"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

İki nefes arasında

07 Şubat 2013, Perşembe
“Emar çekimi bir buçuk saat sürecek” dedi teknisyen. Ve belli bir aşamada damardan ilaç vereceğiz.
Kıpırdarsanız tekrar etmek zorunda kalırız, ama bekleyen başka hastalar da var. Hazır mısınız?” İçimden verdim cevabı: Ayetlerle, dualarla, zikirlerle donandım. Daha başka nasıl bir hazırlığım olabilir ki, bu tabutu çağrıştıran tek kişilik tünelin içinde, kıpırdarsam azap çukuruna düşme tehdidiyle birlikte kulağı yaracak şiddetteki seslerle!.. Meğer bu daha başlangıçmış. Ejderha misali sesler başladıktan hemen sonra kulaklığıma teknisyenin sesi geldi: “Evet şimdi derin nefes alın. Alın. Aldınız mı iyice... Tamam, vermeye başlayın, verin, verin... Tutun!”
Önce kolay sandım bu işi. Doğduğumuz andan öleceğimiz ana dek farkında olmadan yaptığımız bir işlem nihayetinde. Şuurlu olarak yapmanın ne zararı olabilirdi ki. İkinci kez nefesimi tutmam söylendiğinde durumun pek böyle olmadığını anladım. Nefesinizi alıp tutmanız sahiden çok kolay. Otuz saniye rahatlıkla tutabilirsiniz. Ama nefesinizi verirken, tam ortada bir yerde otuz saniye tutmak pek kolay değilmiş. Geçmiyordu saniyeler. Hele bunu o morg soğuğundaki aletin içinde hiç kıpırdamamak zorunda kalarak, kolunuzda tüm damarlarınızı morartmış iğnelerden biriyle ve azap eden seslere maruz kalarak yapmak o kadar basit olmuyormuş.
Aldığınız nefesi tutmak ne kadar kolaysa, vermekte olduğunuz nefesi tutmak o kadar zordu. “Al, ver, tut!” Komutlarından sonra teknisyenin robotik sesi duyuluyordu her seferinde: “Tamam şimdilik rahat nefes alabilirsiniz yeniden.” Gelgelelim bu sahiden imkânsızdı. Vermekte olduğunuz nefesi sonuna dek vermeden yeni bir nefes almanız mümkün değildir ki! Huzura kavuşarak yeni bir nefes almak için önce sizde ödünç kalan o yarım nefesi tam olarak iade etmeniz gerekir.
Ne olursa olsun, taze nefesi başka türlü alamazsınız. İşte bunu idrak etmek, oracıkta bana ömür denilen şeyin bütünüyle bir amel olmasının anlamı gibi geldi. İki nefes arasında, an’ın sırrı saklıydı. Hayy sesiyle aldığımız nefesi, Hu sesiyle verirken; Hayy’dan gelip Hu’ya giderken... Anladım ki, Hayy ile yeniden dirilmek için önce o emanet nefesi sonuna dek vermek, son nefesi verir gibi ‘ölmeden önce ölmek’ gerekiyordu. O halde Hu’yu bizde hiç kalmayacak şekilde kaynağına teslim etmeden, ‘yok’luğunla yücelmeden Hayy ile dirilmek, şuurlu bir yaşamak değildi. Ömür, nefes şuuruyla devam etmezse, amel olmuyordu.
Sağlık, kaybedilmesi bizi çözümsüzlüğe iten en kıymetli şeyimiz olarak pazarlandıkça, en ufak bir kuşkuda kendimizi aletli tıbbın kollarına bıraktıkça... Bizden gelecek endişesi, kaygı ve vesvese satın alan sağlık sektörü daha da devleşiyor. Onu besleyen külli endişe, vesvese ve kaygılardan her birimizin payına hiç kesilmeyen cüzi çarpıntılar düşüyor. Sözgelimi nöroloji bölümünde sıramı beklerken etrafıma bakmaya başladığımda gözüme ilk çapan, küçük ‘buklet’lerle sehpalarda teşhir edilen onlarca irili ufaklı hastalık isimleri oluyordu. Hamdetmek yerine birden hasta buluveriyordunuz kendinizi. Ya da dahiliyede sıra beklerken etrafımdaki stant’larda sergilenen bir yığın yeni hastalıkla karşılaşıyordum, adını ilk kez duyduğum... Derhal bir endişe sarmalına kapılıyordunuz: “Eyvah, ya bende bu varsa! En iyisi şuna da baktırayım!”
Bir de tabii ‘full paket servisler’ vardı. Hemen her koridorda, hasta kabul bölmesinde veya dinlenme alanlarında şu ilan: “Yeni yıla check up hediyesiyle girin. Yakınlarınıza verebileceğiniz en faydalı hediye!” Tabii ki yıllardır yakınlarınızın ve kendinizin sağlığını ne kadar ihmal ettiğinizi fark edip suçluluk duyuyordunuz. Emar aletinde, teknisyenin ısrarlı ‘al, ver, tut’ komutlarıyla bir saat bitmeden bende de çarpıntı başlamıştı. Fakat Hayy’dan Hu’ya iki nefes arasındaki bu kalp çarpıntısı bana an’ın sırrına dair bir ipucu daha yollamıştı: Hiçbir nefesin aynı olmadığı bilgisini iade etmişti bana. Ve derken artık... Ne o azap veren sesler kulağıma ulaşıyordu, ne talimatlara uyma telaşım kalmıştı, ne de kıpırdama endişesi. Emar’dan çıkıp yeni bir alete girmek üzereyken anlamıştım ki, her şeyin başı sağlık değil, iman idi. İnsan kendine emanet edilenin kıymetini ancak kendindeki nurla bilebilirdi. Tüm tanı ve teşhislerin ufkunda, hastalığın ve diğer her musibetin ‘şer’ olmadığını kavradıkça...
Leyla İpekçi
Zaman, 6.2.2013
Okunma Sayısı: 1026
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı