayretten donakaldım. Sonra, Allah benim kalbime ilham etti. Ben de:

“Ettahiyyâtü lillahi vessalavâtü vettayyibât (Bütün tazimat ve dualar, bütün ibâdetler Allah’ım sana mahsustur)” dedim. Bunun üzerine Allah (cc.):

“Esselâmu aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtühü (Ey Peygamber! Selâm, rahmet ve bereketler senin üzerine olsun)” buyurdu.

Ben de mukabele olarak:

“Esselâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhis sâlihîn (Bize de selâm olsun. Allah’ın sâlih kullarına da selâm olsun)” dedim.

Allahu Teâlâ:

“Yâ Muhammed! Ben Cebrail’i aramızdan çıkardım. Sen ümmetini aramızdan çıkarmadın,” buyurdu.

Esselâtu vesselâmu aleyke yâ Rasulallah.

...

Allahım! Bu kelimelerini salât için adet, geniş rahmetini de selâm için medet kıl!

Allahım! Peygambere salât ettim, adedin birçok çeşidini saydım ve mededin türlerini tükettim; uyandım ve anladım ki, Senin adedin sayıya gelmez ve mededin nihayete ermez.

Allahım! Hesaba gelmez adedini ve sonu gelmez mededini O’na salât etmekte tüket!

Allahım! Efendimiz Muhammed’e salât eyle, Ona Vesîle derecesini, fazileti ve yüksek dereceyi ihsan et. O’nu vaat ettiğin Makâm-ı Mahmûd’a ulaştır, muhakkak Sen vaadinden dönmezsin!

...

Not: Dava kardeşimiz, sevgili Halim Subaşı Ağabeyimizin eşi Nevin Ablamızı bu mübarek günlerde ahirete uğurladık. Dâvâmızın gönülden destekçisi olan ablamızın mekânının cennet olmasını Rabbimizden niyaz ediyor, sizlerden duâ ve birer Fatiha bekliyoruz.

23.08.2008

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (16.08.2008) - Allah der giderim

  (09.08.2008) - Bu sırrı kim çözebilir?

  (02.08.2008) - Yanan ruhlar mı, yoksa ormanlar mı?

  (26.07.2008) - Kaybolan sevgiler, şimdi neredeler?

  (19.07.2008) - SIRAYI KİM KAPACAK?

  (05.07.2008) - Gafletten uzak, Allah’a yakın ol

  (28.06.2008) - Ümitsiz hayat ölümdür

  (21.06.2008) - Var Allahım var, duâlarda bir sır var…

  (14.06.2008) - RABBİM, HER İŞİNE HAYRETTEYİM

  (07.06.2008) - “Andıkça Sen’i büyür hayalim”

 
GAZETE 1.SAYFA

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Davut ŞAHİN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  Kemal BENEK

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mahmut NEDİM

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Mustafa ÖZCAN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Site yöneticisi | Editör
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır