Ahmet DURSUN |
|
Cumhuriyetin kimlik politikaları |
Cumhuriyet’in 87. yılında fikrî, siyasî, ekonomik ve kültürel alanlarda yaşadığımız sıkıntılar, temel bir sorgulama ile bizleri karşı karşıya bırakmıştır. Bu süreçte, neleri kazandığımızdan çok neleri kaybettiğimiz sorusunu doğru cevaplandırabilmek geleceğimizi doğru ve sağlam zeminlerde şekillendirebilmek açısından önem kazanmaktadır. Cumhuriyet projesinin temelini oluşturan ve resmî ideoloji tarafından dayatılan laiklik ve kimlik politikaları temeddün etmiş bir milleti arzulasa da bugün geldiğimiz nokta ‘medeni olma’ halinin çok ötesindedir. Bu arzunun doğurduğu politikalar taklitçi bir çağdaşlık görüntüsünü bize kazandırmış olsa da ruhumuzu kaybettirmiştir, özümüzü yitirtmiştir. Kültür ve medeniyetimizin her alanında yaşanan çözülmeler, hayatımızın her alanını saran kokuşmalar bize dayatılan kimliğin iflas ettiğini ortaya koymaktadır. Bir red hareketi sayılabilecek Cumhuriyet projesinin “redd-i miras” anlayışı, imparatorluğun mukaddes değerleri ile ilgilidir. Modernleşme, muasırlaşma anlayışını, din dışılığa dayanan laiklik ve seküler kimlik anlayışına dayandıran bu zihniyet; cumhuriyetine lâyık, laik milletini de oluşturma çabası içine girmiştir. Bu bağlamda farklı kimliklerin yaşama alanını daraltan ya da onları yok sayan tek tipleştirici kimlik politikaları güdülmüş, imparatorluktan miras kalan farklı etnik gruplar ve inançlar da reddedilerek tek tip bir millet oluşturmak amaçlanmıştır. Bu anlayışın bizi sürüklediği tehlike bugün daha iyi anlaşılmaktadır. Risâle-i Nur Enstitü’nün on beş günde bir düzenlediği Pazar Seminerleri’nin bu haftaki misafiri Doç. Dr. Ahmet Rıdvan, “Cumhuriyet’in Kimlik Politikaları” başlıklı seminerinde Cumhuriyet modernleşmesini şekillendiren ideolojik, politik ve kültürel kopuşlarla birlikte tektip toplum meydana getirmeyi amaçlayan kimlik politikalarının beslendiği kaynakları anlattı. Son derece verimli geçen seminerde öne çıkan dikkat çekici hususlardan bazılarını sizlerle paylaşmak isterim. Milletin ruhunu, özünü belirleme iddiasındaki Cumhuriyet eliti, kurduğu rejime lâyık bir ulus inşasına girişti. Muasırlaşmanın temel ögelerinden biri olan seküler kimlik bütün İslâmî değerleri ve bu değerleri yaşatan Osmanlı’yı da reddetmeyi beraberinde getirmiştir. Bu anlayış; Osmanlı’nın yüce Türk milletinin ruhunu kirlettiği, yabancı saydığı İslâmî unsurları onun içine kattığı fikrine dayanır. Bu bağlamda Cumhuriyetin temel yaklaşımı; gelenekten kopma, geleneksizleştirme ve hafızasızlaşma şeklinde olmuştur. Buna hizmet eden “altı ok”un işaret ettiği ilkelerden Halkçılık; devrimlere direnç oluşturabilecek şeylerin tasfiyesini, milliyetçilik diğer milletlerden (Ermeni ve Kürt) kurtulabilmeyi, Laiklik dinden uzaklaşmayı amaçlar. “Red” kavramına dayanan Cumhuriyet muhayyilesi bunu hayata çeşitli şekillerde geçirir. Meselâ, “Şapka kanunu” sarık takılmasın diye icad edilmiş, bu muhayyileye uymayan koca bir tarih, kültür ve medeniyet her şeyiyle yok sayılmıştır. Bugün başörtüsünün bu kadar tartışılmasının nedenlerinden biri de budur. Başörtüsü Cumhuriyet projesine aykırı olduğu için kabul görmemektedir. Cumhuriyet elitinin ve idarecilerinin toplumu dinden uzaklaştırmak şeklindeki laiklik politikasının temelini oluşturan pozitivist ve materyalist anlayış yalnızca dini reddetmekle kalmadı. Osmanlı İmparatorluğu’ndan miras kalan farklı etnik grupları ve inançları da reddederek tek tip bir millet oluşturmayı amaçladı. Resmî ideolojinin temel ayaklarından biri olan ulus devlet anlayışı farklı dil ve kültürlerin devamına izin vermeyerek herkesi ve her şeyi Türk ilân etti. Bu anlayışın dışında kalan her şey düşman kabul edildi. Bu da bugün başta Kürt sorunu olmak üzere farklı problemlerle kapımıza dikildi. Kimliğimizi “negatif ayna”da tanımlayan Cumhuriyet projesi, ne olduğumuzdan ziyade ne olmadığımızla ilgilendi. Seküler olmak, eskiyle bağını koparmak, evsizlik, hafızasızlık, tarihsizlik gibi olgularla beslenen bu anlayışı doğurduğu “kimliksizlik” karşısında, Risâle-i Nur hareketi kâinatı ve insanı yeniden tanımlayarak öze dönüşü başlattı. Cumhuriyetle çatışmadı, gerçek Cumhuriyet’i tanımlarken “dindar cumhuriyetçi” kavramıyla Mü’min olabilme sıfatını ön plana çıkardı. Mü’minlik bizim kaybetmememiz gereken ve kimliğimizi şekillendiren en büyük değerdir. Bugün mü'min kimliğimizi en çok tehdit eden unsurlardan biri tüketim kültüründen kaynaklanan tehlikelerdir. Takva bu hususta bizi tehlikelerden koruyan kabuğumuzdur. Risâle-i Nurlar, bizi yozlaşma-çözülme tehlikelerine karşı koruyan, asli kimliğimizle tanıştıran eserlerdir. Günümüz Türkiye’sinde sevindirici gelişmeler olmaktadır. Bugün Türkiye’de yaşanan sessiz devrimin mimarı olan “yeni entelektüeller” özgüvenli ve mütavazidir. Klasik ulemanın ve kibirli cumhuriyet aydın tipinin dışında olan bu nesil, her yönüyle toplumun karşısında değil önündedir, topluma yol göstericidir. Maddeden mânâya yönelen, ruhu tekrar keşfeden yeni nesil Türkiye’nin yıldızını her yerde parlatacaktır. 09.11.2010 E-Posta: [email protected] |