"Gerçekten" haber verir 14 Mart 2009
Anasayfam Yap | Sık Kullanılanlara Ekle | Reklam | Künye | Abone Formuİletişim
ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET ve ŞÛRÂDIR

Eski tarihli sayılar

Görüş, teklif ve
eleştirilerinizi

adresine bekliyoruz.

 

Selim GÜNDÜZALP

Garip bir yolcudur insan



“Dünya da garip veya yolcu gibi ol. Kendini kabre girmişlerden say.”

(Hadis-i Şerif, Camiü’s-Sağir, 3052)

Resmini görür ya da ismini duyarız bazı yerlerin, hemen severiz. Oysa ne yanına gitmiş, ne de yakından görmüşüzdür oraları, ama severiz. Bazen içimizdedir bu yerler, bazen dışımızdadır.

Akıl bir sırrın peşine düştü mü, akın eder düşünceler. Düşünmek ne büyük bir nimet, ne büyük bir eylemdir. Zihnimiz mekik gibi işler. Arı kovanı gibi uğuldar durur.

Kaba taneler elekten geçmez, üstte kalır. Akıl çözemedikleriyle boğuşur durur. Yıldızların ağına takılır. Hayrettedir.

Yeryüzü ve gökyüzü korosu, ne varsa hepsi birden tesbihatıyla doldurur içinizi. Tek anlamsız ses, tek hikmetsiz bir nefes ve bir kıpırdanış yoktur kâinatta. Ama ne çare ki, fanidir her şey. Bir gün gelip bu muhteşem gösteri bitecek, sergilenen eserler kaldırılacak, ebedî bir âleme taşınacaktır.

Ve insana sorulacaktır orada neler görüp görmediği; nelerin dikkatini çekip çekmediği. Yeryüzünün şahidi, bu serginin şeref misafiri olan insana tek tek sorulacaktır, nasıl ders çıkarıp, neler yaşadığı, Yüce Yaratanın eserlerine ilgisiz kalıp kalmadığı sorulacaktır. Hayatın sırrına dair sorular sorup sormadığı sorulacaktır.

Soruyor Alman şair H. Heine; “Deniz ufkunda ıssız bir gece denizi / Bir genç adam duruyor / Bağrında üzüntüler, başında şüphe / Gamlı dudaklarla dalgalara soruyor: / ‘Çözün bana n’olur sırrını hayatın / Azap veren bu çok eski sırrı / Söyleyin, nedir insan? / Nereden geldi, gittiği yer neresi? / Kimler yaşar yukarda, altın yıldızlarda?’ / Dalgalar ebedî mırıltılarında / Rüzgâr esiyor, bulutlar geçiyor / Kırpışan yıldızlar kayıtsız, soğuk / Ve bir genç durmuş cevap bekliyor.”

***

Her adım ilk adım ya da her adım son adım olabilir. Yeniden başlayabilir her şey ya da âniden bitebilir. Bir tel kopar, âhenk birden kesilebilir. Anlayacağınız, o kadar kısadır işte hayat. Her nefes mukaddes mi mukaddestir. Her nefes bir daha alınmayabilir, bir daha verilmeyebilir de. Anlayacağınız o kadar kısadır işte hayat...

Biten, ölen, giden için öyledir de, yaşayan için pek farklı mıdır sanki? Elbette hayır. Yaşayanlar bir zanla avunurlar. Bittiğine, gittiğine aldırmazlar. Tükenir altın saniyeler ve bir daha gelmemek üzere gider en güzel günler. Hayalimiz bir ince çalışmaya başladı mı, ne muhteşem kapılar açılır önümüzde. Bu zenginlikten yoksun olan insan, gerçekten yoksuldur.

Yolcu olduğunu bildi mi insan, neler olur neler. Bir defa alışkanlıklar yıkılır, prangalar çözülür. Ruh, artık alabildiğine özgürdür. Her şeyden önce bulunduğumuz şehirden, oturduğumuz yerden ayrılmak, durağanlıktan kurtarır bizi. “Hayat bir faaliyettir,” o zaman anlarız bu güzel sözün mânâsını. Bir yere bağlı kalmanın, koskoca bir kâinat önümüzde dururken küçücük bir mekâna hapsolmanın sıkıntısı mahveder insanı. Yakar, yandırır. Bulunduğu yerde çivilenip kalmak, açılımlara ve yeniliklere karşı ruhumuzu kapatır ve daracık bir âlemde boğulur gideriz.

Bir ağacın gölgesine oturmuş garip bir yolcudur insan. O küçücük insanı büyük yapan şey de belki budur. İnsan bir sudur, akacaktır; denizini arayıp bulacak ve ona ulaşacaktır. Bir yerde bir noktada durup kalmaması gerekir. Geldiği yere aittir. Geldiği yeri, köklerini arar, ana vatanını özler. Hasretle ve özlemle doludur insan, oraya ve o yerlere karşı.

İnsanın hayatı cennette başladı. Yine bir gün İnşaallah cennette karar kılıp, ebediyen orada devam edecektir. Bunun için dünyadayız, cenneti kazanmak için, işte bu imtihandayız. Cenneti özlüyoruz. İçimizdeki arayış ve özleyiş hep onunla doludur, orası içindir.

Necip Fazıl Kısakürek;

“Neye baksam ardında hasret çektiğim diyar,

Kavuşmak nasıl olmaz, madem ki ayrılık var.”

Bizim namımıza söylüyor ebedî hasret şarkımızı.

Evet içimizdeki arayış ve özleyiş hep onunla doludur, onun içindir. Gölgeler peşimizi bırakmasa da bu böyledir. Yönünü şaşırsa da, yolunu bazen kaybetse de insan, yüreğinde sürekli bu koşuyu yaşar, içinde kaynayan bu coşkuyu, bu atılışı duyar. Elinde mi duymamak. Yaratan koymuş. Silip çıkaramazsın oradan.

Ne kanatlar çırpar içimizde, hele görmeyelim gökte bir çift kanat şakırtısını, bir balonu, bir uçağı...

***

Bisikletin arkasında babama sarıldığım günler, rüzgâr yüzüme gelmesin diye başımı babacığımın sırtına dayadığım günler, o akşam üstleri bisikletle eve dönüşler, ne güzeldi. Ne güzeldi, “Kapıldım gidiyorum, bahtımın rüzgârına” şarkısını ıslık çalıp söylemek, ne güzeldi. Sıra sıra dükkânlara selâm verip geçmek ne güzeldi. Ve Fırıncı Mahmut’tan aldığımız o mis gibi kokan tepsi ekmekleri ne mübarekti. Zaman, o bisikletin iki tekerleğinin altında uzar da uzardı, geçmek bilmezdi. Bir rüya mıydı yaşadıklarımız? Sahi gerçek miydi? Acaba neydi? Dünyada yaşadığı bir ânı unutmaz ve özlerse insan, cenneti nasıl özlemez, ebedî bir âlemi nasıl istemez ki?..

İnsan kendini kuşatan bu küçücük noktalardan çıkışlar yapıp bir nefes alır. Bir yığın zengin çağrışımlar arasından kendine açık bir kapı bulup yol alır. Yolcudur insan. Hem içinde, hem de dışında yolcudur.

Bir ağacın gölgesinde oturmuş garip bir yolcudur insan.

Yol hiç bitmesin isteriz ama biter. Dünya yolculuğu mezarda biter. Aslında orada da bitmez ya, ötesi var. Biri biter, biri başlar. Yolculuğun hakkını vermeli, tadını çıkarmalı insan. Yolun hakkı ise, Yaratanın istediği şekilde yaşamaktır hayatı. Elde imkân ve fırsat varken, yaşadığına aldanmamak, yolculuğunun çok süreceği zannına kapılmamaktır.

Baharın, akasyaların kokusunu, dalların, çiçeklerin çağrısını duymak...

Kuşlar dallarda kıpır kıpır şimdi. Dallar rüzgârın önünde hışır hışır zikirdedir şimdi.

