Taşları, sürekli yerinden oynar bir dünyada yaşadığımızı çok, ama çok unutuyoruz.
Adımızdan... Çünkü adımız: İnsan.
Bir anlamı da unutan ya! Ötekisi ülfet, ünsiyet eden, (saraya da zindana da) alışan...
Daha, daha? Dahası bu insan... Öyle kaç anlama geldiği buralara, hattâ sözlüklere sığar mı!
Alışıyoruz.
Ve en çok da gaflete!
Çok şeye kör, sağır yaşamaya alışıyoruz.
Sonra bir ayrılık, bir sarsıntı, bir çığlık, bir hafif dokunuş bazen... ve... ölüm, ölümler... uyanıyoruz. Uyanmadığımız da oluyor. Onların da kabirde uyanacağı haberi kulaklarımızda çınlıyor.
Çekirdek gibi biz de toprağa düşünce uyanacağız.
Ve düşününce... Düşünmemiz de burada bizim toprağımız olacak. Bu depremler sade bizde değil... Değil de niye böyle çaresiz gibiyiz!
Hayır! Defalarca hayır! Bir değil; bin yolu var kurtuluşun.
Çare bitmişse; hayat bitmiştir zaten.
“Meclis...” diye bir evimiz var.
Ben bu eve hep güvendim. Yeter ki hür ortamda, orada her şey konuşulsun. Ekonomiye de, depremlere de, eğitime de yani her bir şeye çıkış yolu orası... Japonya dediğin işte o! Bu işler öyle bir kişinin yapacağı işler değil. Bu kadar ağır yükleri bir kişi nasıl kaldırsın ki... Bizimki de iş mi! Öyle olsaydı Osmanlı yıkılmazdı.
Çare var ve çok kolay... Çünkü yapanlar var. Pırıl pırıl gençlerimiz var. Gözlerinin içi gülüyor. Bu işleri peyderpey devredelim onlara. Onlarla konuşurken ufkum genişliyor. O gençlerle çalışmanın keyfini sürenler var. Var da... şu kilit üstüne kilitlerin pasını almamız gerekiyor. Aç kilit; açmam kilit... artık bilmecelerde kalsın. Eğitimi, tarımı, hayvancılığı bu gençlerin meraklı, becerikli, âdil ellerine bırakalım. Meselâ şu bitirilmesini mi istemediğimiz şiir gibi GAP projesini bir görsünler de heyecanlansınlar.
Demokrasilerde çareler tükenmez; bir slogan değildir. Binaenaleyh; yollar da yürümekle aşınmaz.
Hürriyetin yolunu tıkarsak: “Canım köfte, ayran istiyor.” diyen Aydalara daha çok ağlarız.
Betondan, çiçeği gülümseten Sonsuz Sanatkâr’ın kanunlarına aykırı işler yaparsak; her tür enkazın altında kalırız.
...
ENKAZDAKİLER
Ne varsa enkaz altında:
Hak, hukuk, adalet...
İnsanlık, demokrasi, hürriyet...
İnsaf, cömertlik, cumhuriyet...
Dostluk, şefkat, merhamet...
Sadâkat, uhuvvet, muhabbet...
Tesanüt, tebessüm, meşveret...
Doğruluk, liyakat, hakikat...
Ne varsa daha, daha...
Bir el atalım, ha!
...
Ayda
Aydaaa...
Ağlattın bizi kız...
Ne yaptın enkaz altında?
Gökyüzüne gülerken günler, geceler sonra...
Annem, babam demişsin.
Köfte, ayran istemişsin.
Ah, Ayda, ah!
O can can gözlerini görmemişler senin.
(Paragözler böyledir.)
Demirini, betonunu çalmışlar.
Sen duyma bunları;
Kulakların kirlenir.
Kalbin buruşur; aman!
Masumluğun kalsın öyle.
Ashab-ı Kehf gibi uyandın, ha!
Öldürmeyen Allah öldürmez.
Bu rantseverler de insan güldürmez.
Kör kuruşlara...
Üç günlük dünyaya...
Değer mi, ha!
Bu nasıl dünya sevgisi!
Bu ne hırs böyle!
Açsanız; doyuralım.
Ki doymazsınız.
Aç göz doymaz.
Âlemde huzur koymaz.