Kalbim sonsuz bir denizde yüzer gibi. Korkusuz ama huzursuz değil. Kulağıma eğilmiş fısıldıyor Bediüzzaman:

“Evet, baharımızda yeryüzünü bir mahşer eden, yüz bin haşir numunelerini icâd eden Kadîr-i Mutlak’a, Cennetin icâdı nasıl ağır olabilir? Demek, nasıl ki onun risâleti, şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi, ‘Eğer sen olmasaydın, kâinatı yaratmazdım,’ (Hadîs-i kudsî, Keşfü’l-Hafâ, 2:164) sırrına mazhar oldu. Onun gibi, ubûdiyeti dahi, öteki dâr-ı saadetin açılmasına sebebiyet verdi. Acaba hiç mümkün müdür ki, bütün akılları hayrette bırakan şu intizam-ı âlem ve geniş rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san’at, misilsiz Cemâl-i Rubûbiyet, o duâya icâbet etmemekle, böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul etsin? Yani, en cüz’î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip ifâ etsin, yerine getirsin; en ehemmiyetli, lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın; hâşâ ve kellâ! Yüz bin defa hâşâ! Böyle bir Cemâl, böyle bir çirkinliği kabul edip çirkin olamaz.1 Demek, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, risâletiyle dünyanın kapısını açtığı gibi, ubûdiyetiyle de âhiretin kapısını açar.”

***

Bak diyor Mevlânâ da; “Dalların el çırpışını görmüyorsun değil mi? Buna can kulağı gerek... Ten kulağıyla duyulmaz ki.” Ve bizi diriliğe, canlılığa çağırıyor; “Bin bahar görse, taş yeşermez” diyor.

Ne çok bakan var, oysa gören gözler öyle az ki. Ne çok kulakları olan var; oysa gerçekten duyan öyle az ki.

Bir atın düşen nalından, koca bir ordunun bozguna uğrayışına kadar uzanan zincirleme olayları bir düşün hele. Bir kerecik olsun, Allah namına kâinata bakmayanın ve buradaki inceliklere şahit olmayanın hâli ötede yamandır. Hesabı kolay değildir.

Kalbinin sevgiyle taştığı ve seni senden daha çok esirgeyen bir Rabbinin olduğunu anladığın bir anda, alnını toprağın bağrına bas. Bir secde et Rabbine. Sonsuz huzuru duy işte orada. İçten bir isteyişle, derinden bir titreyişle secdeye git. Baharı, uzakta değil içinde duy...

Bırak artık şu mızıldanmayı; “Bunca yıl yapamadım, edemedim” nazlanıp, sızlanmayı. Bir kenara bırak mazeretleri, eğil bir kerecik Rabbin için. Yangın yerine dönsün için. Nice perişan, nice pişmanlık dolu yıllar bir secdede çözülsün. Şeytanın kaçınıp yapamadığı bir emri, bir ibadeti sen yapıyorsun, dikkat et. Kıymetini bil.

Allah için eğilmek, secdeye varmak ve öylece kala kalmak oralarda. Hıçkıra hıçkıra ağlamak. “Ben ne yaptım, bir ömrü nerelerde geçirip heder etmişim yâ Rabbi. Oyalamış onca lüzumsuz şey beni.”

Sesine ses mi, ruhuna bir yeni nefes mi istiyorsun? Düş toprağa bir tane gibi, kır dizlerini, sağına soluna hiç bakmadan. Arif Nihat Asya gibi; “Kulun olarak doğmasaydım, gelir fahri kulun olurdum Allah’ım,” diyerek diz çök ve eğil. Toprağa, anne toprağa eğil. Söyleyecekleri vardır, dinle bir hele:

“Nerde kaldın evlât, ölünce mi gelecektin bağrıma, o kadar geç mi? Vefalı ol düş yanıma. Buradan seslen Allah’ıma. Buradan, benim yanımdan, tam da işte buradan...”

Hiçbir şey geçmiş, yitirilmiş değildir aslında, yeter ki insan yeniden başlayabilme yürekliliğini gösterebilsin. Şeytanın ve nefsin esiri olduğunu fark edebilsin yeter ki. Bu şanlı savaşın adı cihaddır. Hem de her savaştan büyük ve çetindir bu savaş. Çünkü kendi kendine karşı mücadelesi zordur insanın. Ama başaracak kadar donanımlıdır. Yalnız değildir. Kösteği kadar desteği de vardır. Geçmiş de gelecek de işte bu âna bağlıdır. Bu ânı kullanmamıza bağlıdır. Allah ile olanı kim yıkabilir? Allah ile olmak isteyeni kim bozabilir? Cevabı bizdedir. Engeller var elbette önümüzde, ama engeller de aşmak için, değil mi? Hepimizin sürdürüp durduğu engelli bir koşudur hayat. Haydi bir ezanla, bir namazla dirilişe. Haydi. Düşmeden önce girelim o yatağa, başımızı secdeyle uzatalım o toprağa.

Haydi secdeye. Haydi kavuşmaya, özgürlüğe. İnsanın içinde de nice uçurumlar vardır. Hem de ne ölçülemez derinliktedir. Kim çıkarabilir oraya düşeni? Bir düşüş, bir de yükseliş korkusu var içimizde. Uzatılan eli ve elleri gör artık. O eli tut ki, o da seni tutsun. Kendimize, varoluş sebebimize bakıp, Hz. Peygamberimize (asm) salâtü selâm getirerek doğrulmalıyız düştüğümüz yerden, silmeliyiz ellerimizdeki kirleri, kalbimizdeki günahları. Silkmeliyiz, temizlemeliyiz tövbeyle. Tövbenin nuruyla yıkanmalıyız.

Sınanmak için varız yeryüzünde. Zor sorular ise Yaratan’a sığınmak için. Acz içindeysen korkma, yardımına, imdadına yetişecek biri var demektir. O seni bilir ve asla unutmaz:

“Şüphesiz ki, yerde ve gökte, Allah’a (cc) hiçbir şey gizli kalmaz.” (Âl-i İmran, 5)

Duâmız:

Ey vaat ettiği zaman vaadini yerine getiren ve tehdit ettiği zaman affedip cezalandırmaktan vazgeçen Allah’ım!.. Çoktur, büyüktür günahım. Hata ve günahlarımı, o sonsuz geniş olan rahmetinin içine al ve affet Allah’ım. Sen, rahmeti geniş ve bağışlaması çok bol olansın. Âmin.

Dipnot:

1- “Evet, inkılâb-ı hakâik ittifaken muhâldir ve inkılâb-ı hakâik içinde, muhâl ender muhâl, bir zıd kendi zıddına inkılâbıdır. Ve bu inkılâb-ı ezdâd içinde, bilbedâhe bin derece muhâl şudur ki: Zıd, kendi mahiyetinde kalmakla beraber, kendi zıddının aynı olsun. Meselâ, nihayetsiz bir cemâl, hakikî cemâl iken, hakikî çirkinlik olsun. İşte, şu misâlimizde meşhud ve katiyyü’l-vücud olan bir cemâl-i Rubûbiyet, cemâl-i Rubûbiyet mahiyetinde dâim iken, ayn-ı çirkinlik olsun. İşte, dünyada muhâl ve bâtıl misâllerin en acîbidir.”

(Bediüzzaman)

14.03.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (07.03.2009) - Geceye doğan güneş

  (28.02.2009) - Sonsuz Rahmetten gelen...

  (22.02.2009) - Ümit ve korku dengesi

  (07.02.2009) - Yaşasın ümit!

  (31.01.2009) - İnsana yakışan ümitli olmaktır

  (24.01.2009) - Yarınım bugünüm içindedir

  (17.01.2009) - Ümit, ümit; hep ümit!

  (10.01.2009) - “İnsanlık öldüyse, mezarı Filistin olsun”

  (03.01.2009) - Ah Hüseyin, ah Kerbelâ...

  (27.12.2008) - “Allah'tan ümidinizi kesmeyin”

 

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  H. Hüseyin KEMAL

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Sitemizle ilgili görüş ve önerileriniz için adresimiz:
Yeni Asya Gazetesi Gülbahar Cd. Günay Sk. No.4 Güneşli-İSTANBUL T:0212 655 88 59 F:0212 515 67 62 | © Copyright YeniAsya 2008.Tüm hakları Saklıdır

Kurumsal Linkler:
Bediüzzaman Haftası - Risale-i Nur Enstitüsü - Yeni Asya Vakfı - Demokrasi100 - Yeni Asya Gazetesi - YASEM - Bizim Radyo
Sentez Haber - Yeni Asya Neşriyat - Yeni Asya Takvim - Köprü Dergisi - Bizim Aile - Can Kardeş - Genç Yaklaşım - Yeni Asya 40. Yıl

Reklam Linkleri:
Risale Yorum- Risale Çocuk- Oktay Usta - Euro Nur - Fıkıh İnfo- Ahmet Maranki- Cevşen - Yeni Asya Barla - Makdis